Her karakteri belli başlı özellikler tanımlar. Kimisi için bu, gücüdür örneğin. Kimisi karizması ile ön plana çıkar. Yıllar içerisinde hemen hemen her özel yazar, kendi yarattığı karakterlere farklı temeller biçmeyi başarmıştır. Bazısı şiddet ile olan ilişkisiyle ön plana çıkar; mesela The Punisher bunun müthiş bir örneğidir. Frank Castle keser, biçer, kan döker, yetim bırakır, gözyaşı akıtır. Ancak siz yine de onun tarafını tutarsınız, onun psikolojisini irdeler, onunla empati kurarsınız. Yazarlar da bu enteresan ilişki üzerine kat çıkarlar.
Bir takım süper kahraman da, her şeyden önce, ebeveyn veya ebeveyn figürleriyle olan ilişkilerince tanımlanır. Bu yazıda biraz onları deşeceğiz. Tutup roman kahramanlarını da anlatabilirdik, ebeveyni üzerinden çizilen karakterlere video oyunlarından da örnek bulabilirdik açıkçası. Ancak büyük süper kahramanlar genelde büyük trajedilerden doğarlar, ve bir yazarın aklına gelebilecek en büyük trajedi ailesel olduğu için ebeveynler çok kilit bir yer taşır. Bu yüzden de konu mankenimiz süper kahramanlar.
Derdimiz “En çok kimin ailesi zarar gördü?” sorusuna cevap bulmak değil, onu baştan söyleyelim. Sadece tanımaya çalışırken, ebeveynlerini anlamazsanız kesinlikle tam bir portre alamayacağınız karakterleri listeledik. Çok da saçılmak istemedik. Üç tane bulduk. Tanıyorsunuz onları, ama biz biraz daha dipten anlatmaya çalışacağız. O üçlü, şöyle sıralanmakta.
3. Tony Stark, Iron Man
Bu tip bir listede aklınıza ilk gelecek olan şey Tony Stark değil muhtemelen. Zira Tony’yi ele alan hikayeler, çokça yüzey üstünden aile ögesine dem vururlar. Tony’nin hikayeleri genelde onun egosu üzerinden ilerler. David Michelinie, Bob Layton ve John Romita, Jr‘ın meşhur Demon in a Bottle hikayesi de buna bir örnektir örneğin. Yüzeyde mesele Tony Stark’ın alkolizmidir, ancak Tony’yi şişenin dibindeki şeytanla yüzleşmeye mecbur kılan olaylar zinciri Iron Man zırhının beklenmedik yerlerde arızalanmasıyla başlar. Bu Avengers üyelerinin Tony’den liderliği bırakmasını istemesine sebep olur. Süregelen hikayede Tony’nin tam anlamıyla başarılı olamadığı bir dizi enstantane görürüz. Tony’yi iyice şişenin dibine iten şey, ego kompleksinin örselenmesidir aslında.
O yüzden belki de Tony, listemizin diğer iki üyesi kadar ebeveyni üzerinden tanımlanmıyor. Ancak yine de, tüm o egonun, bravadonun, sivri dilin ve Rand-vari sanayiciliğin altında yatıp; yukarıdaki her şeyi besleyen şey Tony’nin babasıyla olan ilişkisidir. Iron Man külliyatında Tony’nin annesi ile olan ilişkisine çok değinilmez, ama babası Howard Stark, kendi başına bir karakterdir. O kadar ki, şu cümle rahatlıkla kurulabilir: Iron Man, babasının gölgesinde kalma ihtimaliyle yüzleşen tek süper kahramandır.
Süper baba/anneli başka kahramanlar da vardır elbette. Bruce Wayne, akla ilk gelen örnek. Ancak Batman hikayelerinde Bruce’un babası Thomas çoktan ölmüş olduğu için genelde bir koruyucu melek / örnek idol olarak kullanılır. Hesapta Superman’in biyolojik babası Jor-El de büyük adamdır, ama on Superman hikayesinin dokuzunda dış kapının mandalı bile değildir. Tony; diğer tüm bu örneklerin aksine her sabah yatağından kalkarken şu soruyla hesaplaşır: Bugün bir Howard Stark kadar iz bırakabilecek miyim dünyaya?
Tony’nin servetinin müsebbibi Howard’dır, çünkü Stark Industries’i o kurmuştur. Cılız Steve Rogers’ı Captain America yapan projenin arkasındaki beyin odur. Manhattan Project’te yer almıştır. SHIELD’ın kurucularındandır. Hangi devamlılıktan iz sürerseniz sürün, hangi hikayeyi gerçek sayarsanız sayın, tartışılmaz olan şey şudur: Eğer Nick Fury’yi bir baba olarak konumlayacaksak, Howard Stark da tüm Marvel evreninin vaftiz babasıdır.
Tony de bu gölgede ikamet eder. Diğer tüm mega-başarılı, über-zengin ve süper-şöhretli ebeveynlerin oğulları gibi her gün o gölgeyle savaşır. Bazı günler yener. Bazı günler yenilir. Ama o gölge hep oradadır.