Inside Out dediğiniz şey, çok acayip bir şekilde, maça 1-0 yenik başlıyor aslında. En büyük avantajı gibi gözüken şey, aynı zamanda ayağına takılan da en önemli kösteklerden bir tanesi. Inside Out, bir Pixar filmi. Bu, beraberinde bir kredi getirdiği gibi, altında yaşamanız gereken bir gölgenin de olması demek. Siz otomatikman, o etiketle çıktığınızda Toy Story‘lerle, WALL-E‘lerle, Up‘lar ve Finding Nemo‘larla yarışıyorsunuz. İşiniz zor. Ne yaparsanız yapın, bu titanlarla kıyas yiyeceksiniz.
Baştan söyleyeyim, Inside Out hiçbir şekilde bu kıyasın altında ezilen bir film değil. “Vay babam, Up’ı yapan bunu da mı yapmış?” demiyorsunuz asla. Inside Out, komik, duygusal, dokunaklı, düşünceli ve eğlenceli bir film. Yıllar sonra kendisini hatırladığımızda, “bunun ne işi var Pixar’ın şöhretler duvarında?” demeyeceğiz yani. Bilakis, vakti olanı izlemeye de davet ederim yürek ferahlılığıyla. Özellikle de Türkçe dublajlı hâlini kaçırmamanız tavsiyemdir.
Gelin görün ki, filmin bir Up, bir WALL-E, bir Toy Story olmadığı da aşikar. aslında pek çok parçası işliyor aslında. Film, aslında basit gözükmesine rağmen sağlam oturtulması gereken bir temele; yani kafamızın içindeki küçük seslerin bedene geldiği düşüncesine sahip. Bunu çok kısa bir sürede, çok isabetli bir teşhir sekansıyla başarıyor. Film sizi koltuğunuza oturtup, kemerlerin bağlı olduğuna emin olduktan sonra da animasyon tarzıyla büyülemeye başlıyor. Belki Wall-E hariç, karakter tasarımlarını en beğendiğim Pixar işlerinden biri olduğunu dahi söyleyebilirim.
Bu şirin ve başarılı animasyon tarzı, filmden dalga dalga bir sıcaklık yayılmasına sebep oluyor. Çok samimi, içten bir film bu. Üzerine koyduğu metaforlar da bu güzel ısının bir parçası konumundalar. Bu bir büyüme hikayesi, ama daha önce hiç gördüğümüz türden bir büyüme hikayesi değil. Çünkü kör göze parmak sokmadan, büyürken yeniden konumlandırdığımız neşe ve hüzün kavramlarımızı, yıkıp yeniden inşa ettiğimiz “karakter adalarımızı” anlatıyor. Herkesin tanımlayabileceği, kendinden bir parça koyabileceği bir şeyler var.
Bunları yaparken de gerçekten çok komik bir film olmayı başarmış Inside Out. Samimi söylüyorum. Filmleri genelde artık içi geçmiş basın mensuplarıyla izlediğimden, en komik espriye bile sessiz kalan salonlara çok alışmış olan ben; bir bölük dolusu yetişkin ve kırk senedir sinema yazarlığı yapan kaşarlanmış insanların hunharca gülmesiyle bundan iyice emin oldum. Inside Out baya komik bir film yani sıcaklığının yanında.
Bunların çoğunu da seslendirme kadrosuna borçlu bu arada. Çok dürüstçe söylüyorum, bu filmi üzerine para verseler bir daha İngilizce seyretmem şu saatten sonra. Bir kere kusura bakmayın, Gupse Özay‘ın “Üzüntü” performansı, Amerikan muadilini ikiye katlayıp iskambil oynar yani, o kadar iyi ki… Filmin kendine has esprileri de dilimize harika bir şekilde lokaliz edilmiş. Yani dedim ya, hakikaten iyi bir seyirlik için gereken her şey fazlasıyla var burada.
Peki o zaman onu Pixar’ın şöhretler duvarına asılmaktan alıkoyan şey ne? Inside Out, tüm bu meziyetlerine rağmen, bir noktada kendi ayağına takılıp düşen bir film maalesef. Filmi yücelten şey hikayesiyse, yakan şey de konusu maalesef. Bir çocuğun ergenlik arifesinde şehir değiştirmesinin, büyüme sancılarıyla birleştiği andaki buhranları kafanın içindeki küçük canlılarla verme fikri çok şahane, ama bu sürecin işlenişinin kendisi korkunç derecede aksak olmuş.
Konu bir noktadan sonra görgüsüzce “bakalım bu sefer ana kahramana ne gibi bir köstek çıkabiliriz?” kıvamına geliyor. Filmin adım adım inşa ettiği doğal akış, resmen sanki süreye yirmi dakika daha eklensin diye saçma sapan yoldan çıkışlarla bozulmuş. Bunu şöyle düşünün, eğer filmlerin konuları bir tren yolculuğu ise, Inside Out son çeyreğinde en az on dakikada bir bu treni “konuya heyecan katmak” adına deviriyor. İlk devriliş sizde gerginlik yaratıyor, merak uyandırıyor ama, artık beşincisinden sonra iki elinizi yana açıp “e ama hadi be kardeşim?” nidası çekesiniz geliyor.
Bu filmi iptal eden, yakan bir günah değil. Sadece filmin sonlarına doğru bir noktada “e artık?” diye sıkılacağınıza dair yaptığım şahsi uyarım, bir de Inside Out’ın neden bir WALL-E olamadığına dair izahatim. Yoksa yani, son paragrafta tekrar altını çizme ihtiyacı hissediyorum: Gidin bu filme. Baya çocuğunuzu falan alıp gitmenize de gerek yok, şöyle boş bir vaktiniz varsa gidin. Ne senenin, ne Pixar’ın ne de Disney’nin “en iyi filmlerinden” biri değil. Ama iyi bir film ve izlenmeyi de muhakkak hak ediyor.
5 Comments
Toy Story, Wall-E, Up ve Nemo Pixar bu filmlerin üstüne çıkamaz ki çıkmamalı. Bir Toy Story Wall-e den ne üstün ne altında hepsinin ortak bir noktası var. İÇSELLİK. Pixar bu filmler ile inanılmaz bir maneviyat yakaladı. Baba Oğul, Ölen Eşim, Ve Robot sevgilim gibi basit temaları harmanladı ve ortaya Dramatik bir tat bıraktı esasında Pixar bu filmlerle eğlendirmekten ziyade bizim yüzümüzde ciddi anlamda şahane bir gülümseme bıraktı. Pixar yapacağı filmler ile bu dörtlüyü kıyas noktasına getirmeden daha manevi daha içsel işler yapmalı. (Yani hanginiz Toy Story 3 son sahnesinde gözünüzden bir damla yaş gelmeden durdunuz.)
Wall-E’nin aşırı derece overrated ve sıkıcı bir film olduğunu düşünen biri olarak bu filmden büyük keyif alacağım sanırım. Zaten gidecektim, eleştiri de iyice umutlandırdı.
Bir cümlede 2, iki cümlede 3 aslında:
“… aslında pek çok parçası işliyor aslında. Film, aslında basit gözükmesine rağmen sağlam oturtulması gereken bir temele;…”
ayy, çok kötü olmuş hakikaten be…
Typo’larımdan LeBron James ve Stephen Curry sorumludur bu arada…