Aylar evvelinden Can Sungur ile yaptığım bir muhabbet üzerine planlamıştım aslında bu yazıda anlatacaklarımı. Neden öyle değil de böyle olduğunu; neden -bir bakıma- yanıldığını açıklayacaktım cümle aleme. Kabul, benden evvel bunları söylemiş birçok insan vardı; üzerine de yüzlerce defa konuşuldu ve ayrıntılı birçok şey yazılıp çizildi. Ancak bazı konuları vakitlice tekrardan canlandırmak ve bilimsel bir gerçek olmadığı için asla net bir sonuca kavuşamayacaklarından ötürü her daim yoruma açık şekilde bırakmak güzel bir eylem bana kalırsa. Yazının temelinde yatan amaç da bu zaten.
Şimdi; internette dolanırken birden fazla sahte habere denk gelmek mümkün. Öyle ki, yıllar boyunca Harry Potter’da Luna Lovegood olarak tanıdığımız Evanna Lynch hakkındaki birtakım şeyleri uzun süredir asparagas haber diye değerlendiriyordum sırf bu sebepten ötürü. Yakın zamanda da yine aynı habere denk geldim ve bu sefer bir röportajdan alıntı olduğunu gördüğüm birkaç cümleyle, aylar evvelinden Can Sungur ile beraber konuştuğum meseleyi anımsadım.
Lynch özet olarak röportajında, filmlere dahil olmadan önce ne tür bir hastalıkla mücadele ettiğinden ve Harry Potter serisinin ona nasıl destek olduğundan falan bahsediyor. Rowling ile konuştuğu şeyler ışığında Luna karakteri ile empati kurmasının hiç zor olmadığını ve hatta direkt içten içe benimsediğini söylüyor. Luna’nın garip bir insan olarak değerlendirilmesinden ve kendisinin de aynı şekilde hissettiği için bu bağın zor olmadığını belirtiyor.
Yıllar boyu, Lynch’in bir hastalıkla cebelleştiğini yalan haber sanıp dururdum. Rolü almasında Rowling ile mektuplaşmasına dair yazılıp çizilen çoğu şey gerçek mi değil mi bir türlü emin olamazdım. Ancak şu iki sene içerisinde tecrübe ettiğim şeyler ve bizzat Can Sungur ile konuştuğum mesele sayesinde artık bunun çok samimi bir gerçeklik olduğu konusunda eminim.
Bu kadar uzun bir girizgah sonrasında o gerçekliğin ve asıl konunun ne olduğunu açıklayayım hadi. Can Sungur ile konuştuğumuz konu Harry Potter üzerineydi elbette ki. Onun, beni sinirlendirmek için ürettiği küçük ve tatlı argümanları ile, aslında tahmin edebileceğinizden çok daha faydalı bir öğretmen-öğrenci konuşmasına dönüşmüştü muhabbetimiz. Basit bir soruyla başladı kendisi: Neden Harry Potter’ı seviyorsun? Ya da bilemiyorum, buna benzer bir şeylerdi. Ancak hedef basitti: Harry Potter’ın neden onun sevimli tabiriyle “boşa harcanan zaman” olmadığını savunmam gerekiyordu.
İtiraf etmeliyim ki, kendime çok güvendiğim konularda bile beni dumur eden argümanları sayesinde “Lan harbiden, acaba…” şüphesine çok düştüm. Bunu en çok da Harry Potter kısmından yediğim için, zaman zaman dışarıdan bakıp kendimi sorgulama ihtiyacı hissetmeye başladım. Eleştirel düşünen ve yüksek standartları olan akıllı bir insanla fikir kapıştırmak gerçekten zihninizi genişletiyor, kafa açıyor arkadaşlar; bunu unutmayın.
Nerede kalmıştım? Heh. Elbette ki Harry Potter’ı savunacaktım. Aslında neden değerli olan bir seri olduğunu anlatacaktım. J.K Rowling’in yalnızca son senelerdeki sapıtmalarını göz ardı edersek, aslında neden sandığı gibi görülmemesi gereken bir dünya olduğunu söyleyecektim. Öyle de oldu. O an heyecandan unutulan soruların cevapları gibi tüm Harry Potter evrenine dair bilgim bir an içinde uçup gitmiş gibi hissetsem de, duygularımla bu konuşmanın haklı tez üreteni olacaktım. Bilimsel bir şey değil, edebi bir şey bu; elbette ki sanat gibi subjektif alanlarda duygularla bir şeyler yapabilmek elzemdir.
