Biraz ilgi alanı, biraz da mesleki uğraşlar sebebiyle kendimi düzenli olarak birtakım kehanetlerle burun buruna buluyorum. Bazen doğrudan, şu yazıda üzerinde durduğum kurtarıcı kehanetinin temsilciliğine soyunmuş kişilerle gerçek hayatta karşılaşıyor bazen de izlediğim bir filmde, “Aha burada da buna gönderme yapmışlar” diye içimden geçiriyorum. Kafamda bunlar dönerken yazının başına oturdum, bu sefer de eminim pek çoğumuzun en az bir kere “Yahu bu kehaneti de ben mi doğruluyorum” diye düşündüğü bir kehanetten bahsetmeye karar verdim: Kendini gerçekleştiren kehanet.
Pygmalion Miti
Şuradaki bir önceki kehanet yazısında da bahsetmeye çalıştığım gibi, kehanet kavramı, çok geniş bir kapsamda kullanılabiliyor. Mitolojide, din bilimde; edebiyat başta olmak üzere pek çok sanat dalında ve sosyal yaşamın psikolojiden siyasete, ekonomiden eğitime birçok farkı alanında kehanet kavramının kullanıldığını görebiliriz. Biz başlangıçta mitoloji olduğu için, mitler birer edebi metin olduğu için ve bundan sonra da fantastik kurgu eserlerden dem vuracağımız için, önce mitolojiden başlayalım.
Yunan mitolojisinde ismi kehanetle anılıp da öne çıkan iki tane kahraman var. Bunlardan biri, bizim daha çok Freud ile andığımız Oedipus (Ödip), diğeri ise bu yazının konusunu oluşturan Pygmalion. Kıbrıslı bir heykeltıraş olan Pygmalion, genel itibariyle kadınlardan nefret eden bir adammış, bu yüzden de asla evlenmemeye ant içmiş. Bugün bir Manga şarkısında da ifade edildiği gibi, olmasını istediği ideal kadınını kendisi çizmeye niyet etmiş. Tabii onun sanatsal uğraşı rock eğilimli bir grup kurmak değil heykeltıraşlık olduğu için, hayalindeki kadını bir heykel olarak vücuda getirmiş.
Uzun yıllar uğraşıp fildişinden bir kadın heykeli ortaya çıkartmış ve inanır mısınız, bu fildişinden yapılma kadın eşi benzeri olmayan bir güzellikteymiş! Pygmalion, kendi elleriyle yaptığı bu kadın heykeline sırılsıklam âşık olmuş ve adını da Galatea koymuş. Sırılsıklam âşık olmak yetmemiş, bir gün normal bir insan muamelesi görebilme şansının son kırıntılarını da çöpe atıp onunla konuşmaya, hediyeler almaya falan başlamış. Bilinçaltı da durur mu, Pygmalion’un düşlerine sürekli Galatea’nın canlandığı imgeleri sokmuş.
Pygmalion’un Aşkı
Taş olsa çatlar böylesi bir umutsuz aşktan, Pygmalion ne yapsın? Canına tak etmiş, sanıyorum kalp ve beynin dışındaki başka bir uzvu daha devreye girmiş, hâliyle kadın düşmanlığını falan geçmiş artık ve Venüs’ten kendisine fildişi heykeline benzeyen bir gelin vermesini istemiş. Tanrıça da sağ olsun, eli boş göndermeyip dileğini kabul etmiş. Pygmalion eve dönünce karşısında Galatea’yı kanlı canlı bulmuş.
Pygmalion’un ebedi aşkı, kendisi buna niyet etmediğinde dahi Galatea’ydı çünkü o, fildişinden yapmış olduğu bu heykele büyük bir aşk besleyecek, ona gerçek bir insanmış gibi davranacaktı. Hiçbir kadının aşkına değmeyeceğini düşünen bu adam, aşkına değebilecek tek kadının ancak kendi zihniyle üretebileceği bir kadın olabileceğine inanmıştı. Zihnindekini somutlaştırdığında ise bu inanç, onu bir heykele âşık olmaya itti. Gidip Venüs’ten aşkına değebilecek tek kadını diledi, Venüs de onun dileğini olduğu gibi kabul edip Galatea’ya can verdi.
