Zaman ne çabuk geçiyor değil mi? Sanki daha dün 2010 yılına girmiştik, Inception çekilmemiş, Harry Potter serisi sinemaya veda etmemiş, Avengers başlamamış, Alper Tunga henüz… Yok, o başka bir şeydi. Neyse toparlayalım, biliyorsunuz, geleneksel olarak her yılın sonunda o yıl dikkatimizi çekmiş, bir şekilde aklımıza girmiş, beynimizle oynamış üretimlerden kendi çapımızda listeler yapıyorduk. Ancak bu yılın bitişi aslında 2010’ların bitişi anlamına da geldiği için biraz daha özel bir şey yapalım istedik ve bu günden on yıl önceye doğru baksak, o yılları neyle hatırlayacağız diye bir soru sorduk. Cevaplarımızı da naçizane, sizlerle paylaşıyoruz.

Tabii bu cevapların olabildiğince öznel ve kişiyi bağlayan şekilde verildiğini vurgulamamızın gereği yoktur sanırız?  Bu yüzden listeye baktığınızda birbirinden farklı türlerde ve belki de birbirini tutmayan eserler göreceksiniz. Hemen kızmayın, bunun  beylik bir en’ler listesi olmadığını hatırlayın.  Hem inanın, seçim yapmak bizim için de çok zordu. “Yapamam, bunu benden istemeyin” bağırışları arasında üstünü başını yırtıp koşanlarımız da oldu, seçim yapabilmek için evine kapanıp günlerce kendisinden haber alamadıklarımız da… İsimlerini elbette vermeyeceğiz. Onun yerine gelin aşağıdaki listeye bir bakın, katıldıklarınızı söyleyin, katılmadıklarınızı belirtin. Sonra sizler de kendi 2010’lar listelerinizi yazar, bizimle paylaşırsınız belki?

Not: Filmler öncelikli olarak çıkış yıllarına, aynı yıl çıkmış olanlar içinse alfabetik sıralarına göre dizilmiştir.

a-separation

A SEPARATION (2011)

İran’dan çıkan buram buram gerçekçi sinemayı hep çok seviyorum. A Separation’ın yeri ise bambaşka. Temelinde iki eşin ayrılığını işlese de yaşanılan ülkeden ayrılmaya, aileden ayrılmaya; inançlara, adalete, vicdan duygusuna ve daha nicelerine bir sorgu. Tüm katmanlarıyla bu film resmen “hayat” gibi. – Hilal.

MIDNIGHT IN PARIS (2011)

Hani herkesin izlemediği bir sürü filme rağmen sürekli açıp izlediği bir film vardır ya. Bu benim için birkaç senedir Midnight In Paris. Filmde okuduğumuz, dinlediğimiz, resimlerine hayran olduğumuz birçok sanatçı ile tanışmamız, benim bu filme tekrar tekrar âşık olmama sebep oluyor. Yaşadığı zamandan memnun olmayıp “keşke geçmişte yaşasaydım” diyen benim gibiler için film hem bir sürü cevap veriyor hem de bir sürü soru işareti bırakıyor kafamızda. Filmin benim gibi bir hayalpereste kurdurduğu hayaller bile yeter benim bu filmi sevmem için. – Halit. 

AMOUR (2012)

Film “sevgi” gibi binlerce kez işlenen bir temayı öyle bir ele almış ki, izlerken canınız acıyor. Var olduğundan haberinizin olmadığı korkularınızla yüzleşiyorsunuz. Senaryosunun bu vuruculuğu bir kenara, filmin kurgusu dahi kâyeye büyük katkılar sağlıyor ve Haneke’nin bu ayrıntılı işçiliğine bir kez daha hayran kalıyorum. –Hilal.

hero_EB20130109REVIEWS130109977AR

CABIN IN THE WOODS (2012)

Neden sevdiğimi söylersem spoiler olur, dünyanın spoiler açısından en tehlikeli filmi. Bana güvenin, gidin izleyin. – Ömercan.

LIFE OF PI (2012)

Sinemaya uyarlanacağını öğrenince “Nasıl olacak ki, yapamazlar” diye düşündüğüm, “kitap diliyle görsel dil çok farklı, hele ki Pi gibi bir hikâye hiç olmaz” diye ahkâm kestiğim; izledikten sonra ise sözlerimin hepsini bana yediren; her yanı umut, her yanı inançla ilgili olan bir filmdi Life of Pi. Sadece taşıdığı iletiyle değil, uyarlamasının başarısıyla da anlatıyor bence inanmanın gücünü. Aradan yıllar da geçse 2010’lar deyince ben Life of Pi’yi hatırlayacağım. Filmi izlemeyen kalmış mıdır bilmiyorum ama varsa daha fazla geciktirmesin, mümkünse filmden önce de kitabını okusun isterim. – Deniz.