Bir süre sonra “Harry Potter seven kimi tanıdıysam genelinin çocukluğunda bir problem var. Yalnız kalmış, ailevi sıkıntısı olmuş vesaire.” dedi Can Sungur ve işte bu yazıya hayat veren cümleyi söyledi nihayet. Evet, Harry Potter’a derinden bağlı olan herkesin bir problemi vardı. Peki problemli olmak bizim suçumuz mu? Ya da böyle olmayı biz mi planlayıp programladık? Hayır. Zaten verdiğim cevap da buydu. Hatta Can Sungur’un bu cümlesi, yanlış anlayacağınızı düşündüğüm ama dibine kadar gerçeklikle dolup taşmış bir soruydu.
Belki çok klişe, belki çok dramatik bir cevap olacak ama, Harry Potter bizler için sığınabileceğimiz bir limandı arkadaşlar. Herkesin elbette bir problemi olur ve bittabi her bireyin bu problemlerle başa çıkmasının farklı yöntemleri vardır. Ancak koca bir nesil için, hatta ve hatta sonrasında onları takip eden minik kardeşleri de dahil, Harry Potter son derece umut vaat eden bir evrendi. Altta gizliden verdiği mesaj da aşağı yukarı şöyleydi temelinde: Eğer ebeveynleri ölmüş ve bu dünyanın en kötü büyücüsü tarafından hayatı tehdit edilen küçük çocuk bile hayatta kalabildiyse, siz neden sorunlarınızın üstesinden gelemeyesiniz ki?
Elbette Harry’nin yedi kitap boyunca yüzleştiği tek problem bunlar değildi. Hatta görüyor ve arttırıyorum; sadece Harry’nin sorunları yoktu. Onca kitap ve macera boyunca o kadar çok karakterin problemi vardı ki aslında… Bunların hepsi bize kendi problemlerimizi unutturmaya yetecek kadar güçlüydü, yalnızca biz farkında değildik. Hayali olsalar da, sanki gerçeklermiş gibi davrandığımızda bizi rahatlatan bir auraları vardı ve biz bundan son derece memnunduk.
Hogwarts mektubumuzun gelmeyişini, baykuşun yolunu şaşırmasına kadar bağlayıp, içimizdeki çocuksu umudu hep koruduk. En önemlisi de, gönülden bağlandığımız bu büyücülük evrenine dahil olduğumuz için, gerçek fani hayatta çektiğimiz yalnızlık ve yüzleştiğimiz sorunlar hafifledi. Harry Potter’ın gücü buydu aslında, biz yıllar boyunca yanlış değerlendirdik: O “yaşayan çocuk” değildi sadece, itelenmişliğimize derman olan bir kahramandı her daim.
Kimileriniz “Harry Potter okuyanların çoğu problemler yaşamış” kalıbına takılacaktır diye düşünüyorum. Ancak hayır, o kadar doğru ve o kadar haklı bir cümle ki bu; gerçekten de derinden Harry Potter seven herkesin böyle bir tecrübesi olduğuna adım gibi eminim. Size bunu kanıtlamak için çok uğraşmama gerek yok aslında, direkt olarak geeklik örneğini versem kafi gelecektir. Hayatınızın en az bir keresinde sırf bu geek alemi ürünlerine karşı ilgi duyduğunuz için garipsenmiş, itelenmiş, yalnız bırakılmış, komik bulunmuş ya da kabuğunuza çekilmeniz konusunda sizi tetikleyecek her türlü şeye maruz kalmışsınızdır.
Evet, Harry Potter’a gönülden bağlıyım ve bu sadece çocukluğumdan gelen bir şey olmasından kaynaklı değil. Çocukken yaptığımız, beğendiğimiz birçok şeyi büyüdüğümüzde dahi reddedemeyebilir ve kötü yanlarını göremeyebiliriz. Bu konuda hakkınız var, kabul ediyorum. Ancak Harry Potter basit bir çocuk+gençlik serisinden fazlası. Evet, yetişkin edebiyatına giren bir türe dahil değil. Evet, 11 yaşındaki bir çocuğun hikayesini anlatmaya başladığı ilk kitaptan yedinci kitabın sonuna kadar onunla beraber büyüyorsunuz. Ama bunların hiçbiri, yaşınıza bakmaksızın ona bağlanmanızı engelleyebilecek bir şey değil.
