Sosyoloji ve siyaset bilimi dalında feminizm genelde üç dalga üzerinden adlandırılan ve anlamlandırılan bir şeydir. Bu dakikaya kadar böyleydi en azından. Birinci Dalga Feminizm, seçme ve seçilebilme gibi o dönem görece yeni kazanılmış bir takım “erkek” haklarını kadınlar için de kazanmaya odaklanmış bir hareketti. Ekseriyetle kovalanan şey legal eşitlikti ve bir on dokuzuncu yüzyıl hareketiydi. Fitili Fransız devriminde atılan pek çok şey gibi bunun da meyve vermesi yirminci yüzyılı buldu.
Kadınlar hukuk gözünde eşitliği yirminci yüzyılın başında ufak ufak kazanmaya başladılar. Bu, terminolojik olarak de jure eşitlikti. Yasal eşitlik. Bundan sonraki de facto eşitlikti doğal olarak, yani gerçekte eşitlik. Esasta eşitlik. İkinci Dalga Feminizm de bu dert ve tasalarla çıktı yola. Bir kadının vücudu üzerindeki mülkiyet hakları, aile ve iş hayatında kadının yeri ile cinsel şiddet gibi başlık noktaları vardı. 60’larda Amerika’da doğup, takriben geçen yirmi – otuz yıl içerisinde dünyaya yayıldı.
Akabinde 90’lar virajı dönüldükçe feminist retorik çatırdamaya başladı. Cinsellik ve bunun feminist düşünce içerisindeki yeri; bir de feminizmin esasında ne anlam ifade ettiği çok konuşulan şeylerdi. Bireyci anlayışa büyük bir önem verilmeye başlanmıştı, neferleri olacak bir davadan ziyade bireysel çözümlere odaklanıldı. Bütün bunları soran, sorgulayan ve genel hatlarıyla stereotipler ve kalıplar ile derdi olanlara da Üçüncü Dalga Feminizm dendi.
Şimdi bir virajın daha eşiğindeyiz. Jennifer Baumgardtner‘in tanımına göre, 2008’de başladık bu virajı almaya. Dijital medya ve sosyal ağ kavramlarının getirileriyle şekillendi önümüzdeki mevzu. Ve adı da Dördüncü Dalga Feminizm. Tanımlamak ise, dijital dünyanın neferleri olarak, bize ait.
Daha önceden insanların hâlâ kasetten Ricky Martin dinledikleri dönemde doğmuş üçüncü dalga feminizmin dijital kitlesel mecralara çok ters yerinden çarptığını ve bu yüzden de korkunç bir biçimde çirkinleştirerek yayıldığından söz etmiştik biraz. Durum şu ki, şu an, hep beraber bu tabiri kurtarmak ve baştan tanımlamak için müthiş bir dönemdeyiz. Ve tüm bunları, gönlümüze mekan kurmaya gelen bir kadın üzerinden yapabiliriz.
Wonder Woman.
Akımlar ikonlarla akarlar. Bu kadar basit. La liberté guidant le peuple gibi. Bir şekil, bir sembol, küçük bir kartvizittir bu ikonlar ve genel hatlarıyla o akımdan ne beklemeniz gerektiğini tanımlarlar. Bu bağlamda, Wonder Woman’dan daha uygun bir ikon hayal edebiliyor musunuz şekillendirebileceğimiz dördüncü dalga için? Gelin bir düşünelim.
- Dördüncü dalganın dönüm noktası kabul edilen 2008’den bu yana dünyanın en belirgin trendi ne? Neyi görüyorsunuz sokaklarda, videolarda, donlarda, çarşaflarda? Süper kahramanlar.
- Süper kahramanlar zamanın ruhuyla büyüdüler. Küreseller, bu çağda ederi olan değerler üzerinden tanımlanıyorlar, bir sonraki nesle idol oluyorlar bu değerlerle.
- İnternet çağına mühür vurmaları, zaten cabası. Her şey ucundan bir noktadan süper kahramanlara bağlanıyor artık.
- E Wonder Woman, tarihin gördüğü tartışmasız en büyük ve köklü süper kahramanlardan biri. Hiçbir zaman DC evreninde Superman ve Batman’den aşağıda bir yerde bulunmadı. Kadın olduğu için başına ekstra şeyler gelmedi. Kadınlığı konu değildi. 1940’larda feminist bir karakter olarak yazılmıştı. Yaratıcısı Dr. Morston onu feminist aktivist Margaret Sanger‘dan ilham alarak yazdı. Antik tarihin Hippolyta gibi feminist karakterleri kurgusal mazisinde önemli yer tutmaktaydı. Ve Diana bizim yazımızda anlattığımız üç dalga feminizme de bizzat şahit oldu. Üstelik kilden yapılmış, etnisiteler üstü bir karakter.
O zaman gelin, ona bakıp, geriye doğru mühendisliğini yapalım dördüncü dalga feminizmin.
- Kadın kimliği yüksek, ama sadece bununla bir kalıba sokulmayan;
- Profesyonel hayatında erkek muadilleriyle denk bir konumda duran;
- Özel hayatında baba, koca ya da oğul gibi başka bir erkekle olan ilişkisiyle tanımlanmayan;
- Kendi cinselliğinin farkında, ama sadece buna indirgenmemiş;
- Liderse lider, acımasızsa acımasız, şiddete meyilli ise şiddete meyilli; geleneksel cinsiyet rollerine uygun karakteristiklere biat etme gereksinimi hissetmeyen, hissetmediği için yargılanmayan;
- Bir sorun gördüyse, inisiyatif alıp onun için kavga veren, bunun için de dilerse yardım alan, dilemezse kendi yapan, bu hakkı sorgulanmayan;
- LGBTQ+ spektrumu dahilinde olan, bunun için özür dilemeyen, bunun da büyük bir mesele olmadığı bir karakter Wonder Woman.
O hâlde, daha nedir? Bir ikon olarak, bir sembol olarak bayrağını dikmesek mi Diana’nın her yere? Yıllardır ne kadınlığı, ne göğüsleri, ne de birinin anası olmak üzerinden tanımlamadığımız Diana’yı; sadece ve sadece sadakat gibi, gözüpeklik gibi, stratejik zeka gibi, cesaret gibi karakter özellikleriyle bilip sevdiğimiz, halatını attığına doğruyu söylettiren ve ahlaki olarak iyi olanın yanında içten pazarlıklı, bencil, kötücül her şeyle savaşan bu Amazon prensesini dördüncü dalganın bayraktarı yapmasak mı?
Bir anlamda, Wonder Woman’ın sancağı altında toplanmasak mı hep beraber, cinsiyet ve yönelim gözetmeksizin?
Ne dersiniz?