Kitap ve kahve çiftini birbiriyle öylesine yakıştırıyoruz ki onları ayrı ayrı tüketsek de birbirlerinin yanında olduğunda tamamlanmış hissediyoruz. Bu ikilide ne varsa bize huzur veriyor- kitabımızı okurken bir yandan da kahvemizi yudumlamak bizim için günün belki de en hoş vakti. İlginçtir ki böyle düşünen tek insanlar biz ve çevremizdekiler değil. Dünyanın öbür ucunda oturan, hiç tanışmadığımız ve tanışmamızın mümkün olmadığı insanlar bile kitaplarının yanında kahvelerini alıp dünyadan soyutlanmayı seviyorlar. Evrensel bir ruh hali bu.

Kitap kafeler, kitap ve kahve çiftini yakıştıran insanların ne kadar fazla olduğunun bir diğer örneği. Bu kadar kitap kafe var, hepsi rağbet görüyorsa, kahve içerken etrafta bir kitaplık dolusu kitabın olması insanlara huzur veriyorsa bunun bir nedeninin olması gerek. Gerçi, düşündüm de, bize her yer kitap kafe değil mi? Bir kafeye gidip kahve söylediğimizde çevremizdeki birçok kişinin bir yandan da kitap okuduğunu görmek mümkün. Yalnızca Kadıköy’deki panjurlu, küçük kafelerde değil; dümdüz bir Starbucks ya da Kahve Dünyası‘nda bile durum böyle.

Bilişsel aktivite ile kahve arasındaki bağlantı aslında hepimizin aklına gelecek kadar basit: kafein. Sabahın köründe kapkara bir filtre kahve içiyoruz ki daha rahat uyanabilelim, güne daha kolay başlayabilelim. Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin yayınladığı çalışmada, bunun yalnızca bir plasebo etkisi olmadığını, günde 1,5 miligram kafein tüketen yetişkinlerin gerçekten de tüketmeyenlere kıyasla daha geç uyuduklarını görmek mümkün. Kahve bizi cidden uyandırıyor. Michael J. Glade tarafından yapılan başka bir çalışmada ise kafeinin insan beynindeki sinir ağlarının daha etkili çalışmasına katkıda bulunduğunu görüyoruz. Bu da demek oluyor ki kafamızı çalıştırmamız gereken aktiviteleri yapmak, kafein etkisindeyken daha da kolay oluyor.

Kitap okurken de kafamızı çalıştırmamız gerekiyor zira en basit hikâyelerin anlatıldığı kitaplarda bile okurken kafamızda oynatmamız gereken bir senaryo mevcut. Kafein tüketildiği anda etkisini gösteren bir etken madde olmasına rağmen en etkili olduğu an tüketildikten bir saat sonrası, yani bir saat boyunca kitap okuduysanız normal şartlarda kitabı elinizden bırakmanız söz konusuyken kahve etkisindeyseniz kitabın elinizden düşmemesi çok yüksek bir ihtimal.

Bunların yanında bir de kahvenin odaklanmayı kolaylaştırması var. Bunu da bir mit sanıyor olabilirsiniz, en azından ben öyle düşünüyordum, ta ki bunun üzerine bir çalışmaya rastlayana kadar. Glade’in yaptığı çalışmada; iki gruptan birine plasebo, diğerine de kafein verildiğinde plasebo etkisi altındaki grubun kafein etkisi altındaki grup kadar iyi performans gösteremediği belirtiliyor. Daha da spesifik olayım: Kafein etkisindeki grubun odaklanma, tepki, kısa süreli hafıza ve mantık kurmayı gerektiren problemler çözme süreleri olumlu yönde etkilenirken plasebo etkisindeki grupta bunlar görülmüyor. Çok ilginç değil mi?

Odaklanmamızın kolaylaşması demek, kahve sayesinde kitabın içinde kendimizi kaybetmemiz kolaylaşıyor demek. Böylece dış dünyadan soyutlanmış ve mutlu hissediyoruz. Kitabın içinde kendimizi kaybettikten, o kurgusal dünyanın içine girdikten sonra da tek oturuşta iki yüz sayfa devirebiliyoruz- yani çok daha kolay okuyoruz kitabımızı.

Bu yazıyı okuduğunuzda aklınıza çalıştığınız vakitler geliyorsa şu ana kadar okuduklarıma gülümseyerek kafa sallamış olmanız çok büyük bir ihtimal. Kendimden biliyorum, normal hayatımda ders çalışırken tükettiğim kadar kahve tüketmem. Ders çalışmak da kitap okumak gibi konsantrasyon gerektiren bir aktivite olduğu için, yaptığımız şeyin yanlış olduğu söylenemez. Sadece bu bağlamda örnek vermeye de gerek yok, hayatın birçok safhasında durum bu. Örneğin, bir ofiste çalıştığınızda da en çok tükettiğiniz içecek muhtemelen kahve olacaktır.

Yine de annelerimizin bir sözünü unutmamak lazım: her şeyin çoğu zarar, evladım. Peki, kahvenin ne kadar çoğu zarar?

Araştırmalara göre bu soruya cevap olabilecek kesin bir sayı yok elbette, tüm insanların eşiği farklı sonuçta. Vücudunuz kafeine çok alışmışsa günde birkaç bardak size zor gelmez fakat çok kahve içmeyen birisiyseniz bir fincan kahveden sonra tüm gece ayakta kalabilirsiniz. Benden size bir dost tavsiyesi: kafein eşiğinizi aramayın. Örneğin, ben üniversite sınavı döneminde sadece bir günde içtiğim kahveler yüzünden ellerimin titrediğini çok net hatırlıyorum. Hoş olmuyor.

Kafein bağımlılığı diye bir şeyin var olduğunu da hatırlatmak isterim; elbette diğer bağımlılıklardan kat kat iyidir fakat bağımlılık bağımlılıktır sonuçta, vücudun dengesini bozmamak lazım. Kitap bağımlılığı, öteki yandan, kulağa gayet hoş bir bağımlılık gibi geliyor- neyse, yok yok, her şey dengeli olmalı.

Artık kitap ve kahve arasındaki ilişkiyi bilimsel verilere dayandırarak açıklamış olduğumuza göre, romanımızın yanında kahve içerken beynimizin yüzde yüzünü kullanıyormuş gibi hissedebiliriz. Okuduğumuz kitaplardan daha fazla zevk alacağımızı bilerek okumak bize mutluluk verecektir. Hatta belki bazı kitaplar kahveyle okurken daha tatlı geliyordur, kim bilir? Peki var mıdır sizin yağmurlu bir sonbahar akşamının sessizliğinde kahvemizi yanımıza aldığımızda okuyabileceğimiz bir kitap öneriniz?

Kaynaklar: 1, 2

Author

Batı Edebiyatları okur, kedi sever. Bir de buralarda yazıp çizer. @mightbeyagmur

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.