Tam bir buçuk ay göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve hep birlikte eğlenerek izlediğimiz Loki dizisinin sonuna geldik sevgili geekler. Bu işler böyledir işte; önce dizi geliyor diye haberini yaparız, sonra bölüm bölüm inceleme yazarız, en sonunda bir bakarız final bölümüne gelip çatmışız. Şimdi artık iyisiyle kötüsüyle Loki dizisinin, altıncı ve son bölümü olan “For All Time. Always.” bölümünü spoilerlı olarak inceleme zamanı.

Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali, Loki dizisi başladığında biz de WandaVision’dan aldığımız ders ile beraber teorilerimizin altını biraz kıstık. Marvel’ın dizi evreninin kendi içerisinde nihayete kavuşan güzel hikâyelerden oluşacağını, her şeye çok fazla anlam yüklersek sadece kalbimizin kırılacağını anladık ve kabul ettik. Fakat işte sonra Loki başladı ve daha ilk bölümden, Marvel evrenine dair ne biliyorsak hepsini tepe taklak etti. Biz de elimizden geldiğince heyecanlanmamaya, bunun yine kendi içinde kapanan bir hikâye çıkacağına kendimizi inandırmaya çalışsak da başarılı olamadık ve yine arka arkaya teori üretmeye başladık. Ama bu kadar yanılacağımızı tahmin dahi edemezdik.

Genel olarak Loki dizisi başladığından beri, kötü adamın kim olacağına dair üç büyük teori dolaşıyordu. Bunlar; Time Keepers’ı yaratan kişi olan He Who Remains, Marvel evreninin en karmaşık kötü adamlarından biri olan Kang the Conqueror ve bir başka Loki varyantı çıkması yönündeydi. Son bölüme kadar bu teorilerden sadece Loki varyantı olanı dile getirdik zira bir başka Mephisto vakası yaşamak istemiyorduk. Tabii Marvel da bunu bildiği için ikinci kez bize sürpriz yaptı ve bu sefer teorileri doğru çıkartarak evrene Kang the Conqueror’u getirdi. Hem de He Who Remains olarak!

Kang the Conqueror’un, Marvel evrenindeki en karmaşık kötü adamlarından biri olduğunu söylemiştik.  Iron Lad, Kid Immortus, the Scarlet Centurion, Rama-Tut ve Immortus isimleriyle aynı evrende birden farklı kişilikte bulunan karakterimizin asıl adı Nathaniel Richards. Soy adı size tanıdık gelebilir. Evet, kendisi Fantastic Four’daki Reed Richards‘ın… akrabası diyelim biz şimdilik. Kendi yaptığı zaman makinesiyle birlikte zamanda bir oraya, bir buraya giden Nathaniel birçok kez kendi ile savaşan, kendini öldüren ve sonra tekrar kendinin yaratılmasını sağlayan bir karakter. Yani MCU’nun artık Multiverse’üne yaraşır, dallı budaklı bir kötü adamı var desek yanlış olmaz.

Kang the Conqueror’u ilk defa Ant‑Man ve Wasp: Quantumania filminde göreceğimizi öğrendiğimizde çok heyecanlanmış, bu kötü adamın Marvel’ın çeşitli filmlerinde gözükebileceğini söylemiştik. Bu söylediğimiz de oldukça doğru çıktı ve Marvel, Thanos’dan sonra büyük bir kötü adama daha kavuştu hem de tam Multiverse’e yaraşır bir kötü adama! Kang bundan sonra bir kendisi, bir Immortus, bir Rama-Tut olarak filmden filme gezer, her filmde farklı bir motivasyonla bambaşka bir tehdit olarak karşımıza çıkar. Biz de doya doya oturur seyrederiz valla. Ama şunu söylemek lazım, senaristlerin başını bir hayli ağrıtacak bu durum. Kang zor kötü adamdır, onu her baba yiğit yazamaz.

Ve evet sevgili geekler. Sonunda Wanda bir yerinden, Loki ile Sylvie bir yerinden tuttu ve evreni güzelce delirtmeyi başardılar. Dizinin sonunda Kang’ın, iyi olduğunu düşündüğümüz bir varyantını öldüren Sylvie, kutsal zaman çizgisini tamamen yok etti ve resmi olarak Multiverse’ün varlığını ilan etti. Bundan sonra artık aynı anda üç tane Spider-Man de, Fantastic Four’a da tanık olabiliriz. Hatta iyi birer çocuk olursak belki X-Men’i bile görebiliriz!