Pygmalion körü körüne inandığı gibi zihninde ürettiği kadınla evlendi; kehanet, kendisini gerçekleştirdi. Böylece bin yıllar sonra, 1898 yılında psikolojiye adım atacak olan Pygmalion etkisi ortaya çıkmış oldu.
Pygmalion Etkisi
(Pygmalion mitinden etkilenen George Bernard Shaw, çiçekçi bir kızın kendini gerçekleştiren kehanet çerçevesindeki öyküsünü anlatan Pygmalion isminde bir piyes kaleme almış. Görselde, bu piyesin sinema uyarlaması olan My Fair Lady’den bir sahne yer alıyor.)
Kökenini mitolojiden alan ve kurgu eserlerde de yerini kapan Pygmalion, kendini gerçekleştiren kehanet kavramının ilk basamağında yer alıyor. 1898 yılında Alman Psikiyatrist Albert Moll, bu kavramın içeriğini açıklıyor ve kehanetler, kendilerinin gerçekleştirilmesine neden olurlar, diyor. Çünkü iyileşeceğine gönülden inanan hastaların gerçekten de iyileşiyorlar ve bir tedavi yöntemi olan hipnoz da aslında, hipnozun etkisi altında olan kişilerin kendilerinden beklenen neyse o şekilde davranmalarından ibaretti.
Aradan biraz zaman geçiyor ve 1911 yılında, “Akıllı Hans” namıyla bilinen bir at üzerine iki psikolog araştırma yapıyor. Hans, dört işlem yapabilmesi ile psikologların dikkatini üzerine çekiyor. Bu iki psikolog, başlangıçta bir koşullanmadan şüphelenerek yaklaşıyorlar olaya ama ilginç bir şekilde at, sahibi yokken de bu işlemleri yapabiliyor. Fakat en sonunda fark ediyorlar ki Hans, ona soruyu soran kişilerin baş hareketlerini izleyerek doğru sonuca ulaşıyormuş. Mesela Hans’a üç kere üç kaç diyorlar, sonra atın ayaklarına bakıyorlar. At toynaklarını yere vurmaya başlıyor, dokuz kere vurduğunda ise yanıtı bekleyenler başlarını yukarıya çeviriyorlar. Böylece at da yere vurmayı bırakıyor. Yani aslında olan şey, gözlemcilerin beklenti ve ön yargılarını düzenli bir şekilde Hans’a yansıtmaları. Hans da onları haksız çıkartmıyor, kehanetini gerçekleştiriyor.
Kendini Gerçekleştiren Kehanet
Buraya kadar Pygmalion Etkisi olarak geçen bu kavramı, sosyolog Robert Merton bir kez daha ele alıyor ve ona son hâliyle “Kendini Gerçekleştiren Kehanet” ismini veriyor. Merton’un örneği ise Amerika’da yaşayan siyahîler üzerinden gidiyor. O yıllarda buradaki siyahîler, düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar ve hâliyle de düşük hayat şartlarına sahipler. Bu yüzden onlara karşı bu yönde ön yargılar gelişiyor. Bu ön yargılar, sürekli tekrarlandığı için siyahîler de bir süre sonra durumun hep böyle olacağına yönelik kabuller geliştirmeye başlıyorlar.
Merton’un kendini gerçekleştiren kehanetin oluşumu üzerine katkıları da özetle şu: Bir durum yanlış tanımlanıyor. Bu yanlış tanım, yeni bir davranışa yol açıyor. Bu davranış ise başlangıçta yapılan yanlış tanımı gerçekleştirmiş oluyor. Bu kısmı alıp Pygmalion mitine koyalım mı?
Pygmalion, hiçbir kadının sevgisine layık olmadığını düşünüyor ve layık olabilecek tek kadının ancak kendi zihninin ürünü olabileceğine inanıyordu. Bu bir yanlış tanım. İnancından yola çıkarak fildişinden bir heykel yapıyor ve kendi yaptığı heykele âşık oluyordu. Bu da yanlış tanımdan kaynaklanan yeni bir davranış. Venüs’ten aşkına layık bir sevgili istiyor, Venüs de onun yaptığı heykele can veriyor, böylece Pygmalion gerçekten de kendi zihninde yarattığı kadınla evleniyordu. Başlangıçta yapılan yanlış tanım, gerçeğe dönüştü.
