Geleceğin sandığında kilitli duranları çalma arzusu, ölümlü kılınmış kişioğullarının vazgeçilmezi olagelmiş tarih boyu. Yarınki iş görüşmesinden alınacak sonucu da on yıl sonra nerede olacağımızı da kahve kalıntılarında arayacak kadar zamanın haber bültenine tutkuluyuz. Hatta geekler olarak parlak cam küreden vaat saymaya geldi mi sıra; gözlerimizdeki fer canlanır, heyecanlı spoilerlar için oturduğumuz yerde dikleşiriz. Yazarın birkaç satıra depolanan kilit anları önümüze fütursuzca koyuş şekli, hangimiz için baştan çıkartıcı değildir? Peki ya bu tutkunun demokrasiye yazılan söylevlerle dolu Roma İmparatorluğu için de geçerli olduğunu söylesem?

Roma halkı, bilimsel açıdan bakınca basbayağı tesadüflerin kucağında binyıllarını doldurdu. Hem de rivayet odur ki, onca ataerkilliğe rağmen bir kadının iki dudağı arasından çıkanlarla yaptı bu işi. Kısaca sizlere, antik dünyayı okumaya yarayan gizemli sözlerin elçiliğini yapmaya geldim. Romalıların afetlere, salgınlara, kıtlığa ve savaşlara dair yol haritasını çizen, Sibylla kehanetlerini duymuş muydunuz hiç?

Kısa Kısa, tek atımlık bilgi topudur. Tam aradığınız yere rast gelirse tatmin edici, daha fazlası için biraz eksiktir. Şuradan kategoriyi kurcalayabilirsiniz!

Kelime anlamı tanrının sözcüsü olan Sibyllalar, çeşitli Yunan şehirlerinde yalnızca kadınlardan seçilen bir topluluktu. Apollon’un öldürüp bir uçuruma attığı python yılanının çürüyüşünün, tanrının bahşettiği ilham kaynağı olduğuna inanıldığından da baş rahibenin unvanı Pythia’ydı. Yani pek hayvan dostu ya da hijyenik sayılmaz geleneğin özü. Ziyarete gelenlerin adaklıklarını sunak ateşinde yakarak ve bir miktar da halüsinatif bitkinin teşvikiyle sanrılara kapılan Pythia’nın ömrüyse, ne yazık ki bolca kokladığı zehirli dumanlar yüzünden çok kısaydı. Bu açıdan tanrıya kurban edilen ta kendisiydi aslında.

Verdiği kehanet devletlerin siyasi hamlelerini ve tarih sayfalarında yazılıp çizilecek kısımları belirlerken, muhtemelen kendinde bile olmayan rahibenin ağzından çıkanları, etrafındakiler kayda geçirirdi. Kayıt, sözlerin altılı ölçü birimi heksametrona akrostiş tekniğiyle çevrilmesinden ibaretti. Akrostişin edebiyat dersinin bir köşesine sıkışmadan önceki karizmatik zamanlarıymış anlayacağınız. Muğlaklıktan oluşan şiirler öyle hikmetli görülürdü ki yanlış çıkmaları söz konusu bile olamazdı. Olsa olsa yorumlama hatasıyla anlaşılamamışlar demekti. Sırtı yere gelmeyen argümanlarda birinci sıraya oturan, tanıdık bir tema. Peki kehanetler, Yunanistan’dan ne ara çıktılar da Roma imparatorlarının eline düştüler?

Aslında konuya dair temelleri sağlam bir anlatı yok ortada. Sadece İtalya’da bulunan bir Yunan koloni kenti, Cumae’den geldikleri tahmin ediliyor. Efsaneye göre yaşlı bir kadın, Roma kralı Tarquinius Superbus’a dokuz adet kitap satmak ister. Kral verdiği fiyatı beğenmeyince almaz ve kadın hemen kitaplardan üçünü yakıp tekrar aynı fiyata satmayı teklif eder. Alım gücünün bir anda erimesine şaşıran kral, bu kez de reddedince kitapların sayısı üçe düşer. Bunun üzerine bilicileri augurlarına danışır. Kralı kitapların tanrı kelamı olduğu konusunda geç de olsa uyandıran augurlar, papirüs demetine sahip çıkmasını öğütlerler. Yaşlı kadın ise olasılıkla Cumae kentinin Sibylla’sı Demophile’dir ve hakkındakileri gizemli tutarak kayıplara karışır.

kehanet,

Altıncı yüzyıldan itibaren kaynaklarda bahsi geçen kitaplar, Capitolium Tepesi’ne inşa edilen Jüpiter Tapınağı’nda, yer altında durur. Başına iki rahipten oluşan Duumviri birliği atansa da sayı zamanla artar. Büyük felaketlerden sonra Pontifex Maximus görevlileri tarafından incelenerek yapılan çıkarımlar, senatoya aktarılır. Sonucunda yapılacaklardansa genelde Siyblla rahipleri sorumludur.

Kehanetlerin kullanıldığı belgelenen ilk olay, MÖ 504 yılında yapılan erken doğumların ve engelli doğanların çokluğu vakası. Yorumlar yeraltı tanrısı Hades’in yatıştırılması gerektiğini söylediğinden, tanrı adına çarçabuk bir festival düzenlenir. Yine Kartacalılar ve Roma arasında MÖ 264-146 yıllarında yapılan Pön Savaşları’nda, Roma’da tapınılması gerektiğine inanılan Kybele, Magna Mater adıyla yedi tepeli şehre taşınır ve tapınaklarıyla kutsallaştırılır. MÖ 293’te olasılıkla vebanın vurduğu çaresiz zamanlarda da kitaplara uzanır halk ve Asklepion’a tapınım yaygınlaşır. Asklepion sayesinde Roma’da tıbbın gelişmeye başlamasınaysa diyecek yok. Çözümler belki o kadar da yanlış yerlerde aranmıyordu.

Kağıtta duran sözcüklerin yönetim mekanizmasına dönüştüğü olaylardan birindeyse, XII. Ptolemaios’u MÖ 55 yılında desteklemeye karar veren Roma kuvvetleri, Jüpiter heykeline çarpan yıldırım sonucu kehanetlere başvurarak kararlarından cayarlar. MS 363’te de Sasanilere sefere karar veren Iulianus Apostata, topraklarından çıkmaması gerektiği hakkında uyarılır. Tabii kaçında senatonun veya rahiplerin el altından yönelttiği dilekler var, tartışılmalı.

kehanet,

MÖ 83’ te tapınakla birlikte yanan kitaplar, Yunanistan’ın dört yanından tekrar toplandıktan sonra bu sefer Apollon tapınağına emanet edilir. MS 399’da ise General Flavius Stilicho tarafından yaktırılırlar. Keşke yanmasalardı da Roma tarihini bu açıdan inceleme fırsatımız olsaydı. Gerçi Sybilla kitaplarından bağımsız ama bir kurtarıcının geleceğine işaret ettikleri için de ondan ilhamla, Yahudi ve Hristiyan alimlerinin derlediği bir Oracula Sibyllina daha var. On beş kitaptan oluşan el yazmaları, kehanet zincirinin bir ucunu böylelikle bize ulaştırmayı başarıyorlar. Peki sizin en son kullandığınız geleceği okuma aracınız neydi?

Author

Alternatif evreninde voleybolcu olamayan versiyon. Düşünce satıcısı, hikaye koleksiyoncusu. Ayrıca yanaklı birey. Bence dünyanın hayallere, hayallerin kelimelere ihtiyacı var.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.