5) Çünkü Oyuncular
Janet’i canlandıran D’Arcy Carden’e övgülerimizden sonra, hazır yeri gelmişken dizinin diğer oyuncularına geçelim. Aslına bakarsanız dizide, tatlış mimarımız Michael’i canlandıran Ted Danson ve baş rolümüz Eleanor’u canlandıran Kristen Bell haricinde isminden fazlaca bahsedilen bir oyuncu bulunmuyor. Ancak Chidi, Tahani ve Jason’a hayat veren sırasıyla William Jackson Harper, Jameela Jamil ve Manny Jacinto başta olmak üzere bütün oyuncuların iyi seçimler olduğunu söyleyebilirim.
Başta Eleanor olmak üzere bütün karakterlerin az çok klişe bir yanı var ama oyunculuklar öyle güzel ki en klişe hareketlerini bile gülümseyerek karşılıyoruz diziyi izlerken. Güzel oyunculuklar, iyi oyuncu seçimi ve bir o kadar da güzel karakter gelişimi için buraya da bir tebrikler, saygılar, sevgiler koyuyorum ve klişe derken neyden bahsediyoruz, orasına geçiyorum.
6) Çünkü Klişeler
The Good Place’in harika yanlarından bir tanesi de bir sürü klişeyi ucuca ekleyip, bütün hepsinin toplamından özgün bir iş ve yeni klişeler çıkartması diyebiliriz. Dizinin klişelere yaklaşımını birkaç örnekle vermeye çalışacağım.
Tahani karakterinden başlıyorum; zengin, üst sınıf mensubu ve asla memnun edilemeyen ebeveynlerinin onayını almak için hemen her konuda kendisinden kat kat iyi olduğu düşünülen kız kardeşiyle rekabet etmekte olan biri. Üst sınıfa mahsus zevkleri var, gösterişli partileri seviyor, ünlülerle arkadaşlık ettiğini her fırsatta insanların gözüne sokuyor, soyluluk vurgusu yapmak için İngiliz aksanını öne çıkartıyor, dış görünüşüne son derece düşkün, aşırı derecede hırslı ve kıskanç. Dizinin, bu klişenin üstüne koyduğu şey ise bunu bir güldürü unsuru olarak işlemekle yetinmemesi oluyor. Tahani, karakter gelişimiyle birlikte kendisinin bir klişe olduğunun farkına varıyor ve klişe yanlarıyla özgünlüklerinin arasında kalıyor. Kim bilir, belki de bu yolla dizi, bütün klişeler için bir çözüm yolu sunmaya çalışıyordur?
İkinci olarak Jason’dan örnek vereceğim; Jason karakteri tam bir komedi klişesi. Kafası çok çalışmayan, saf bir karakter. Sakar ama şansı çoğu zaman yaver gidiyor. Fakir ama bir şekilde iyi insanlara denk gelip hayatını idame ettiriyor. Çocuksu hayalleri var ama insanlar kendisini fazla ciddiye almadığı için bu durum bir sorun yaratmıyor. Doğru ile yanlışı ayırt edemiyor ama iyi kalpli olduğu için suç işlese bile iyi hâlden affediliyor. Kısaca tam bir üzerinden mizah döndürülecek, sit-comlarda konuştuklarını kimsenin dikkate almadığı o karakter Jason. The Good Place, alıyor bu karakteri; evrendeki en zeki ve bilgili şey olan yapay zekâ ile etkileşime sokuyor. Fakir-zengin, güzel-çirkin zıtlıklarından çoğaltabileceğimiz aptal-akıllı klişesine de böylelikle gelmiş oluyoruz. Ama sonra, garip bir biçimde bu etkileşimin bir sonucu olarak yapay zekânın, dünyadaki en klişe şapşaldan daha fazla saçmaladığı ve mantıksızlaştığı bir yere varıyoruz. Zıtlıkların birlikteliği üzerinden mizah çıkartan çok fazla ürün var ancak bu fakirin naçizane izlediği yapımların arasında bu tipten bir işleyiş, The Good Place’e özgü.