Merton bir de, insanlar hakkındaki yanlış yargıların onları etkileyerek davranışlarını değiştirdiğini söylüyor. İnsanlar, kendilerinden beklenen şeyleri doğrulayacak davranışlara yöneliyorlar. Bu yönelim, eyleme dönüşünce de kehanet gerçekleşmiş oluyor. Ancak gözden kaçmaması gereken bir nokta var: Başlangıçtaki yargıyı oluşturan düşüncenin kişi tarafından kesinlikle yanlış algılanması gerekiyor. Öbür türlü, gerçekleşen şey kehanet değil, ayakları yere basan mantıklı bir tahmin olur.
Haydi, son olarak Merton’un söylediklerini de mitlerden, dini metinlerden ve kurgu eserlerden örnekleyerek yazıyı bitirelim.
Odip
Pygmalion’dan çok bahsettik o yüzden mit tarafını bu sefer Ödip’e verelim istiyorum. Ödip anlatısının genel geçer kabullerinden birinde, Ödip doğmadan önce annesi kraliçeye, oğlunun babasını öldüreceği ve annesiyle evleneceği kehanet ediliyor. Annesi de bu kehanetten kurtulabilmek için oğlunu öldürmeye karar veriyor. Ödip’i öldürmesi için birini tutuyor. Fakat bu kişi Ödip’i direkt öldürmek yerine, dağda ayak bilekleri delinmiş ve bir ağaca bağlı olarak bırakıyor.
Buradan geçen bir çoban, Ödip’i buluyor ve onu, çocukları olmayan başka bir kral ve kraliçeye veriyor. Kral ve kraliçe Ödip’i kendi öz çocukları gibi büyütüyorlar. Ödip büyüdükçe etrafından evlatlık olduğuna yönelik dedikodular duyuyor ve işin aslını öğrenmek için bir tapınağa doğru yola çıkıyor. Asıl doğduğu krallığın sınırlarındaki bir geçitte, bir arabayla karşılaşıyor. Kimin yol vereceği ile ilgili bir tartışma kopuyor ve deli kanı kaynayan Ödip, arabanın sahibini öldürüyor. Öldürdüğü kişinin öz babası kral olduğunu bilmiyor. Kehanetin ilk adımı böylece gerçekleşiyor. Aradan yıllar geçiyor ve Ödip, annesi olduğunu bilmeden, ölen kralın dul karısıyla evleniyor. Kehanetin ikinci aşaması da böyle gerçekleşmiş oluyor.
Görüldüğü gibi, eğer kehanetin sunulduğu kraliçe, bu kehaneti duyduktan sonra onu gerçek kabul edip, yeni ve yanlış bir eyleme girişmeseydi, Ödip anne-babasını tanımadan büyümeyecek, babasını öldürmeyecek ve annesiyle evlenmeyecekti. Kendini gerçekleştiren kehanetler, karşımıza nerelerde çıkarlarsa çıksınlar, bu şekilde vuku buluyorlar. Bir başka örnek de Hz. Musa’dan gelsin mi?
Musa ve Firavun
Raviler rivayet ederler ki, Firavun’a, İsrailoğulları’ndan bir erkek çocuğu tarafından öldürüleceği kehanet edilmiş. Firavun bunun üzerine köyleri bastırır ve bütün erkek çocuklarını öldürtür. Musa’nın annesi ise onu bir sepetin içerisinde nehre bırakarak hayatını kurtarır. Sepet akıntıyla gider, Firavun’un sarayında kıyıya vurur. Firavunun kızı (bazı yerlerde karısı) nehirde çocuğu bulur ve onu evlat edinir. Çocuğu emzirmek için nice kadın gelir, Musa hiçbirini emmez. En sonunda İsrailoğulları’ndan sütü gelen bir kadın bulunur ve Musa onun sütünü kabul eder. Habersizlerdir ancak bu kadın, onun öz annesidir. Musa büyür, öldürülmesini emreden kişinin sarayında bir prens olur. Sonrası zaten malum, Musa, Firavun’un halka yaptığı yanlışları görecek, onu keferelikten vazgeçirmeye çalışacak ve en sonunda da onun ölümüne vesile olacaktır.
