1998 Şubat’ı… İnsan on bir yaşını bile bile harcar mı? Bence harcamaz ama ben harcadım. Nefret etmeme rağmen her hafta düzenli olarak pazartesi ve perşembe akşamları Acibadem’deki okulumdan Beşiktaş’a müzik derslerine gidiyor, iki saatlik kabir azabının ardından saat on sıralarında motora binip Üsküdar’a geçiyor, oradan sallana toparlana evimin yolunu buluyordum. İlk LEVEL dergimi o zaman almıştım. Hani derginin Levıl değil de yazıldığı gibi Level şeklinde doyasıya bir mutlulukla tellaffuz edildiği o güzel zamanlar… İlk kez bir oyun dergisi almanın heyecanıyla bir köşede kendimi renkli sayfalara kaptıracak, o günkü dersime yarım saat geç kalacak, daha sonra da öğretmenden disiplinsizlikle ilgili ilk ciddi söylevi dinleyecektim. Hayatıma Age of Empires, Quake gibi kavramlar o günün akşamında ilk girişi yapacaktı.

İstanbul Efsaneleri: Lale Savaşçıları da o şubat LEVEL’ının bana sunduğu ışıltılı hazinelerdendi. İlk defa oyun denilen şeyin aslında ayakları yere basan, otobüse binen, simit yiyen insanlar tarafından da yapılabildiğini Lale Savaşçıları ile öğrendim. Öğrendim öğrenmesine de yaş daha on bir, nereden nasıl gidilip alınıp gelineceğini bilmiyorum. Uzun zaman tek oyunla idare etmiş biriyim ben, bir akrabamızın hediye ettiği Tomb Raider’ı oynuyordum sadece, onu da bilgisayara zarar verir korkusuyla hiç save etmeden, insanoğlunun belki de en gereksiz sabır sınavını kendime defalarca uygulayarak. O yüzden Lale Savaşçıları senelerce oynayamayıp,hayallerimde kendimce yaşattığım bir oyun oldu. Gerçeği neydi uzun süre öğrenemedim ama ben kendi Lale Savaşçıları tasvirimden memnundum.

f7xfZ5c

Ben hayallerle yaşı yirmi altı ederken pek çok yerli oyun yapılmaya çalışıldı, pek çok fikir konuşuldu, pek çok ümitler doğup yıkıldı. Hiçbir zaman günyüzü görmeyecek bir Dedektif Fırtına 2 afişi duvarıma asıldı, ilk yerli survival horror olarak Kabus22 nefesler tutularak beklendi. Çoğu heves söndü, çoğu rüya yıkıldı. Indie oyun yapımcıları sessizce çalışmayı sürdürdüler bir köşede. Gene de Lale Savaşçıları’nın adı unutulmadı. Oyun, “İlk yerli RYO” olma özelliğiyle bir şekilde kısa tarihçemizde yer aldı. Muhtemelen sektör bir gün büyüyebilirse, Lale Savaşçıları geriye dönülüp konuşulacak yegane oyun olacak.

Peki neydi Lale Savaşçıları? Biraz daha genişletirsek, bu kült yapım “Türk video oyunu” dendiğinde hangi sorulara nasıl cevaplar veriyor?

Hızlıca özet geçelim. İstanbul Efsaneleri Birinci Bölüm olarak da bilinen Lale Savaşçıları 1994 yılında Amiga için Siliconworx adlı grubun tasarladığı bir RYO. O dönem üniversite öğrencisi olan Siliconworx ekibi üyeleri, bir yılbaşı gecesi Şişli’de gözlemledikleri bir olay üzerine bu oyunu yapmaya karar verirler. Bir kadın yolun ortasında tacize uğrar ve yardım istediği polis memuru tarafından da “sen kuyruk sallamasan o adam sarkıntılık etmezdi” diye terslenir. Tasarımcı gençleri çok etkileyen bu olay, İstanbul’un artık korkunç bir yer olduğu ve kurtarılması gerektiği fikrini kafalarda doğurur. Ardından gelen on altı aylık bir sürecin sonunda Lale Savaşçıları tamamlanır.

