Bu yazıda çok değişik, daha önceden duyulmamış bir şey anlatmayacağım. Hayır. Sadece, her gün maruz kalarak alıştığımız bir gerçekliği bir kez daha gündeme getirip tartışmak istiyorum, hepsi bu.
Konumuz: Neden okumuyoruz?
Sahi, neden okumuyoruz? Sadece kitaptan değil; aynı zamanda kısa makalelerden ve hatta ufak köşe yazılarından da bahsediyorum. Aklınıza gelebilecek her türlü yazı bütünlüğünü bu kapsama alabilirsiniz. Sınırları belirlemek tamamen size kalmış.
İletişim kurmanın, günlük hayatta gerçekleştirdiğimiz en basit olayların bile temelinde dil yatıyor ama biz okumuyoruz. Okumuyoruz çünkü gerçek anlamda tembelleştik. Beyinlerimiz son derece kolaya alışmış bir vaziyette ve inanyorum ki evrimin bir parçası olarak da böyle ilerlemeye devam edecek. Gittikçe daha da tembelleşecek. Wall-E izleyenlerdenseniz, teknolojinin tembelleştirmesi konusunda gittiğim noktayı pekala tahmin edebiliyorsunuzdur.
Tembelleştik evet. Ama bunu kesinlikle “Teknoloji kakadır, hadi eskiye dönelim.” demek için dile getirmiyorum. Her şey pozitif olduğu kadar negatif yönler de taşıyor ve teknoloji de bunlardan biri. Faydalanmasını bilene de fazlasıyla yararlı. Ama farkındaysanız teknoloji ilerledikçe insanların hayattaki “hız” beklentisi de aynı oranda ilerledi. Bir yerden bir yere gitmek yayan iken birden tekerlekli araçlarla daha hızlı ulaşım sağlar olduk. Aylar süren haberleşme yöntemi olan mektupla haberleşme süresi neredeyse saniyelere indirildi. Saatlerce ansiklopedi karıştırıp bilginin hazzına doyasıya varabilirken şimdi beş saniye içinde açılmayan internet sitesinin zaman kaybı olduğunu düşünür olduk.
Biz bir şekilde ilerleme kaydettikçe, hayatın temposu da hızlandı. Her şeyin süresi kısalınca yaşam standartlarındaki beklentiler de o yönde hız arzusuna girdi.
Ama farkında mısınız: Biz bu tempoya ayak uyduramıyoruz.
“Ben uydurabiliyorum ya, neymiş ki!” diyenler olacaktır. Sanmıyorum ki yüz yıllardır insanlar bu kadar çabuk ve hızlı şekilde hayatlarını idame ettirmiş olsunlar -en azından bildiğimiz tarihe bu yönde yorum getirebiliyoruz. Farkında değilsiniz ama bu süpersonik hızdaki tempoya ayak uydurduğunu düşünenler bile bir şekilde kendini ona göre adapte etmek zorunda kalıyor. Mesela zaman kazanmak için araç kullanmak gibi. Son güne sıkıştırılan çalışmalar için özet okumak gibi. Uzun bir makalenin yalnızca önemli olabilecek kısımların taramak gibi.
İşte tam da bu yüzden okumuyoruz: Hız kurbanıyız. Bu tempoya adapte olabilmek uğruna belki de hayatta en çok ihtiyacımız olan şeyden kısıyoruz. Bir kısa mesajı bile olabildiğince hızlı okuyup cevap vermek adına yarışa giriyoruz adeta. Uzun şeyler görmekten sıkılıyoruz; çünkü zaman kaybı olarak değerlendiriyoruz. İnternette bir haber gördüğümüzde hemen sadede gelinsin, tek cümlede bütün olan biten anlatılsın istiyoruz.
Ama yok, mümkün olmayan bir şeyi istediğimiz için okuyamıyoruz da.
Son zamanlarda yabancı haber sitelerinin tavrından dolayı özellikle, bu okumama alışkanlığı bana da bulaştı gibi hissediyorum. Bazı emeller uğruna gerçekten tek bir cümlede anlatılabilecek bir meseleyi uzatmaya çalışıp belli bir sınıra getirdikten sonra önümüze sunmaya çalışıyorlar. Belki siz de farkındasınızdır, eskisi kadar biz de sık haber girmez olduk. Çünkü teknoloji de, sosyal medya da artık basit ve bencil temeller üzerine kurulu bir düzende yaşamını idame ettiriyor. Bizler de bu hızın kurbanı olarak aynı şekilde beynimizi adapte ediyoruz yaşama.
Önünüzde yalnızca bir saatlik bir süre var diyelim; bu bir saat içerisinde ya bir makaleyi gerçekten özümseyerek okuyup bitirmeniz şart ya da hızlıca tarayıp mühim gördüğünüz noktaları belirledikten sonra kalan süreci istediğiniz gibi harcayabilme şansınız olacak. Şimdi kimse yalan söylemesin, çoğunluk ikinci yolu tercih edecektir, değil mi? Ama ben sanmıyorum ki bu gerçekten bile isteye seçtiğimiz bir yol olsun. Aslında tamamen yararcı, yani pragmatik pencerelerden baktığımız hayatın sonucu bu bir bakıma. “Neden işimi yarım saatte halledip kalan yarım saati de istediğim gibi harcamayayım ki?” düşüncesi, hayal edebileceğiniz en doğal düşünce. Bunun için kendinizi suçlamanız gerekmiyor. Bunun için tembelleşip hayatın hızına uyum sağlamaya çalışan bünyelerimizi nasıl terbiye edebileceğimizi düşünmemiz gerekiyor.
Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz kompres edilmiş şeyler, bir bakıma çok da uzak değil. Gittikçe küçük, pratik ve daha kolay hale getirilmeye çalışılan koşullar bu hıza adapte oluşumuzdaki lunapark trenleri gibi bir şey. Gerçekten de minik bir çiple koca bir ansiklopedi değerindeki bilgiyi saniyeler içinde sindirmek varken neden saatlerimizi, günlerimizi ve hatta ömürleimizi harcayalım ki? Neden zevkine varacağımız şeylere daha fazla zaman ayırmayalım?
İşte mesele tam da bu: Bilgiye ulaşmanın zevki, çabalayarak uzun yoldan erişilen sonucun hazzından uzaklaşıyoruz. Bu yüzden okumuyoruz. Bu yüzden tembelleşiyoruz. Bu yüzden zevkimizin kahyası oluyoruz. Kendimizi yeni bir şeyler öğrenmenin, elde etmenin ve hatta tek başına başarılı olabilmenin mutluluğundan korkar hale getiriyoruz.
Bilemiyorum, belki de tüm bu söylediklerim birer safsatadır. İnsanlık o yolda ilerlemiyor ve benimkisi sadece bir kuruntudur. Yaptığım gözlem, kendimde bile görmekten utanç duyduğum bu alışkanlık bir bakıma “öleceğini bile bile inkar içinde yaşar insan” düşüncesi gibidir. Görmek istemiyorumdur gerçekleri…
Sahiden, yoksa siz de okumuyor musunuz?