Burada da aynı şekilde firavunun kehaneti yanlış anlayıp, yeni ve yanlış bir eyleme girmesi söz konusu. Eğer böyle yapmasaydı çocukların öldürülmesi için emir vermeyecek, Musa da ırmaktaki bir sepetin içerisinde Firavun’un sarayına gelmeyecekti. Yani kehanet, kendini gerçekleştirmeyecekti.
Hz. Musa etrafında anlatılanların benzerlerini pek çok farklı yerde izledik aslında. Hele Kahpe Bizans, birebir aynısıydı. Ama birkaç değişmeyle yine denizde kürek çekerek kurtulan Game of Thrones’un Gendry’sine de bakabiliriz. Oralar size kalmış, ben son örneğime geçeyim.
Harry Potter
Harry Potter’ın ana hikâyesi de yine bir kehanet üzerineydi, biliyorsunuzdur. Voldemort’u Temmuz sonunda doğacak ve ona iki kere karşı gelmiş olan bir aileden dünyaya gelecek olan çocuğun öldüreceği kehanet ediliyordu. Bunu duyan Voldemort, kehanette anlatılana uygun olan iki çocuk Neville Longbottom ile Harry Potter arasından Harry’i seçiyor, kehanetten kurtulabilmek için öldürmeye gidiyordu. Fakat Harry’nin annesi hayatını oğlu için feda ediyor, Voldemort’un hesap etmediği bir başka değişken sonucu evdeki hesap çarşıya uymuyordu. Voldemort, kendi eliyle kendisini öldürecek olan kişiyi seçmiş, ailesinin ölümüne sebep olmuş ve ona kendisini yenebilecek tek gücü de yine kendisi vermiş oluyordu.
Harry, söz konusu kehaneti öğrenip bir sinir krizi geçirdiği esnada Dumbledore ona kendini gerçekleştiren kehaneti, kendi cümleleriyle açıklamıştı. Olay, hiçbir zaman Harry’nin Voldemort’u öldüreceği kesinliğiyle başlamamıştı. Onu bu yola iten şey, Voldemort’un kehaneti yanlış anlayıp, normalde yapmayacağı yanlış yeni bir eyleme gitmesiydi. Bu eylemin sonucunda ise Harry, Voldemort’u öldürmeye zorlanarak kehaneti gerçekleştirmiş oldu.
Böylece kendini gerçekleştiren kehaneti de iyice konuşmuş olduk sanırım. Fantastiğini, kurgusunu bilmem ama kendini gerçekleştiren kehanetlerin zararından kaçınmak açısından dikkatinizi çekmiş olmayı dilerim. Merton’un insanlar hakkındaki yanlış yargılarımızın onları etkileyerek davranışlarını değiştirmesi üzerine söyledikleri kulağımıza küpe olsun; bunun sadece diğer insanlara karşı olan düşüncelerimiz için değil, kendimiz hakkındaki yargılarımız için de geçerli olduğunu da unutmayalım.
4 Comments
Eee Kehanetteki çocuk aslında neville longbottom mıydı yani? Sonuçta son hortkuluk yılanı o öldürdü? Whole thing was a lie?
Kehaneti doğru kabul edersek, iki kişiyi işaret ediyordu. Biri Harry, biri Neville. Çünkü ikisi de temmuz sonunda doğmuştu ve ikisi de Voldemort’a iki kere karşı gelmiş anne-babalara sahiplerdi. Harry’i seçen Voldemort’tu; safkan olan Neville’ı değil, kendisi gibi melez bir aileden gelen Harry’i tehdit gördü. İkisinden birini seçmeseydi, eylemsiz kalsaydı eğer, ne Neville, Nagini’yi öldürecek ne de Harry, Voldemort’a karşı gelecekti. Hatta Harry’ye gitmeseydi, Snape bile olaya dahil olmayacaktı. Başka bir deyişle, eğer Voldemort diğer çocuğu tercih etseydi, “Neville Longbottom ve Felsefe Taşı”nı okumaya başlayacaktık. Zaten kendini gerçekleştiren kehanetlerin de olayı bu. Kehanet doğru diye olmuyor hiçbir şey, kehaneti doğru kabul edenler buna sebep oluyor.
Anladım 🙂
Bir de aşırı Potterhead geyiği olması riskine karşılık gene de söyleyeceğim, son hortkuluk Nagini değil, Harry idi.