Animasyon filmlerin bizde ayrı bir yeri var, bunu artık söylemeye gerek bile duymuyoruz—nostaljilerinden midir, animasyon olmalarından mı, o garip ve sıcak umutlu bakış açılarından mı, kıssadan hisse çıkarırken iyi de hissettiriyor olmalarından mı, nesil fark etmeksizin hepimizi topluyor olmalarından mı kaynaklanıyor bilemiyorum. Ama işte animasyonları çok seviyoruz ve neredeyse her yıl yanında en az bir adet altın renkli, parlak Oscar ödülünü evine elini kolunu sallaya sallaya götüren bir prodüksiyon stüdyosu bize fragman servis edince, ister istemez, doğal olarak…
Çok coşuyoruz.
İşte bu yüzden İtalya’da deniz canavarı olmak nasıl bir şey izleyin diye, buyurun Luca’nın ikinci fragmanı!
O kadar övdük ancak benim animasyonlarla ufak tefek alıp veremediklerim de var, burayı da bir açalım. Realist tasarımları her ne kadar sevsem de bazen bu aşırı gerçekçilik sanki asıl noktayı kaçırıyormuşuz hissiyatı veriyor. Eninde sonunda ben “gerçek” olanı görmek istemiyorum bazen, parmakların piyano çalarken anatomik olarak gerçekçi olması ya da saç tutamlarının her birine ayrı saatler gömülmesi güzel, buna bir şey demiyorum. Ama bazen o kadar da gerekli değil. Bazen ben karakter tasarımı görmek istiyorum. Abartılı olsunlar diliyorum, karikatüristik olsunlar arzu ediyorum. Gerçek boyutlarda gözler, gerçek oranlarda postürler elbette bazen dudak uçuklatıyor ve elbette çok da güzeller. Ama bazen tasarımları mübalağa dolu ve karakteristik olunca daha da hoşunuza gitmiyor mu? Uzun, kısa, kare, üçgen, toparlak, cılız—storyboard artistlerinin belki de üç geometrik şekli rastgele karalayarak tasarladıkları karikatürize karakterler. Ben bayılıyorum.
Sonuç olarak, bu dediğim Luca’da var. Uzun süredir, örneğin Raya and the Last Dragon’ı hatırlayın, daha gerçekçi çalışan Pixar’ın arada daha çocuksu notalara dönmesi benim hoşuma gidiyor açıkçası. Önceki haberlerimizde de söylediğimiz gibi ilk gelen görüntülerle sadece “İtalya kırsalı, yaz macerası” diyorken hikâyeyi başka taraflara çekiştirmeleri hem biraz şaşırtıcı hem de afiyetle beklediğimiz bir şey oldu. Biraz özgünlüğü nerede bunun diye soracak gibi olurken işleri bayağı bayağı denizin altına çekmeleri ve Küçük Deniz Kızı’nı böyle evirmeleri bana merak uyandırıcı geldi. Zaten şu noktada genel görselliğe bir şey diyemem, onun yerine Pixar yazısını gösteririm, İtalya’nın kiremit duvarlarını yalayan güneşin bu kadar estetik olabileceğini kim tahmin edebilirdi ki -hem de karakterler, öhöm, deniz canavarıyken-? Bir saniye. Biz. Biz etmiştik.
Box Office Türkiye Luca için şimdilik 18 Haziran’da vizyona girecek diyor, sinemalar eğer ki açılırsa biz heyecandan yerimizde duramıyoruz demek bu. Aynı gün, sadece aylık fiyat karşılığında Disney Plus’a girmesi de planlanıyor ama bu noktada biraz duraklıyoruz. Disney Plus’ta ekstra hiçbir ücret olmadan görücüye çıkması abone toplama politikası bakımından anlaşılabilir ancak piyasanın hali açısından biraz ilginç. Seyirci için hava hoş ve seyirci benim, sensin, burada bir problem zaten yok. Amma ve lakin çalışanların da bu karadan ötürü moralleri bozulmuş biraz, biz açıkçası üzüldük. Zaten sinemaların hali harap, eğlence sektöründe ciddi bir bunalım var ve uyum sağlamak, her değişiklikte olduğu gibi, fazlasıyla zor.
Siz ne diyorsunuz? Siz de sanat tasarımı tercihlerini benim kadar sevdiniz mi, heyecanla bekliyor musunuz Luca’yı?