Modern zamanın hikâyelerinde bizler, sıradan insanların maceralarını izlemeye alıştık. Hatta bazen onlarla aramızda benzerlikler kurabildiğimiz için, işin içine ilahi kuvvetler, seçilmiş kişi kehanetleri filan girince rahatsız bile olabiliyoruz. “Yine mi aynı hikâyeyi izleyeceğiz?”, “Ama bu tipleme artık çok klişeleşmedi mi?” gibi şikâyetlerimiz de olabiliyor.
Tabii, ucundan da olsa fantastik hikâyeler okumayı sevenler için “kahraman”* dediğimiz şey çok başka. Fantastik ifadesi şu an farklı mecralarda daha çok modern zamanın içinde yazılan/çizilen eserler için kullanılsa da, özellikle çizgi romanları sevenler ve mitolojiden zevk alanlar işin çok daha öncesine dayandığının farkında. Çünkü çizgi romanlara girişleri için çok geriye gitmesek de, mesela Thor’un binlerce yıllık bir geçmişi var, bunu biliyoruz. Nitekim bu binlerce yıllık geçmiş yazarlara ilham oluyor ve bir noktadan sonra hikâye yazımı hususunda kahramanlar için birtakım klişeler ortaya çıkmaya başlıyor. Hâliyle de ne okursak, ne izlersek sanki birbirinin kopyası gibi gelmeye başlıyor. Sonra kafa yoruyoruz biz de işte, şu yazar bundan intihal yapmış; öbür çizer, berikinin hikâyesini çalmış diye. İşbu yazıda, kahramanlar ve onların maceraları arasındaki benzerlikleri konuşacağız ve kahraman kalıplarından bahsedeceğiz.
Neymiş Bu Kahraman Kalıpları?
Kahraman kalıplarının ortaya çıkışının sosyal, ekonomik ve de siyasi arka planı oldukça karışık. Kabaca da olsa dilim döndüğünce özetliyorum: Aydınlanma Çağı’nın dayatmış olduğu elitlik, akılcılık, bilimsellikten artık sıkılan insanlar, bir noktadan sonra – tabii tarihsel gelişmelerin de etkisiyle – romantizme giriş yapıyorlar. Romantizmin bir ayağında da elbette Eski Yunan ve Latin klasikleri yatıyor. Tanrılar, yarı tanrılar, yasak çocuk nephilimler, aşk tanrıçası Afrodit’ler, erkek güzeli Adonis’ler filan derken, bir süre bunlarla meşgul oluyorlar. Sonra diyorlar ki, “Ee, bizim böyle kahramanlarımız yok muydu? Biz de soyluyuz, biz de Avrupalıyız, biz de Nişantaşı çocuğuyuz!”. Bu noktada ufak bir Burhan Altıntop krizi geçiren entelektüeller ve bilumum araştırmacılar, kendi uluslarının anlatılarını araştırıyorlar.
Epik türdeki eserler ile sıradan halkın –pleblerin- masallarını şöyle bir iyice irdeleyince görüyorlar ki bunların kahramanlarının doğumlarından ölümlerine kadar yaşadıkları birbirine benziyor. Sonra, araştırmacıların kendi uzmanlık sahalarına göre bir takım ölçütler belirlenip, bu kahramanların hayatlarındaki ortak noktalar tespit ediliyor ve neticesinde kahraman kalıpları ortaya çıkmış oluyor.
Bu bilgilerden de anlaşılabileceği gibi, söz konusu araştırmacılar çoğunlukla anlatının yapısına odaklanıyorlar. Yani özel durumlar, duygu ve düşünceler, bireysel yaratıcılık, hikâyelerde yer alan sanatsal ifadeler gibi unsurlarla pek ilgilenmiyorlar. Amaçları, daha ziyade bu anlatıların içerisindeki değişen ve değişmeyen unsurları tespit ederek, neden bunca ortak noktanın olduğunu araştırmak; bu arayışın sunduğu veriler neticesinde de insanlığın ortak bir bilincinin olup olmadığını sorgulamak.
1) Aryan Kahramanı Biyografik Modeli
Çeşitli dinî, mitik ve epik anlatı kahramanlarının başlarından geçen olaylar arasında oldukça önemli yakınlıklar bulunduğunu keşfeden ve buradan hareketle ortak bir kahraman modeli oluşturmaya çalışan ilk kişi Johann Georg von Hahn oluyor.