Loki dizisine genel bir bakış attığımda, kafam karışırken buluyorum kendimi. WandaVision’ı mı daha çok sevdim yoksa Loki’yi mi bir türlü emin olamıyorum. Zira WandaVision çok güzel işlediği bir hikâyeyi kötü bir nihayete erdirdi. Öte yandan Loki ise, harika bir şekilde nihayete erdirdiği macerasını ne yazık ki kötü işledi. Dizinin toplamda altı bölümü boyunca Loki’nin, Sylvie ile olan ilişkisini mi yoksa Multiverse’ü mü anlatacağına karar veremeyen dizimiz, bana kalırsa büyük bir kafa karışıklığı içindeydi. Hatta bu kafa karışıklığı, dizinin son bölümünde bile kendisini belli ediyordu.

Hatırlayacak olursanız geçtiğimiz bölümün incelemesini yazarken, Ravonna karakterinin neden var olduğunu tüm sezon boyunca sorguladığımı söylemiştim. Özellikle sezon finalinde hikâyeye ne gibi bir katkısının olacağını bilemediğim karakter, gerçekten de beni şaşırtmadı ve hiçbir şey katmadı bölüme. Gerçekten neden bu sezon bu kadar fazla yer verdiler bu karaktere inanın hiç bilmiyorum. Bir de kendisi yetmezmiş gibi çok kısa bir süre de olsa Hunter B-15’in, diğer TVA çalışanlarını ikna etmek için Ravonna’nın varyantını görmesine şahit olduk. Ama o kadar. Yani bu olay da daha sonra hiç bir yere bağlanmadı. Ravonna da elindeki Tempad ile “Düzen devam etmeli” diyerek bir yerlere ışınlandı gitti. Biz de arkasından “Biz bunları neden izledik ya?” sorularıyla bakakaldık.

Hani dedik ya dizinin Loki ile Sylvie konusunda kafası karışıktı diye. Başlangıçta inanılmaz havalı bir karakter olarak gelen Sylvie, daha sonra Loki ile birlikte oldukça yıllarca TVA’yı peşinden koşturan Loki havasından çıktı ve bir anda aşık bir kadına dönüştü. Bunu bizim Loki’miz için de gayet söylemek mümkün bu arada. Hâlâ daha Loki ile Sylvie’nin birbirine aşık olmasının çok doğru bir karar olduğunu savunsam da bunun, Türk yaz dizilerindeki uzun uzun bakışlardan çok daha iyi bir şekilde işlenebileceğini düşünüyorum. Bu yüzden açıkçası bu konuda kalbim, Loki dizisine bir miktar kırık.

Bir diğer kalp kırıklığımız ise Mobius. Fakat sanırım Mobius’taki kalp kırıklığımız bir miktar iyi bir kalp kırıklığı. Biliyorum, biraz karışık ama sahiden öyle. Sezonun başından beri Owen Wilson’ın harika oyunculuğu ile kısa bir sürede Loki ve Sylvie’nin yanında en sevdiğimiz karakter Mobius oldu. Mobius’un kendi zaman çizgisindeki yaşamını özlemesine üzülmemiz bir yana, Lokiler ile olan dostluğunu da ayrı bir sevdik. Sezon sonunda o da birkaç saçma diyaloğa sahip olsa da bu diyalogları Ravonna ile birlikteyken ettiği için, bu saçmalıkları Ravonna’ya yüklüyor ve Loki ile olan dostluklarının bir anda karman çorman olmasını beğendiğimi söylemek istiyorum. Gelecek sezon yeniden farklı bir Loki ile Mobius ilişkisi izleyeceğiz gibi gözüküyor.

Artık bilmiyormuş gibi davranmayı bırakıp büyük olaydan bahsetmemizin zamanı geldi. Loki, ikinci sezonuyla geri gelecek sevgili geekler! Sylvie’nin, Kang’ın kullandığı bir materyali kullanarak ışınladığı Loki’yi, bambaşka bir evrendeki TVA’ya ışınlaması ve bu evrendeki Mobius’un, Loki’yi tanımamasıyla artık resmi olarak Multiverse’e sahibiz. Marvel Cinematic Universe’un yeni fazının en önemli filmi olan Doctor Strange: Multiverse of the Madness filmini henüz görmedik ama Loki, Sylvie ve Mobius’un gelecek sezonda, bozdukları zaman çizgisini düzeltmeye çalışacaklarını tahmin edebiliriz sanırım. Ama dediğim gibi henüz konuşmak için çok ama çok erken.

Böylece Loki sezon finali incelememizin de sonuna geldik sevgili dostlarım. Bana göre bir dizi olarak çok güzel anlara sahip olduğu kadar büyük sorunları da bulunan dizimizi, MCU’da açtığı kapılar dolayısıyla ben şahsım adına güzel hatırlayacağım. Ama WandaVision mı yoksa Loki mi derseniz size verecek bir cevabım ne yazık ki yok. Belki sizin bana vereceğiniz bir cevabınız vardır. Loki’nin sezon finalini siz nasıl buldunuz, sezonu genel olarak beğendiniz mi, Kang kararı sizce nasıl, Multiverse’den beklentileriniz neler? Gördüğünüz gibi konuşulacak çok şey var. Yorumlara koşun!

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.