3. Alias
Alias doğru zamanda, doğru yerde bir diziydi. Çok mu iyiydi? Hayır. Bugün izlemenizi önerir miyim? Kesinlikle hayır. Ancak o dönem için mükemmel bir diziydi Alias. Bir dizinin merkezine güçlü bir kadını koymak, cesur bir hareketti ve her şeyden önemlisi taze bir hamleydi. Etrafına da baya keyifli bir kadro kurup, maceradan maceraya sıçratmak; yirmi birinci yüzyılın değişen casus tanımına katkıda bulunmak, bir de kesinlikle baymamak; Alias’ın diğer maharetleri arasındaydı.
2. Lost
Bakın, bu yerleştirmeye bakarken, sizden bir ricam var. Lost’un son sezonunu atın kafanızdan. Bir etkisi yokmuş gibi düşünün. Hiç olmamışlar, Lost hadsizce yayından son sezonundan önce kaldırılmış diye düşünün. O zaman şunu göreceksiniz: Lost dizi izleme şeklini değiştirdi. Dizi dediğimiz şeyi değiştirdi. “Bir tarafta HBO’nun The Wire, The Sopranos gibi prestij makineleri, bir taraftan da Lost’un sosyal medyayı tahrik edebilitesi ve bir oturuşta izlemeye müsaitliği Netflix gibilerin önünü açmadı” diyebilir misiniz gerçekten? Muhteşem bir diziydi Lost bir yere kadar. O yerden sonra fena bozdu, o yüzden bir numarada değil zaten. Ama o yere kadar olan kısmı, bu noktayı hak ediyor.
1. Star Trek
Ama bu, biraz tartışmasız. Biraz su götürmez. Çünkü bakın, Abrams’dan kimse bir şey beklemiyordu bu filmde. Abrams’ın bir önceki yönetmenlik deneyimi, “meh” desek kibarlık etmiş olacağımız MI:III’tü. Kimse Star Trek’i alıp, bir yandan eskiye bu kadar güzel saygı duyarken, bir yandan da yeniyi bu kadar güzel sahiplenen bir film çıkartmasını beklemiyordu. Bok gibi olsa dönüp ikinci kez bakmazdık 2009 Star Trek’ine. Ama pırlanta gibi oldu, ve yepyeni bir nesli tanıştırdı Star Trek efsanesiyle. Üstelik kemik hayranları da küstürmeden yapmayı başardı bunu! Ne diyelim, helal olsun!