Alman halkbilimcinin Aryan kahramanı biyografik modeli, 14 kahramanın biyografisinden yola çıkarak oluşturulmuş 16 maddeyi kapsamaktadır. Bu kalıp, “Aryan Sürgün ve Dönüş Formülü” olarak da bilinmektedir. Ayrıca, kahraman kalıpları açısından bir ilk sayılmakta ve diğer kalıpların da öncüsü kabul edilmektedir.
Araştırmacının biyografilerini esas aldığı 14 kahraman hangileri diye merak edenleriniz olursa diye söylemeden geçmeyelim. Tabii uzun uzadıya bu kahramanların hikâyelerine değinemeyiz ancak, en azından modelin örneklem alanını görmüş olalım. İlk kahraman grubumuz, isimlerinden de anlaşılacağı üzere Yunan mitolojisinden geliyor: Perseus, Herkül (Hercules), Ödip (Oedipus), Amphion ile Zenta (Zethos) ikizleri ve Leucestus ile Parrhaus ikizleri.
İkinci grupta, Roma mitolojisinden veya direkt olarak AS Roma futbol kulübünün armasından hatırlayacağınız Romus ve Romulus var. Üçüncü grupta Alman efsane kahramanları Dietrich, Wolfdietrich ve Siegfried yer alıyor. Dördüncü grubu Pers anlatılarından Cyrus ve Keyhüsrev oluştururken, son grupta ise Hint anlatılarından Karna ve Krişna (Krishna) var.
Aryan Sürgün ve Dönüş Formülü, kahramanların hayatlarını “Doğum”, “Gençlik”, “Dönüş” ve “Ölüm” başlıkları altında inceliyor. Her bir başlık için maddeler veriyor, bu maddeler de başlıkların nasıl gerçekleştiği hakkında bilgiler içeriyor. Bunlar haricinde bir de kahramanın maceraları esnasında yolunun kesiştiği veya onun hikâyesini şekillendiren kimseler hakkındaki çıkarımlar da kalıpta “İkinci Dereceden Şahıslar” başlığıyla yer alıyor.
2) Kahramanın Doğuş Miti
Kronolojik olarak gidersek, ikinci kahraman kalıbımız Otto Rank’ın Kahramanın Doğuş Miti oluyor. Rank, Yahudi, Hint, İskandinav ve Yunan kaynaklı 15 kahramanın doğuş ve gençlik yılları hakkındaki mitleri, yer yer birbirleriyle de karşılaştırarak inceliyor. Söz konusu anlatılarda, bu kahramanların özellikle doğum ve gençlik yaşantılarının belirli bir çizgi üzerinde ilerlediğini görüyor.
İncelenen 15 kahramanın arasında kimler var derseniz, sırasıyla: Sargon, Musa, Ödip, Paris, Telephus, Perseus, Gılgamış, Kiros, Tristan, Romulus, Herkül, İsa, Siegfried ve Lohengrin isimlerini sayabiliriz. Birbiri ardına okurken Musa ve İsa isimlerini görünce kafanız karışmasın, cidden Hz. Musa ve Hz. İsa’dan bahsediyoruz.
Şu gün böyle bir çalışma en baştan yapılsa ne olacaksa, çalışmanın yapıldığı dönemde de o oluyor ve özellikle üç büyük dinde de yer alan bu dini şahısların hayatlarının bir kurguyu yansıttığı düşüncesini destekleyebileceği varsayımıyla Rank, baya bir tepki alıyor. Hâlbuki çalışmanın dayanak noktası mitoloji olduğu ve mitolojik metinler de kutsal addedilip, dini metinler olarak görüldükleri için bunların içinde Tanrılar kadar Tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olan krallar ve peygamberlerin de yer alması garip bir durum değil.
Rank’a göre çeşitli kahraman mitlerinin incelenmesi birtakım ortak özellikleri ortaya çıkartmaktadır. Bu özellikler bir anlatı iskeleti oluştururlar ve iskelet üzerine olaylar eklemlenerek standart bir destan yazılabilir. Kendisi de bir psikanalist olan Otto Rank, Freud ve onun öğretisinden yola çıkarak, onun terminolojisini kullanarak kalıbını oluşturmuş.
