Şarkılar dürüsttür ya. Genelde öylelerdir yani. Neticede tüm meramını ortalama dört dakika içerisinde anlatmak zorunda olan bir medyumdan söz ediyoruz. Yalan söylemeye ne kadar vakti olabilir ki? İlk notasından belli olur genelde bir şarkının size vereceği hissiyat. İlk duyduğunuz enstrümandan, davula gelen ilk vuruştan, vokalin ilk tınısından az çok anlarsınız… Değil mi? İşte her zaman değil. En azından, şu 15 şarkı öznelinde değil.
Burada listelediğimiz şarkılar, bizi sinsice üzen şarkılar. Öyle alenen, atıyorum, Street Spirit gibi, “Merhaba arkadaşım, seni üzmeye geldim, şuraya oturursan daha rahat devam ederiz” ikazıyla başlayıp, paramparça eden şarkılardan söz etmiyoruz burada. Bunlar baya başka bir şeymiş gibi davranıyorlar bir süre. Ya tempoları yüksek, ya enstrümanları sıradışı; ya da aynı anda hem üzücü, hem de güzel olan o müthiş aralıkta duruyor, ama bir noktada bilinçli olarak öteki tarafa düşüyor.
Listelediğimiz her şarkının böyle bir böğür yumruğu var. Mesela PJ Harvey ve Thom Yorke‘un münferit insan üzme çabalarından sıyrılıp, beraber yaptıkları The Mess We’re In Var. Çiçek gibi şarkı. Hızlı gibi de aslında, ama bir şekilde, Harvey ve Yorke öyle yaradana sığınıp vokal döşüyorlar ki şarkının üstüne, bir anda çok da anlayamadan mutsuz buluyorsunuz kendinizi. Tam tersi bir durum da, Morrissey‘in Everyday is Like Sunday’inde var. Müzik, vokal, ritm, her şey çok iyi… Sonra bir şey oturuyor içinize anlamsız, açıp bir sözlere bakıyorsunuz ki, Morrissey baya varoluşundan baymaktaymış şarkı esnasında…
Onun haricinde tüm ekmeğini bu sinsice üzmeler üzerine kuran grupları da es geçemezdik elbette. Portishead, Florence + The Machine, Glasvegas… Ki, söylememiz lazım, sinsice üzmek ve sinsice üzülmek, mutlu gözükürken bir anda paramparça bir vaziyete dönmek, fena hâlde İskoç hareketler. O yüzden, bir de Garbage’ımız var listede. Hani grubun geri kalanı Amerikalı, ama Shirley Manson’ın yüzü suyu hürmetine. Bunlar haricinde, listemiz şu şekilde efendim. İyi dinlemeler!