ENEMY (2013)

Denis Villeneuve, henüz Arrival ve Blade Runner: 2049 gibi filmlerle Hollywood’un gözde yönetmenlerinden biri haline gelmeden hemen önce bu filmi yapıp hepimizin kafasını karıştırmıştı. Filmle ilgili en sevdiğim şey filmi kurcalamanın çok eğlenceli olması sanırım. Her izlendiğinde yeni sorular sordurması ve o sakin kurgu yapısının altında izleyeni bir an bile anlatıdan koparmıyor olması öyle güzel ki! Büyük insansın Denis abim. Dune’u sen yönettiğin çok mutluyum. – Hilal.

Screen+Shot+2019-02-17+at+1.05.42+PM

THE SECRET LIFE OF WALTER MITTY (2013)

Söz konusu eğer yürüyen hayalperestlerse Walter Mitty, hepimizin kahramanıdır! Çalışma hayatını bırakarak dünyayı gezme hayalleri kuran istisnasız bütün hayalperestlerin kendinden bir şeyler bulabileceği bu film benim için tam bir terapi. Hani filmi ne zaman izlesem film nerede bitiyor hayallerim nerede başlıyor karışmış bir halde buluyorum kendimi. Bakın Walter Mitty’i sadece sevmiyorum, çok seviyorum! Öyle böyle değil! – Halit.

WHIPLASH (2014)

Whiplash’in mükemmelliğini anlatmak için kelimelere gerek yok, filmin son sahnesiyle Damien Chazelle, J.K Simmons ve Miles Teller bunu gayet güzel başarıyor. Sadece bu sahne için bile Whiplash yirmibirinci yüzyılın en iyi filmleri arasında ilk on olmasa da ilk yirmiye girebilir. Simmons ve Teller arasındaki sözlü olmayan diyalog her iki oyuncunun da parladığı sahne.  Chazelle’in şarkıyla dans eden çekimleri ise biz seyircileri bu diyaloğun tam ortasına sokmayı başarmış. Filmin üstünden beş sene geçmiş olsa bile hala aklıma gelir bu sahnenin güzelliği, açar izlerim. – Aslı.

MAD MAX: FURY ROAD (2015)

Nasıl ki Die Hard vakti zamanında aksiyon filmlerinin kaderini tamamen değiştirdiyse, Mad Max: Fury Road da önümüzdeki dönemde bu işin nasıl yapılması gerektiğini bizlere açıkça gösterdi. Kesinlikle devrimsel, temposu inanılmaz olan, defalarca izlense de asla sıkmayacak görsel bir şölen. – Can.

Son on yıla damgasını vuran filmler listesinde Mad Max’in olmaması bana kalırsa imkânsız. Ama ben bu iddiayı bir tık daha artırıyorum ve Mad Max: Fury Road’ın siyah-beyaz hâli olan Black &Chrome edisyonu filmin kalitesini birkaç kat daha arttırdı. Filmin orijinal hali başlı başına mükemmelken siyah beyaz hali tam bir şaheser! 2010’lar biterken on yıla damga vuran bu filmi mutlaka ama mutlaka bir kez de böyle deneyimlemenizi öneriyorum. – Halit.

Sinemada aksiyon severim. Ancak akılda kalıcı öyküsü, hiç düşmeyen temposuna rağmen yormayan ve sürükleyen senaryosu, çok ilginç karakterler ve değişik olmasına rağmen seyirciye her detayı geçirme telaşı olmayan modern Hollywood aksiyon filmlerini tek geçerim. Bu söylediklerimi en iyi yapabilen filmin de mad max olduğunu düşünüyorum. – Ömercan.

maxresdefault

THE HATEFUL EIGHT (2015)

12 Angry Man filmini izlemem ile başlayan “tek mekânda geçen filmler” aşkımın bu on yıldaki tekabülü olan The Hateful Eight benim için sadece bu on yılın en sevdiğim filmlerinden değil, aynı zamanda Tarantino imzalı en sevdiğim filmlerinden biri. Tek bir kulübe içerisinde enfes diyalaglar ile şahane bir “katil kim” hikâyesinin işlendiği film, başından sonuna kadar tek kelimeyle heyecan verici. – Halit.