Freud’un bakış açısıyla mitler, gündüz düşleridir ve düş dediğimiz şey de insanların yetişkinleştikçe açıkça ifade edememeye başladıklarını, çocukluklarından itibaren içlerinde bastırdıklarını içerir. Bu bağlamda insanlığın ilk hikâyeleri olan mitler de, bir bakıma toplumların çocukluğuna ait anlatılardır. Nevrotik bir çocukluk geçiren milletler, çocukluklarındaki hayal güçleriyle ürettikleri bu bastırılmış ideallerini, erginliğe ulaştıklarında mitlerin kahramanlarına atfetmişlerdir.
Yalnız, küçük bir not olsun: Otto Rank, geliştirdiği kahraman kalıbında kahramanların hayatlarının ilk yarısı üzerinde durmakta ve sadece psikanalitik çözümlemeye uygun metinlere yer vermektedir. Bu sebeple de sadece kendi öne sürdüğü düşüncelere uygun kahramanların hikâyelerini dikkate almıştır. Çocukluk veya gençlik yılları hakkında detaylı / detaysız herhangi bir bilgi verilmeyen kahramanların bu kalıba uyması mümkün değil.
3) Geleneksel Kahraman Kalıbı
Campbell’ın meşhur eseri de dâhil olmak üzere, en geniş kahraman kalıbı Lord Raglan’a ait olan ve Geleneksel Kahraman Kalıbı ismiyle bilinen model. Toplamda 18 kahraman üzerinden oluşturulan bu kalıp, 22 maddeyi içeriyor. Raglan, 18 kahramanın hayat hikâyesini bu maddeler etrafında karşılaştırıyor ve her kahramanın 22 puan üzerinden kaç puan aldığını da gösteriyor.
Raglan, yaşamlarını incelediği çeşitli kahramanlar hakkındaki anlatıların temelde birbirleriyle benzeştiklerini ve bu sebeple de bu kahramanlar etrafında anlatılanların hepsinin kurmaca olduğunu söylüyor. Bu ne demek? Raglan’a göre geleneksel kahraman kalıbından yüksek puan alan kahramanların hiçbirinin tarihsel gerçekliği yok demek.
Kahraman sayısı arttığı ve çoğunluğu önceki iki kalıpta da sayıldığı için Raglan’ın seçtiği tüm kahramanları burada sıralamıyorum. Ancak, Raglan’ın bu kahramanların hepsinin kurmaca olduğu savını değerlendirebilmeniz için birkaç tanesini saymak istiyorum; Kral Arthur, Hz. Yusuf (Joseph) ve Hz. Musa (Moses).
Şimdi, bir önceki kahraman kalıbında Otto Rank, Hz. Musa ve Hz. İsa’yı da incelemişti ve orada yapılan sadece inceleme idi. Burada Raglan, direkt olarak Hz. Yusuf ve Hz. Musa gibi isimlerin tarihsel gerçekliği olmadığını, bu kimselerin hayal ürünü olduklarını söylüyor. Gelen tepkileri siz hayal ededurun, ben konuyla alakalı başka bir şey daha söyleyeyim ve bu kalıbı sonlandıralım.
Raglan, kalıbını Yusuf ve Musa üzerinde uyguluyor ama belki de gelecek tepkilerden korktuğu için, İsa üzerinde uygulayamıyor. Alan Dundes isimli başka bir araştırmacı ise, onun korkusunu ironik bir biçimde eleştiriyor ve kendisi Raglan’ın kalıbını başarılı bir şekilde Hz. İsa’nın hayat hikâyesine uyguluyor. Tabii sonuç olumlu çıkınca, Raglan’ın yaklaşımına göre Hz. İsa hiç yaşamamış bir kişi oluyor. Bu bilgilerin ışığında Geleneksel Kahraman Kalıbı’nı değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.
4) Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Campbell’ın söz konusu eserini, okumayanınız vardır ama duymayanınız yoktur diye düşünüyorum. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu ve Campbell’ın bakış açısı temelde Otto Rank’ın Kahramanın Dönüş Miti ile oldukça benzer. Bu benzerliğin sebebi, her iki araştırmacının da farklı ekollerden de olsa – Rank, Freud okulundan; Campbell, Jung – psikanalitik yöntemler ışığında inceleme yapmış olmaları. Ufak bir farklılıkları var sadece, Rank’ın kalıbı kahramanların sadece doğuş ve ilk gençlik dönemlerine yöneliyordu; Campbell’ınki ise onların hayatlarının ilk yarısına değil, ikinci yarısına ağırlık veriyor.
