Söylemem gerek. Jessica Jones’un piramidini inşa ederken attığı adımlar sallantılı. Gittiği yol sakat. Çok da aklıselim bir şekilde ulaşmıyor amacına. Ortada bir çorba var ve sekizinci bölümden sonra netleşen bu çorba, dokuzuncu bölümde iyice keyif vermeye başlıyor. Dedik ya, girift bir hikaye var ortada, ikili ilişki içerisinde gelmek istedikleri yer ilginç diye? İşte dizi, orada ferahlamaya, gerçekten de sizi çekmeye başlıyor. Yani ilk sekiz – dokuz bölümü biraz kalite açısından karışık olan dizi; dokuzuncu bölümle iyi oluyor. Bir diğer deyişle, Daredevil’ın tam tersi.
Diziler niye twist yaparlar? Bunu her hikaye için sorabilirsiniz; ama diziler için mesele daha kritiktir. Diğer hikayeler genelde twistlerini yüksek bir final için kullanırlar. Ama diziler, her hafta final yapan şeylerdir; dolayısıyla arada zaten düşük finaller de yapma mecburiyetindedirler. Peki niye “twist” yaparlar? Çünkü izleyicinin diziye olan güveni ve bağlılığını arttırmak isterler. Jessica Jones, bunu tersten yaptı bu bölüm. Beklenen twistleri yapmayıp, beklenmeyene yöneldi. Wendy – Jeri örneğinde olduğu gibi. O meseleyi bu bölümde Purple Man’e bağlayacaklarını düşündürttü, ama sonra gözümüze soktu yapmadığını. İki kez yaptırmadı üstelik bu bölümde. Bu hem ileriki bölümlerde yaparlarsa şaşırmamızı –zira beklentimiz düştü doğal olarak– hem de diziye başka bir gözle bakmamızı sağladı.
Yalnız burada ipin ucunu da kaçırdılar. Purple Man’in geçmişiyle ilgili açık ettikleri şeyler, bana soracak olursanız fazla twist içeriyordu içinde; ve bunlar zamana yayılmadı. Dizi bu bölümde fazla silah ateşledi; ve dolayısıyla bazıları çok aceleye gelmiş gibi; kenarda eğreti kaldı. Kilgrave’in geçmişi de bunlardan biri. Bu kadar fazla viraj, bu kadar kısa bir yola konmaz. Olursa, ikna ediciliği kaybolur ki; bana soracak olursanız, bu mevzuda tam da bu yaşandı.
Başta dizi için Daredevil’ın tersi demiştik. Bu gerçekten simetrik bir durum. Daredevil, önce temalarını belirleyip; karakter ve konularını hikayeye sonradan dahil etmişti. Jessica Jones ise karakter ve konularını baştan masaya serip; temasını sonradan açık etmeye başladı. Ben şahsen hâlâ ilk yolu izlese, yumrukların çok daha kuvvetli ineceği kanaatindeyim. Zira bu bölümde üzerinde durdukları kontrol meselesi; evet, karakter ve konular itibariyle gerçekten de etkileyici bir tercih. Ama ben sekiz bölümdür bunun sinmiş kokusundan çok, uzaktan meltemlerini hissettiğim için; bunu biraz kör göze parmak aldım. Yine dizinin hamurunun çok iyi olduğunun, ama nihai ürünün o potansiyele erişemediğinin ispatı oldu benim nezdimde.
Ama söylemek gerek, gergin sahneler konusunda dizi –çekim olarak en az geçen bölümler kadar günahkar olmakla beraber– bu bölüm daha başarılıydı. Evet, kamera açıları ve genel kurgu Daredevil kadar ustaca değil, dürüst olmak gerekirse Agents of SHIELD ile daha mukayese edilebilir bir noktada. Hiçbir güç bana 90’lar filmiymiş gibi yavaş çekim dediğini tekrar bağıran karakterin dramatik olduğunu söylettiremez. Ama metin, bu noktalarda parıldamayı da başardı. Yeri geldiğinde gerçekten de nefes almadan takip ettim yaşananları. Finali yaptığı yer de gerçekten başarılıydı. Hatta o kadar başarılıydı ki, dokuz bölüm boyunca ilk defa bir sonrakini hemen açmak istedim.
Son bir parantez de Nuke‘a açalım. Buradaki Will Simpson karakterini, çizgi romanlarda adı Frank Simpson olan Nuke’a çevireceklerini düşündüğümde, kendisinin güçlerine birebir yer vereceklerini düşünmemiştim. Belki deney geçmişini alırlar, birkaç şey katarlar; ama ciddi anlamda çizgi romanlara yakınsatmazlar diye düşünmüştüm. Bu bölüm, hap meselesine direkt olarak yer verdiler. Kırmızı hap, adrenalini arttırır. Mavi hap, sakinleştirir. Beyaz hap görevler için ortasını buldurtur. Bunu diziye koymaları, bence olumlu bir taraf. Bir yandan da Jessica Jones’un MCU’ya eklediği isimli kahraman sayısını da dörde çıkartıyor. Helal olsun.