Şu yazıyı hazırlarken inanın, kitabı daha yeni bitirmiş olmanın hararetiyle ne hayal kırıklıkları yazıp sildim, ne heyecanlı ve sevimli dakikaları araya sıkıştırmaya çalıştım bilemezsiniz. Bir Potterhead olarak Harry’ye dair son hikayenin nasıl olacağına dair büyük umutlarla okumaya başladığım bu kitapta zaman zaman modum düşse de bazı vakitler de gerçekten keyif aldım. Şu an inanılmaz karışık düşüncelere sahibim açıkçası; bir an için sırf Harry Potter’a dair bir öykü olduğu için kitabı el üstünde tutarken, bir dakika sonra da akıl almaz boşlukları yüzünden yerden yere vurasım geliyor Cursed Child’ı. Diyorum ya, çok tuhaf hisler yaşıyorum şu an için. Kitabı bir ay sonra bir daha sakin kafayla düşündüğümde yine aynı düşüncelere sahip olur muyum bilmiyorum -muhtemelen aynı kalırlar çok mantıklı açıklamalar karşıma çıkmadıkça- ama yine de görüşlerimi gayet açık ve net bir şekilde belirtmeden de geçmek istemedim.

Öncelikle belirtelim, kitabın hikayesine yönelik yeniden bir anlatma girişimimiz olmayacak. Zira, daha tiyatronun ilk sahnelendiği zamandan kalma spoiler kazanı misali bir yazımız mevcut. Gerçi kitapta okuduğunuzla tiyatroda gördüğünüz etkinin aynı olmayacağından ve yazıda anlatılanların da izleyenler sayesinde oluştuğundan bazı ayrıntılarda farklılık olma ihtimali var, fakat yine de bu yazımızda daha çok olumlu ya da olumsuz eleştirileri üzerinde duracağız. E tabii, bu yazımız da spoiler kazanından hallice olacak, bilginize.

Artılarıyla eksileriyle, yanlışlarıyla doğrularıyla Cursed Child için hazırladığımız incelememize hoş geldiniz!

Rowling’in Karakterleri Yansıtışı

Yani nasıl anlatsam, belki de kitabı okurken keyif aldığım tek şey karakterlerin birkaçı iken, yine en nefret ettiğim şeyler de karakterlerde bitiyordu; oldukça tuhaf bir durum gibi geliyor kulağa, değil mi? Ama inanın bana, aslında hiç de o kadar garipsenecek bir şey değil. Zaten tüm olay karakterlerde yaşanıp sona eriyor, bu çok net bir şey.

Öncelikle Rowling’in tam anlamıyla batırdığı ama önceden aşina olduğumuz karakterleri bir sıralayayım: Hermione Granger ve Albus Dumbledore. Şu iki kişiliğe, Harry Potter kitaplarını okurken ne kadar aşık olduysanız ya da ne kadar imrendiyseniz, Cursed Child’ı okurken resmen gözlerinize inanamıyorsunuz ve inanılmaz derecede hayal kırıklığına uğruyorsunuz.

landscape-1464776536-hermione-granger-noma-dumezweni

Hermione Granger denilince aklınıza gelen ilk şeyin yaşıtlarının da ötesinde pasparlak bir cadı olması, şu kitaba kadar o kadar takdir edilesi bir şeydi ki… Hogwarts Savaşı yaşanmış, üzerinden yıllar geçmiş, herkes ailesini kurup çoluk çocuğa karışmış, Hermione hırsı ve başarılarıyla Sihir Bakanı olmuş. Buraya kadar her şeye tamamız, olmayacak ya da imkansız gibi görünen hiçbir şey yok. Fakat karakterdeki sıkıntı, olaylar sarpa sardığında baş gösteriyor. Hatta öyle ki, Hermione’den hayatta beklemeyeceğiniz bir hata olabilecek bir ayrıntıyı sizlerle hemen burada paylaşmak istiyorum. Gerçi okuduğunuzda “E o da insan ama.” tepkisi verenleriniz de olacaktır, fakat kitaplardaki kurgusal karakterler söz konusu olunca böylesine spesifik ve can alıcı bir hata cidden göz tırmalıyor.