Campbell, mit ve efsane kahramanlarının yaşamlarını üç evrede ele alıyor. Bu evreler “Ayrılma”, “Erginlenme” ve “Dönüş”. Bu evreleri geçiren kahramanlar, Campbell’ın ve çoğu psikanalistin de üzerinde durduğu şekliyle bir arketipe (ilk örneğe) bağlanıyorlar.
Kahramanların macerası genel olarak şöyle: en başında kendini çok iyi tanımayan ve toplum tarafından da tanınmayan genç bir kahraman var. Bir yerden sonra bu kahraman, belirli bir amaç doğrultusunda kendi korunaklı dünyasından çıkmak zorunda kalıyor. Amacına ulaşmak için çıktığı yolda pek çok engelle karşılaşıyor, bu engelleri aştığı takdirde kendini tamamlamış oluyor ve toplum tarafından da tanınıyor. Sonuçta ise tekrar başladığı yere, evine, dönerek; yaşadığı toplumu ihya ediyor.
Bu kahramanların belirli bir ilk örneğe bağlandığını söylemiştik, kahramanları çok konuşuyoruz zaten, biraz kendi hayatımızla beraber değerlendirelim istiyorum. Mitler, efsaneler, destanlar ve hatta masallar bizlere örnek almamız için ideal tipler sunarlar. Toplumla uyumlu şekilde varlığını sürdüren, toplumun kendisinden beklediği şeyleri yapan, toplumu hak ettiği yüksek konuma taşımaya yardımcı olan ve neticesinde de yine bunları yapmakla yükümlü kılınan yeni nesiller yetiştirmesi beklenen tiplerdir bunlar. Şöyle bir düşündüğümüz zaman, bugün herhangi bir birey olarak bizden istenen ve “Hayırlı bir evlat” ve “İyi bir vatandaş” olmak dendiğinde de kastedilen bunlar değil mi zaten?
Campbell’ın kahramanın belirli bir amaç doğrultusunda yaşadığı yerden ayrılması olarak özetleyebileceğimiz “Ayrılma” evresi, bizim için ilk defa ailemiz olmadan, diğer insanların arasında var olmaya çalıştığımız ilkokul maceramız olabilir. “Erginlenme”, zaten kendisini anlatan bir kelime; sünnet olmak, regl görmek, 18 yaşına basmak, askere gitmek, ebeveynlerimizden ayrı bir evde yaşamak, evlenmek vb. pek çok şey bir erginlenme evresine dâhil ediyor bizi. “Dönüş” evremiz ise kendi kendine yetebilen, iş-güç ve aile sahibi bireyler olduktan sonra, hem bizleri yetiştirenlere yaşlılıklarında destek olmak; hem de kendi çocuklarımızın ‘ayrılma’ evresiyle başlayarak hayatlarını tamamlamalarına olanak vermek anlamına geliyor. Nesilden nesile aktarılan, her zaman bir çocukla başlayıp, diğer bir çocukla devam eden bir sonsuz yolculuk.
Toplumun içindeki herhangi bir birey olarak bizlerin sonsuz yolculuğumuzda başarısız olduğumuz evreler veya atladığımız basamaklar olabiliyor. Campbell’ın inceleme konusu ettiği kahramanlar içinse bir fark var; bu kahramanların “kahraman” olmaları ve söz konusu evreyi tamamlamaları kaderlerinde var. Kendileri istemeseler bile, kaderleri onları buluyor. Tabii, seçilmiş birer kişi oldukları ve kaderlerinde yazdığı için mi önlerindeki engelleri aşıyorlar; yoksa bu engelleri aşabildikleri için mi seçilmiş kişi oluyorlar orasının henüz kesin bir cevabı yok.
