5. Flower
Thatgamecompany’nin adını, burada bir kez daha göreceksiniz. Bu şaşırtıcı değil, zira kendileri deneysel oyun üretme konusunda zaten mevcut oyun dünyasının en önemli aktörlerinden bir tanesi. Onların 2009’da yaptığı Flower, wikipedia’da “şairane macera oyunu” diye tanımlanıyor. Belki de bu, oyuna verilebilecek en doğru sıfat. Çünkü bir çiçek yaprağının rüzgarda uçuşunu kontrol ettiğiniz bu oyun, gerçekten de şairane. Ve rahatlatıcı da aynı zamanda. Ve sizi alıp, bambaşka bir dünyaya götüren de türden bir şey. Ve kesinlikle, nerede olursanız olun, hangi platform olursa olsun, mutlaka oynamanız gereken bir oyun.
4. Papers, Please
Tek kişilik bir yapım ekibi var Papers Please‘in arkasında. Lucas Pope. Kendisi oyunu 2013’te tek başına geliştirip sürdü piyasaya. Pope, en olunmadık yerde konuşlandırdı oyununu. Evrak işlerinin göbeğine. Siz bir gümrük kulübesinde, gelen geçenin pasaportlarını ve belgelerini kontrol ederek geçiriyordunuz oyunu. Ve çok kısa bir süre içerisinde, bu inanılmaz sıkıcı gelen ana fikir, bir anda ete kemiğe bürünüyor ve sizi baya ezmeye başlıyordu. O savaştan kaçan fakir ailenin belgelerindeki uyumsuzluğu göz ardı edecek miydiniz? Ucunda sizin ailenizin zarar göreceğini bilseniz dahi? Bunu yapabilir miydiniz? Papers Please zor bir oyundu bu tip sorular yüzünden. Ve bu tip soruları çok iyi soruyordu…
3. Dear Esther
The Chinese Room’un, bir üniversiteden edindiği destekle geliştirdiği Dear Esther, 2012 senesinde, video oyunlarının standart hikaye anlatım metodlarına bir tepki olarak doğdu. Yo, gerçekten. The Chinese Room’un en büyük derdi buydu. Oyunda insanlık namına dahi bir puzzle, bir düşman ya da bir ara sinematik bulmak mümkün değildi. Sadece siz, garip bir ada, ve Esther’a mektuplar vardı. Ve bu, size inanılmaz bir hikaye anlatıyordu tane tane, tek tek, vurucu bir şekilde. Bittiğinde, hem Dear Esther’ı yapanlara, hem de bunu mümkün kılan Source motoruna bir selam çakmadan edemiyordu insan.
2. The Stanley Parable
Hayatımın ciddi bir bölümünü The Stanley Parable için bir kavga vermeye harcıyormuşum gibi hissediyorum bazen. Bu listedeki pek çok oyun gibi, Davey Wreden’in 2013’te çıkarttığı bu oyun, “oyun olmamakla” suçlandı çoğu zaman. Bence dünyanın en net oyunu kendisiydi halbuki. The Stanley Parable, video oyunlarının oyuncuyla ilişkisini, çift taraflı olarak inanılmaz muhteşem bir mizah duygusu ve korkutucu bir zekayla ele alıyordu. Ve üzerine milyar dolarlar fırlatılmış pek çok oyunun aksine, sizi kısa süresinde kendine bağlamayı hemen hemen herkesten daha rahatlıkla beceriyordu. Wreden’in dekonstrüksiyonu, bence hâlâ video oyunlarının başına gelmiş en güzel şeylerden biri. Ve bu listede, iki numarayı net hak ediyor.
1. Journey
Ama bir numara, tartışmasız bir şekilde Journey‘e ait. 2012 senesinde, PS3’e özel olarak yayınlanan bir oyun Journey. Bir multiplayer oyun. Hikayeli bir multiplayer oyun. Ama hikayesini ara sahneler, kulağınıza anlamsızca akan ses kayıtları ya da oyunun sizi elinizden tutarak önüne götürdüğü önceden ayarlanmış olaylar vasıtasıyla anlatmayan bir multiplayer oyun. Journey, bize kalırsa bir oyunun yapıp yapabileceği en zor şeyi beceriyor. Organik bir hikayenin ortaya çıkması için, size gerekli araç ve gereçleri sağlıyor; ama aynı zamanda fazla müdahaleci de olmuyor. Böylelikle, çıkan hikaye gerçekten de size ait ve size özel oluyor. Ama thatgamecompany gerekli tuğlaları ustalıkla dizdiğinden, zarif de oluyor aynı zamanda. Büyüleyici de oluyor. Ve siz, üzerinden üç sene geçmesine rağmen, oyunu unutamadığınızı fark ediyorsunuz. Çünkü içinde yarattığınız anılar, değil üç, otuz üç sene sizinle kalacak derinlikteler…