ARRIVAL (2016)

Arrival özgün, sıra dışı ve güzel bir bilim kurgu filmiydi. Artık yavaşça terk ettiğimiz oradan oraya atlayan ve dünyayı yok etmeye çalışan uzaylılar imgesinin yerine, gerçekten böyle bir şey olsaydı neler yapardık, nelere ihtiyaç duyardık gibi sorunların üzerinde duruyordu. Bunun yanında zamanın işleyişi gibi meseleler üzerine insanı düşünmeye sevk ediyor ve alt metninde ise hâlihazırda yaşadığımız sosyo-politik birtakım sorunlardan bahsediyordu. Bu da filmi benim için bir adım öteye taşıdı ve bu listeye almamı sağladı. – Deniz.

SING STREET (2016)

Seksenler, Dublin, güzel müzikler ve gençlik! Bir filmden daha ne isterim ki? Gençlik heyecanı ve biraz da aptallığıyla yapılan eylemler bazen en güzel anıları bırakır ya size, bu film işte o anılar gibi. O anıları hatırladığınızda hissettiğiniz o duyguyu bu filmi izleyince de hissediyorsunuz. –Hilal.

Sing-Street-11

KIMI NO NA WA (2016)

Animasyon yapımları çok sevmeme rağmen anime dünyasına bu yıla kadar hiç girmemiştim. İlk girişim de sevgili Hiloş’un önerisi üzerine One Punch Man izlemekle oldu. Sonrasında başka anime sever insanların ‘bununla başla’ önerisi üzerine bu filmi izledim. Başta minik komiklikleri ve vücut değiştirme olaylarıyla kendini sevdirip, hikayenin sonunda bambaşka dünyalar açtı bu film. Benim için de Anime film dünyasının kapılarını açtı diyebiliriz. – Tuğçe.

POPSTAR: NEVER STOP NEVER STOPPING (2016)

Bakın bu listede çok kaliteli ve güzel filmler var. Oscar adayları, yok efendim Golden Globe alanlar vesaire. Ama eğer bu subjektif bir listeyse, ki öyle, ben buraya bu filmi koyarım. Hele ki bu filmi üç kez izleyip, hala ara ara YouTube’dan kliplerini izliyorsam bu filmin bu listede olması kaçınılmaz. Dünyanın en absürt filmi olan Popstar, bir belgesel parodisi. Justin Bieber çakması bir popstarı takip ettiğimiz bu filmde hiçbir boş saniye yok. Ritmi çok yüksek, omzunuzu hafifçe oynatmadan karın ağrıtan kahkahaya karar her sahnede bir şaka mevcut. Eğer The Lonely Island veya SNL seviyorsanız kaçırmayın derim. Asla ciddiye alınmaması gereken Popstar, “ne izlesek ya” diye düşünüp sadece gülmek isteyenler için ideal bir film.  –Aslı.

BLADE RUNNER  2049 (2017)

Çünkü bilim kurgunun çocuk oyalamak ve CGI basmak olarak algılandığı günümüzde gişe filmi olmasına rağmen derin ve öyküsel olarak etkileyici olması çok çarpıcı. – Ömercan.

Ryan-Gosling-and-Giant-Hologram-in-Blade-Runner-2049

CALL ME BY YOUR NAME (2017)

Sinema insanı çok kolay eğlendirir, ağlatır veya korkutur. Bir filmin insana huzur vermesi ise az görülen bir şeydir. İşte bu film bunu başarıyor. Call Me By Your Name, 2010’lar sinemasında en sevdiğim film sanırım. Sıradan bir yaz aşkını anlatıyor aslında. Oldukça sade, oldukça bilindik bir öykü. Bu filmi bu kadar özel kılan şeylerse güçlü diyaloglar ve görsel anlatım. Karakterler arasındaki diyaloglar öyle ustaca yazılmış ki, bir gün bir aşk filmi yapacak olsam bu filmden kopya çekerdim. –Hilal.

COCO (2017)

Yine bir sürü animasyon film içinden birini seçmek istediğimde, içimde en çok yer eden ve bahsetmek istediğim Coco oldu. Bütün kriterler bir kenara, Coco benim içimi en çok ısıtan; hikâyesi, karakterleri, anlattığı kültür ile en sevdiğim animasyon filmi oldu. Sevdiğim bir insan evime geldiğinde mutlaka bu film açılır ve beraber izlenir. Ve gün içinde ara sıra “You make me un poco locooo!” diye bağırılır. – Tuğçe.