Lale Savaşçıları gerçekten zorlu bir sürecin eseridir. Grubun daha evvelden bir Umut Tarlaları deneyimi olsa da RYO daha evvel denenmemiş bir türdür. İnternetin olmadığı, role playing’in bir avuç insan tarafından sadece birkaç başucu kitabı sayesinde bilindiği bir dönemden bahsediyoruz. Buna rağmen gerek oyun dinamiği gerekse görselliği beklentilerin üstünde bir oyundur ortaya çıkan. Amatör olmasına rağmen efektleri iyi kotarılmış ara videolar, tamamen orijinal çizimler, özgün müzikler… Lale Savaşçıları eli yüzü düzgün bir iş çıkarmayı başarmıştır bu açılardan.

113896-i-stanbul-efsaneleri-lale-sava-c-lar-amiga-screenshot-battle

Ancak bugün tartışılmaya değer olan şey Lale Savaşçıları’nın dönemi için teknik başarısı değil. Lale Savaşçıları’nın hikayesi ve yaratmaya çalıştığı mitos, bize yirmi sene öncesinin toplumsal kabulleri hakkında büyük ipuçları vermekte.

Gözümüze ilk çarpan şey, Lale Savaşçıları’nın doksanların ilk yarısındaki bir video oyunu için beklenmedik ölçüde politik olması. Oyun politika yapma derdinde değil ama yadsınamaz bir duruş ve tepkisellik içeriyor. Ne yazık ki bu duruş ve tepkisellik ham bir noktada kalmış, gelişememiş. Paralel bir evrendeki İstanbul’umuz Şeyh Cehalet / Gavur İmam olarak anılan bir düşmanın saldırısı altındadır ve bizim grubumuz, bu İstanbul’u yaklaşan tehlikeden kurtarmak için şeyhin ordularıyla savaşmalıdır. Düşmanlarımızı genel olarak (aynen oyunun kullandığı terimlerle ifade edersek) “magandalar”, “lavuklar” ve “yobazlar”dan oluşmaktadır.

Eleştirel yaklaşmadan önce şunu söylemek gerek, Lale Savaşçıları muhtemelen iyi niyetli bir proje. Oyunun kitapçığı, özellikle önsözü ile o zamanın genç Siliconworx ekibinin yaşadıkları toplumdaki yozlaşmışlıktan bunaldıklarını ve tepkilerini dışa vurmak için bu oyunu yaptıklarını  samimi bir şekilde gösteriyor. Buna rağmen ekibin en büyük trajedisi, siyaseten bugün çok hatalı bir üslup ile dertlerini anlatmaları. Dobra dobra değilse bile rahatsızlık uyandıracak bir üslup kendini gösteriyor.

Lale Savaşçıları, İstanbul’u kurtarma misyonunu üstlenirken “İstanbullu” tanımını da yapma hakkını kendinde görüyor. Magandalar, (otosansür ile şekil değiştirmiş bir terim ile tanımlanmış) ırospalar ve dejenere entelektüel kesimi simgeleyen “lavuklar”, her ne kadar oynanabilir karakterler de olsalar Lale Savaşçıları’nın çok da sempati ile yaklaşmadığı “ötekileri”. Ne kadar yardımcı olurlarsa olsunlar, Lale Savaşçıları’nın perspektifinde bu grupların İstanbul’un saf temiz günlerini kaybetmemizdeki etkileri yadsınmıyor, unutulmuyor.

LaleSavascilari_PBig

 

Ancak oyunun asıl kötüleri cehaletin ordusunda yer alan yobazlar. Kastedilenin fazlasıyla kaba bir muhafazakar kitle tanımı olduğunu anlamak ise zor değil. 1994 yılında oyun ile ilgili hazırlanan bir televizyon haberinde  Özgür Özol’un oyundaki kötülüğü “sakal”, “örümcek” ve “karanlık” ile tanımladıkladıklarını açıklaması da pek çok noktayı netleştirir nitelikte.

Lale Savaşçıları’nı sadece Türkiye’nin ilk RYO oyunu olarak değil, Türkiye’nin ilk ve tek ideolojik öğeler barındıran oyunu olarak da görmemiz gerekir. Şüphesiz oyun bugün için hatları sert bir elitizm ve sekülerizm barındırıyor. Ekip verileni röportajlarda çok da siyaset yapmadıklarını iddia etse de aslında Kemalist ideolojinin ışığında bir görevler dizisi ile hikayeyi oluşturmak temel seçimleri oluyor.