5) Sosyal Haydut
Bizimkiler Cemil repliği gibi bir başlık oldu ama kalıbın ismi bu, benim suçum değil. Son modelimiz olan bu kalıp, Eric Hobsbawm’a ait. Farklı kıtalardan ve kültürlerden halk şiiri örneklerini inceleyen Hobsbawn, değişik zamanlarda toprak sahiplerinin ve devletin düşmanı olarak görülmelerine karşın, halk tarafından kahraman olarak kabul edilen insanların olduğunu görüyor. Bu kişiler, hak savunucusu, adalet savaşçısı ve intikam alıcıdırlar ve halk tarafından onlara yardım edilmektedir. Robin Hood da herhalde bu kahraman modelinin en bilindik örneğidir.
Hobsbawm, ortaya koyduğu kahraman kalıbıyla sosyal haydutların çağlar boyunca her kıtada şaşılacak kadar birbirine benzeyen olaylar içerisinde ve sonucunda ortaya çıkışlarını açıklamaya çalışıyor. Bu şekilde henüz kendisinin incelemediği ülkelerde ortaya çıkan veya daha sonra çıkacak olan eşkıyaların ne tip eylemler göstereceği ve onlardan sonra halkın kendileri hakkında neler anlatabileceğinin önceden tespit edilebileceğini öne sürüyor. Bana kalırsa bu tespit çok önemli, zira incelemenin yapıldığı kahramanlar gerçekte yaşadıkları bilinen şahıslar ve Hobsbawm, köylü haydutların, başkaldırı süreçlerinin sonunda ulusal kurtuluş mücadelesinin öncüsü durumuna geldiklerini de söylüyor.
Yazının amaçları ve sınırlılıkları dâhilinde kahraman kalıplarını tanıtmaya çalıştım. Sayılan kalıpların hepsinin tam metinleri ve içerikleri, merak edip ilgisini bir sonraki aşamaya taşımak isteyenler için internette, benim de pek çoğundan yararlandığım haklarında yapılmış tonlarca akademik çalışma ile birlikte mevcut.
Söz konusu kalıpları ve başka bir yazıda değinmeyi planladığım epik anlatı unsurlarını iyi bir şekilde bildiğiniz takdirde, özellikle epik ve fantastik karakterli eserler için kahramanların geçirdiği aşamaları, hayat hikâyelerini ve yaşayacaklarını da az çok biliyor oluyorsunuz. Sonrasında üç aylık senaryo yazma kursları veya hikâye atölyelerine gitmenize de pek gerek kalmıyor çünkü bir eksik, bir fazla aynı şeyleri anlatıp, uygulatıyorlar.
Yaratıcı yazarlığını konuşturanları elbette ayrı tutuyoruz ancak; bu kalıpların uyduğu hikâyeler sadece tecrübesiz veya orta seviyedeki yazarların elinden çıkanlar değil. Çok çok ünlü olmuş, çok çok beğenilmiş yazarların da eserlerinde bu kalıplara fotokopisi çekilmiş gibi uyan karakterleri, sizler kendiniz kalıpları inceleyerek fark edeceksinizdir. Bu illa olumsuz bir şey midir? Bir halkbilimci olarak, yani bu kalıpların dayandığı metinler asıl inceleme alanına giren biri olarak, kolektif hafızadan hepimizin yararlanmaya hakkı olduğunu düşünüyorum. Bir de tabii işin, hepimizin de kolektif hafızaya dâhil olma kısmı mevcut.
Sizler ne dersiniz? Bıktınız mı gördüğünüz benzerliklerden, yoksa benim gibi normal mi buluyorsunuz? Kahramanların yolculuklarını nasıl buluyorsunuz; seçilmiş insanları izlemeyi mi tercih edersiniz, yoksa kendini seçilmiş insan yapanları mı? İşlerliği kanıtlanan ve bu açıdan altın yumurtlayan bir tavuk gibi algılanan tekniklerle yazmak hakkında ne düşünüyorsunuz? Veya var mı bir iddianız, “Hayır, şu yazarın eserleri zinhar bu kalıplara benzemez çünkü çok yaratıcı ve orijinal” dediğiniz biri? Belki buradan güzel bir challenge’ımız olur?
——————————————-
* O kadar kahraman dedik, bizim bugün karakter anlamında genelleyerek cins ismi olarak kullandığımız bu kelimenin; Firdevsi’nin ünlü Şehnamesi’ndeki bir karakterin isminden geldiğini not düşmesem içimde kalırdı. Yazdım, rahatladım.