7) Çünkü Göndermeler
The Good Place’in her bölümünde ortalama otuz yedi tane gönderme yer alıyor. Tamam, gerçekten saymadım ve itiraf ediyorum, evet, küsuratlı sayı verirsem daha ikna edici olur diyerek otuz yedi yazdım ama göndermeler konusunda ciddiydim. Güncel popüler kültür referansları var, az önceki başlıkta bahsettiğimiz klişe karakter ve tipler üzerine söylenen sözler var; ismi anılmadan yönlendirilen cennet-cehennem gibi dinî referanslar var, var oğlu var anlayacağınız. Öyle varlar ki hatta büyük ihtimalle birçoğunu da dizinin içinden kaynak aldığı toplumun bir bireyi olmadığım için ben kaçırıyorumdur. Yakaladıklarım için konuşursam, eğlenceli ve çoğunlukla nokta atışı olduklarını söyleyebilirim ama. Açın, izleyin, göreceksiniz işte. Fork.
8) Çünkü Çabasızlık
Bütün söylediklerimin arasında en subjektifi, bu başlık altında söyleyeceklerim olacak. The Good Place’i izlerken, üç sezonda toplamda birkaç sahne haricinde kahkaha attığımı hatırlamıyorum. O yüzden sizlere burada komedi türünde olmasına rağmen bu dizi şöyle komik, böyle güldüm, aman tam gülerken burnumdan sular püskürttüm gibi şeyler söyleyemiyorum. Fakat şöyle bir şey düşünüyorum, dizinin amacı da bizlere kahkaha attırmak değilmiş sanki. Yani kahkahalarla gülmeme sebebimiz esprilerin kötü olması yahut çok niş bir mizah zevkine hitap etmesi filan değil de, dizinin zaten böyle bir şey yapmayı amaçlamaması diye düşünüyorum.
Nerede gülünmesi gerektiğini belirten bir kahkaha efektinin baskısından uzak, yazarlarının “Öyle bir espri yapalım ki güldürürken düşündürelim” yahut “Sadece bizim kafamızdan olanlar bu espriyi anlasın” gibi bir çabasının olmadığını düşündüğüm bu diziyi izlerken ben; çabasızlıkta bulduğum rahatlık sebebiyle gülümsüyorum. Bazen de bir taş yerine geliyor, dizi bizi bir “Aha!” noktasına çekiyor, yine çabasızca gülümsetiyor.
9) Çünkü Dizi Bitiyor
Önceki başlıklardan birinde de söylemiştim, tekrar ediyorum: Nereye ilerleyeceğin kadar, nerede duracağın da önemlidir. The Good Place, maalesef çoğu dizi gibi güzel başlayıp konuları sündürmekten kemik seyircisini bile illallah ettirecek kıvama ulaşmadan final yapıyor. Eğer çok büyük bir talihsizlik olmazsa, kalan iki elin parmağını geçmeyecek bölümlerinin ardından, başladığı gibi bitecek bu dizi. Sırf bu yüzden bile, yani vermeyi vaat ettiği şeyi gerçekleştirip, hayal kırıklığı ve bıkkınlığa mahal vermeden serüvenini tamamlamayı kafasına koyuşu için izlenmeyi hak eden bir dizi The Good Place.
Ben de The Good Place’i örnek alıyorum ve artık burada duruyorum, çünkü bıraksanız en az bir yirmi başlık daha yazacağım. Yazacak olduğum yirmi başlık da ne benim, ne sizin, ne sevgili ponçik editörümüzün, ne de bu güzel dizinin daha fazla hayrına dokunmayacak. Temennim odur ki, bu on başlık ile neden The Good Place’i izlemeniz gerektiğini anlatabilmişimdir. Özellikle aramızda ‘tavşan’ diye bilinenlerden ve bu yazıyı okumayı bitirmek üzere olan sizlerden rica ederim; izleyin, izlettirin efendim, pişman olmayacaksınız.