Siliconworx’ın muhafazakar kesime duyduğu korkuya ek olarak tepeden bir İstanbullu tanımıyla yola çıkması onu bugün söylem olarak ne yazık ki fazlasıyla itici bir noktaya getiriyor. Seksist bir dil, dışlayıcı bir stereotipleştirme çabası; radikal islamdan (haklı bir şekilde) korku duyan bu hikayeyi yoldaşsız kalmaya mahkum ediyor. Kendini bu dışlayıcı üslup ile tanıtmasa idi Lale Savaşçıları’nın dine ve radikalliğe karşı duyduğu kaygı çok daha evrensel olabilirdi. Popüler kültür eserlerinden sınıfsal bir yaklaşım beklemek rastgelindiğinde mutlu eden düşük bir ihtimal, bunu bu oyundan istemek büyük bir talep olurdu, ancak en azından şehirli-taşralı ayrımının yarattığı ve konu İstanbul olduğunda ayyuka çıkan bazı keskinlikler Lale Savaşçıları’nda olmayabilirdi.

Öte yandan bugün olanlara bakıp, belki oyunda karşımıza çıkan kaygıya “ama haklıymış” diyebilirsiniz. Ama belli ki zamanında geniş kesimlerin benimsediği ve alenen “dışlamaya” dönüşen bu kaygının, bugün gelinen duruma zemin hazırladığı da savunulabilir. Dışlayıcı üsluplar, dışlayıcı üsluplar doğurmuş olabilir yani anlayacağınız.

Gene de belirtmeliyim ki tüm bu seçilen yollarda bilinçli bir nefret söylemi yaratma çabası hissetmedim. Görülen o ki Siliconworx’un üyeleri 1993 yılında gerçekten kendilerini tehdit ettiğine inandıkları şeylere karşı bir oyunla seslerini duyurmak istemişler . Oyunun tanıtım kitapçığında bir cümleyle de olsa Sivas Katliamı’ndan bahsetmeleri neden bu genç üniversitelilerin cehalete karşı bir oyun yapma çabasına girdikleri hakkında fikir verir nitelikte.

Lale Savaşçıları önemli ancak söylem olarak sorunlara sahip bir oyun. Bugün RYO yapacak bir insan Lale Savaşçıları’nı alıp kesinlikle incelemeli, İstanbul’u nasıl bir fantazyaya eklemlediğini anlamaya çalışmalı; ancak onu taklit etmeyi denememelidir. Zira bugün bu politik dille bir oyun yapmak demek, karşısında savaştığımız cehalete ve dışlayıcı üslubun ta kendisine dönüşmek olur…

 

E.N.: Bu yazı aslen Fareler Oyunda‘nın 2. sayısı “Direniş Oyunu” için yazılmış, yazarın izniyle tashihlenip siteye konulmuştur.

Y.N.: Bu yazıyı 2013’ün ilk aylarında, Gezi Direnişi’nin arifesinde kaleme almıştım. O zamandan bu yana ülkede ve Orta Doğu’da büyük değişikliklerin vuku bulduğunu dile getirmeme herhalde gerek yok. Yazının bazı kısımlarında oyunun söylemlerin Kemalist bir politikayı takip ettiğini olumsuz bir özellik olarak belirtmemden ötürü pek çok tepki aldım. Muhafazakar tasvirinin kaba bir şekilde kotarıldığını söylemem de çoğu okurun net yargılara varmasını kolaylaştırdı, bir anda sistemin adamı bir kişilik oluverdim. Bazı muğlaklıkları toparlamak için yazıda bir senenin ardından düzenlemeler yaptığımı ilgili okurlara söylemek isterim. “Neden gösterilmiş emeği itibarsızlaştırmaya çalışıyorsun” diyenleri dikkate almayacağım. Onları “itibarsızlaştırmanın” nasıl bir süreç olduğunu biraz daha araştırmalarını tavsiye ediyorum. Eklemelerde de belirttiğim üzere Lale Savaşçıları keşke İstanbul konusundaki yaklaşımını Beyaz Türk’ün değerleri üzerinden değil de sınıfsal bir eksenden kursa imiş. Bugün yaşanan İŞID meselesinde toplumun farklı kesimlerinin birleşip ortak bir ses çıkaramamasında herkesin kendi dışındakini güvenilmez ve “yozlaştırıcı” görmesinin, bir coğrafyanın (şehir olur, ülke olur) ev sahipliğini safi kendi hakkı saymasının etkisi çok büyük.

Gene de önemli bir deneyim bu oyun. Bazı şeyler farklı olabilirdi, olmamış sağlık olsun demekten başka yapacak bir şey yok.

 

Author

Eskilerin dediği gibi: "You must gather your party before venturing forth"

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.