Başlangıç ya da Ona En Yakın Şey
Her Neyse Artık?

Fırtına bulutu göğü gümbürdeterek geldiğinde saklanır, kapılarını kilitler ve dua edecek bir yer bulursun çünkü o seni bulursa geri dönüş yoktur. Fırtına bulutu suntadan yapılmış kasabam Ridgeway’e geldiğinde saklanabileceğim hiçbir yer yoktu. Yedi yaşındaydım ve nineme öfkeyle bağırıyordum. Lambalarda yakmak için çam reçinesi toplamaya gitmemi istiyordu. Yanarken güzel kokmalarını sağladığını söylüyordu. Ona güzel kokuların aptalca olduğunu ve evimde çam kokusu istemediğimi söyledim.

Ninem, “Burası benim evim, kızım,” dedi. “Sen sadece, annenle baban dönene kadar burada kalan bir konuksun. Çabuk dönmeleri için dua et.”

Sanırım o zamanlar başka bir adım vardı. Ninemin bana Elka dediğini hiç hatırlamıyorum. Ona defolmasını söyleyip bağırmaya başladım. Ninem, az sonra dayak yiyeceğimi işaret eden ses tonuyla, “Dilin, şeytanın dili kadar kara,” dedi. Bastonuna uzandığını gördüm. O bastonla sırtımda açtığı yaralar daha tazeydi.
“Dilim kara filan değil! Sen annem değilsin, bana hiçbir şey söyleyemezsin!” Ağlıyor ve yemek masasını devirmek için elimden geleni yapıyordum. Tüm tabakları ve üç çeşit çatalı yere düşürmek istiyordum. Bunun nineme gününü göstereceğini düşünüyordum.

Ninem sık sık yaptığı gibi iç geçirdi. Ridgeway’deki başka yaşlıların da böyle iç geçirdiğini duymuştum. Sanki sıkıldıkları şey, onlara rahatsızlık veren kişi değil, dünyanın böyle insanlarla dolu olmasıydı. Ninem çok yaşamıştı; yüzlerce yıllık olmalıydı. Yüzündeki kırışıklıklar, o yılların ağlayarak, yavaş yavaş ve çok yorucu geçtiğini gösteriyordu.

“Annen, yani benim aptal kızım,” dedi ninem, “bir adamla birlikte kaçtı.” Bir an için bana annemmişim gibi,
gözlerinde sevecenlikle baktı. Sonra, muhtemelen diğer yarım olan babamı gördüğü için bana tekrar kızdı. Dişlerini o kadar kuvvetli sıktı ki bir an kırılıp ağzının içinden fırlamalarından korktum.

“Beni almak için geri gelecekler,” dedim ağlamaklı bir sesle. “Beni dövdüğün için babam seni fena benzetecek.”

Ninem örümcekkuşu gibi tiz ve katmanlı bir sesle güldü. “Baban kuzeyde altın peşinde koşmakla çok meşgul. Annen de botlarını parlatmaya o kadar dalmış ki seni düşünmeye vakti yok, kızım. Bana mahkûmsun, ben de sana mahkûmum. Bu yüzden, gidip o reçineyi getirsen iyi olur,
yoksa yemin olsun ki seni morartana kadar döverim.”

Ninem yumruklarını sıkmıştı. Vücudu titriyordu. Çok öfkeli bir kadındı ama Mussa Vadisi’nde doğmuş herkes gibi baştan ayağa sert ve inatçıydı. Kâğıt gibi teninin altında kimsenin tahmin edemeyeceği bir gücü vardı. Bir keresinde sadece ellerini kulanarak kolumu kırmıştı.
Kollarımı göğsümün üstünde kavuşturup homurdandım ve ona çam filan istemediğimi, çamlardan da ondan nefret ettiğim kadar nefret ettiğimi söyledim.

O zaman ninem benden bıktı ve kollarını havaya doğru savurarak yürüyüşe çıkacağını söyledi.

“Peşimden gelme,” dedi. “Artık seni görmek bile istemiyorum.”

Gideli yarım saat olmuştu ki gök karardı ve güneş yok oldu. Bir dağ ikiye ayrılıyormuş gibi sesler çıkıyordu. Ondan sonra bunu kaç kez duymuş olursam olayım hâlâ korkarım. Soğuk, ayaklarımdan kafatasıma kadar kemiklerim boyunca ilerliyordu. Titriyordum. Yaz aylarındaki bir kar tilkisi gibi terliyordum. Hepsi, o gün yüzündendi. Hepsi de fırtına bulutu geldiğinde ninem beni yanlız bıraktığı için
oldu.

İki odalı küçük kulübemiz ormanın derinliklerindeydi ve sert hava koşulları karşısında hiç şansı yoktu. Ninem, yirmi yıl kadar önce İkinci Çatışma’da ölmeden önce büyükbabamla bu evi yüzlerce kez tamir ettiklerini söylerdi ve ondan sonra da en az yüz kez tamirat görmüştü. Ninemle çoğunlukla boynuzlarını tokuşturan koçlar gibiydik ama o kulübeye dair tüm düşüncelerim karanlık değildi. Fırtına bulutu geldiğinde o kadının çelik gibi kollarını omuzlarıma sarmış olmasını istediğim kesindi.

Fırtına bulutunun kuzeyden gelişini, vadimizin üzerindeki tepelerin aralarından yuvarlanarak ilerleyişini
gördüm. Aptal vadimiz. Bir kapan gibi, o öfkeli fırtınayı ormanımıza ve birkaç kilometre aşağıdaki Ridgeway’e yönlendirmişti. Fırtına kayaları yerlerinden söküp kırık dallar, buz ve yağmurla birleştirerek bir bulamaç haline getirmişti. Pencerenin ardından, fırtınanın kızışmış bir boz ayı gibi gürleyerek yokuş aşağı inişini gördüm.

1 2
Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.