THREE BILBOARDS OUTSIDE EBBING, MISSOURI (2017)

Üç uzun metraj filmi de birbirinden harika olan Martin McDonagh’ın son filmi, her açıdan bir şaheser. Oyunculukların hepsi birbirinden iyi, hikâye anlatımı inanılmaz. Neresinden tutsam övesim geliyor bu filmi. Hem ağlatıyor hem de çok güldürüyor gibi gereksiz bir cümleyi de sona sıkıştırmadan edemeyeceğim ama son on yılın en sevdiğim birinci filmlerinden. Bu filmi aşırı sevdiğimi söylemiş miydim? – Can.

main

AHLAT AĞACI (2018)

Aslında bu film muhtemelen ne son on yılın en iyi Türk yapımı, ne de Nuri Bilge Ceylan’ın en iyi filmi değil. Ama benim için bir yarama dokunan bir filmdi diyebilirim. Hatta abartıyor ve itiraf ediyorum ki sinemadan gözyaşlarımı durduramayarak çıktım. İzlediyseniz muhtemelen filme birlikte gittiğim arkadaşlarım gibi pek anlam veremeyebilirsiniz. Ama benim için fark etmekte zorlandığım bir şeyleri bana fark ettiren bir etkisi olmuştu. Onun için bu yılları düşündüğümde aklımda canlanacak bir filmdir kendisi. – Tuğçe.

ISLE OF DOGS (2018)

Wes Anderson görsel anlatımı ile zaten gönüllerimizi çoktan fethetmişken böyle muhteşem bir animasyon ile gönüllere tahtını kuruverdi. 2018 yılında tüm dünyamız cgi olmuşken stop motion, emek üstüne emek isteyen bu büyüklükte bir iş yapmak, cidden cesaret istiyor. Ve bu film çok güzel. –Can.

SPIDER-MAN:  INTO THE SPIDER-VERSE (2018)

Into the Spider-verse, sadece “İyi bir Spiderman filmi nasıl yapılır?” sorusunun cevabı olduğu için en sevdiğim filmler listemde değil. Gerçi bu da kendi başına yeterli bir sebep. Ancak Into the Spider-verse filmine gönülden bağlı olmamın sebebi, animasyonun ruhunu tüm çılgınlığı ile benimsemesi. Durağan çizgi roman stili ile hızlı ritimli animasyon gibi birden fazla çizim tekniği filmde ustaca birleşmiş. Üstelik her tekniğin ve aradaki geçişlerin kendine özgü bir amacı var. Dünyalar arasındaki çizim farkı gibi bariz geçişlerin yanı sıra tekrar tekrar izledikçe fark ettiğim detaylar bu filme aşık olmama sebep oldu. Tüm bu görsel mükemmellik, filmin soundtrack’i ile de inanılmaz bir uyum yakalamış. Miles’ın filmin sonlarına doğru New York semalarında süzülürken çalan “What’s Up Danger?” şarkısını dinledikçe en yakın gökdelenden sallanasım geliyor. Şarkı bitince metroda olduğumu hatırlayıp gerçek hayata dönüyorum tabi. Özetle bu film iyi, hem de çok iyi. – Aslı.

film-spider-man-into-the-spider-verse-rajai-box-office

MIDSOMMAR (2019)

Bu filmi o kadar çok sevdim ki, telefonumun kilit ekranına koydum. Eskiden korku filmerinden pek haz etmeyen ben, son senelerde çıkan orjinal işlerden ötürü bu türü baya sevmeye başladım. Get Out, Us, A Quiet Place gibi harika işler ortaya dökülse de, bu türde en çok sevdiğim film Midsommar oldu. Arkadaşlarınız ile izlemenizi, bitince de saatlerce sohbet etmenizi şiddetle öneriyorum. İsveç’in doğal güzelliklerine bakmak da filmin ayrı bir lezzeti. Konudan hiç bahsetmeyeceğim, direkt açıp izleyin. – Can.

PARASITE (2019)

Bu kadar şaşıp kaldığım bir film olmamıştı. Hala izlemediyseniz şu an bu yazıyı okumayı bırakıp açıp bunu izleyin, hatta yanınıza arkadaşlarınızı alın, onlara da izletin. Yaşayan her insan bu filmi izlesin. İnsan böyle anlatılır şekerlerim. – Can.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.