Luna Lovegood’u canlandıran Evanna Lynch’in hastalık meselesi ve Luna hakkındaki görüşleri de burada aydınlık kazanıyor sanırım. Evet, dünyanın geri kalanıyla aynı beğenileri paylaşmıyoruz ve çoğunlukla da bunun için garip karşılanıyoruz. Saçma sapan takma isimler takılıyor ve hatta bu zevkimizden ötürü hor görülüyoruz belki. Sırf gözlük takan insanların “dört göz” olarak aşağı görülmesi bile benim ilkokul yıllarımda ağır bir şeydi ne diyeyim. Bundan nasibimi ben de aldım haliyle. Ancak, gerçek hayatın sıkıcılığı ve yıkıcılığı karşısında başkalarının veremediği güven ve umudu, hatta neşeyi, hayali bir karakterden alabilmemiz gerçekten kayda değer.
O yüzden evet, Harry Potter okumuş ve beğenmiş birçok insan problemli. Hepsinin bir yürek burkan öyküsü var, hepsinin kendince cebelleştiği ancak üstesinde gelmekte zorlanırken bu seriyi alıp tünelin sonundaki ışığı görme imkanına erişmesine dair birçok kanıtı var. Harry Potter olgusu, burada bir simge; bu amaç uğrunda savaşan sadece o yok elbette. Birçok çocuk veya gençlik serisi, büyümenin getirdiği acılı süreçlerde insanlara destek olmuştur. Ancak Harry Potter’ı direkt örnek olarak sunmam, çok büyük kitleleri derinden etkilemesinden geliyor.
Belki kiminiz Yüzüklerin Efendisi‘nin inanılmaz dünyasında kaybolurken böyle hissetti, belki bazılarınız da Percy Jackson serilerinin çok katkı olmadan sürükleyen sayfalarında yaşadı aynı hissi. Ancak hiçbiri, inanıyorum ki, Harry Potter’ın etkilediği nesiller kadar küresel çapta bir yalnızlık giderici görevi göremedi. Bu, hiçbirinin değerini azaltmıyor elbette, tıpkı Harry Potter’ı da diğerlerinin üstüne taşımaya tek başına yetmeyeceği gibi. Yine de, eğer size zor zamanlarınızda destek olan bir dostunuz varsa; onu kaybetmekten korkarsınız değil mi? Kötü vakitlerinizde hızır gibi yetişen ve sizi hayatın bunaltıcı atmosferinden kurtarabilen bir dost, sizin için vazgeçilmez hale gelirse, neden bundan utanasınız ki?
O yüzden Can Sungur’un kafamı ciddi anlamda açan argümanları ve elbette Evanna Lynch’in de üzerine bal kaymak olan röportaj haberini nihayet doğrulayabilmem sayesinde, geek aleminde dahi bir kesimi toksik görülen Potterhead’ler adına bir duyuru yapmak istiyorum: Evet problemlerim var(dı) ve Harry Potter dünyası dertlerime hafif de olsa derman oldu. Dertlere sahip olmak, problemli olmak, çocukluğumuzun ya da gençliğimizin buhranlarla geçmesi kesinlikle kaygılanmamız gereken bir şey değil. Çünkü dünya böyle ve elimizde olsa zaten buna izin vermeyiz. Ancak bir şeylere karşı dik duruşumuzda yardımcı olan herkes yakut değerinde. Geeklerin huzur verici bulduğu ama birçok insan tarafından “kaçış edebiyatı” olarak değerlendirilen evrenler de aynen böyle: Tökezlemeyelim diye tuttuğumuz baston, düştüğümüzde kalkmamız için en azından elini uzatma cömertliğinde bulunan bir dost.
Harry Potter’ı derinden sevebilirsiniz, problemli de olabilirsiniz. Yalnız kalmışsınızdır, ailenizle dertleriniz vardır. Hayat size iyi davranmıyordur… Mühim olan, bizi birbirimize bağlayan bu büyü evreni değil mi zaten? Aslında yalnız olmadığınızı fark ettiren küresel bir zevk. Hemen yanınızdaki insanın, aslında sizinle aynı şeyleri tecrübe ettiğini veya sevdiğini açığa çıkaran bir duygu yoğunluğu. Sahip olduğumuz eşsiz kültür ve değerleri aşılayan bir aracı. Naif ve iyi kişiliğinizi inşa eden tuğlalardan bir tanesi.
Korkmayın, aslında hepimiz Luna kadar aklı başındayız.
Ne derseniz deyin, Harry Potter’ı sevdiğimiz için (ya da en basitinden geek olduğumuz için) dertli bireyler olarak damgalanacaksak buyursunlar. Suçluyuz hakim bey!