Eğer spoilerlı yazıyı da okuduysanız, hikayede “time-turner”ın oldukça odak noktada bulunduğunu bilirsiniz. İllegal yollarla elde edilmiş bir time-turnerı, bakanlık bünyesinde legal olarak bulundurmak isteyen Hermione Granger, diğer adıyla Sihir Bakanı ve zamanının ötesindeki dahilikteki parlak cadımız, bu aleti saklamak için belki de hayatında yapıp yapabileceği en saçma koruma tekniğine başvuruyor denebilir. Tüm büyücü dünyasını alt üst edebilecek derecede önemli bir şeye bakanlık olarak sahipsiniz ve yok etmek istemediğiniz için saklama kararı alıyorsunuz ama yapabildiğiniz en önemli koruma da bir kütüphanedeki basit bilmeceleri geçmekten ibaret sadece…

Üstelik bu engeli de saf Albus Severus geçmeyi başarıyor bir şekilde. Yani cidden, aklınız alıyor mu bunu acaba? Hatırlarsanız Felsefe Taşı kitabında babalar gibi önlemler alınmış, ne engeller konulmuştu oraya giden yolun önüne. Belki felsefe taşı, bir time-turnerdan daha önemli bir konuma sahip, orada hiçbir anlaşmazlık yaşamayız, ama şöyle bir durum var ki; eğer büyücü dünyası böyle önlemler alabilecek kapasitedeyse ve bu önlemler de bir okulda alınabiliyorsa, koskoca bakanlık neden bunu yapamasın? Yani neden? Dumbledore, o dünyanın başına gelen en güçlü ve bilge büyücülerden biri olabilir ve bu nedenle de o tür önlemler gayet makul gözükebilir fakat Dumbledore’u da zamanında tanımış ve kesinlikle böyle bir aptallığa düşmeyecek kadar akıllı bir cadı olarak yaşarken, e bir de üstüne Sihir Bakanı da olmuşken, böyle yetersiz bir önlem sizi daha ne kadar kalifiye biri kılabilir ki o pozisyonda? Herhalde Sihir Bakanı olan herkese bir lanet bulaşıyor, adamakıllı davranamıyor birçoğu. Hermione’den öncekilerde de böyle arada çürük hareketlerde bulunanlar vardı hani, ilginç bayağı…

Ha bir de söylemeden geçmeyelim, hikayede Minerva McGonagall da var ve inanır mısınız Hermione’ye verilebilecek en güzel tepkiyi sadece o veriyor. Özetle “Kızım sen eblek misin? Bu nasıl bir hata?” tarzında cevabıyla kalıbını basan McGonagall, diğer herkesin takındığı tutumlardan en mantıklısını ortaya koyuyor. Hermione’nin kitap boyunca size inandırıcı gelmeyen bazı saçma hareketleri, en göze batan örnek olarak yukarıdakini gösterebiliriz, karakter açısından oldukça kötü bir gelişme.

Rowling bu konuda neden böyle çuvalladı bilmiyorum ama kesinlikle Hermione öğrencilik yıllarında olduğu kadar kuvvetli bir karakterizasyonla yansıtılamamış. Tabii okuyup bir de siz görün, aynı fikirleri paylaşır mıyız emin değilim ama ben Hermione’yi fazlasıyla seven biri olarak hayallerimin suya düştüğünü belirtmek istedim. Yine de böyle hatalar dışında bir anne ve eş olarak, üstüne üstlük bir de dost olarak gayet normal ve anlaşılabilir davranışlar sergilediğini de söyleyebilirim sanırım. Kadını o kadar da yerden yere vurmamak lazım; zira Ron’un klasik şapşallıklarına, klasik Hermione tepkileri verdiğinden çok da karartmayalım ortamı, yine içinde bir yerlerde kendinden bir şeyler kalmış kızcağızın. En azından bu kadarını koruyabilmiş Rowling.

Albus-Dumbledore

Bunca Hermione eyyorlaması sonrası gelelim Dumbledore’a. Bunun hakkında çok ayrıntılı yazabilir miyim bilmiyorum ama kısaca söylemek gerekirse, Dumbledore da çok tatmin etmedi. Hikayede portre olarak karşımıza çıkan Dumbledore sık sık Harry ile konuşurken görülüyor ve… Yani nasıl desem bilmiyorum ama… Sanki biraz Dumbledore değil gibiydi? Bizim bildiğimiz Dumbledore portre de olsa öyle boş görünmezdi yani. Adamın her cümlesi tarihe kaydedilecek kadar önem taşırken, burada Harry ile konuşmalarından bile görüyorsunuz ki pek de kendinde değil gibi. Hayır ölünce portre oluyorsun, bir de üstüne kişiliğin de mi ölüyor?

Bu portre meselelerini Rowling kısa zamanda detaylıca açıklasa iyi olacak zaten, yoksa işin içinden çıkılmayacak bir durum haline gelecek. McGonagall da zaten kitabın içinde bir yerlerde  “Bana sadece okuldaki idaresel işlerde rehber olsun diye varlar.” şeklindeki açıklamasıyla bunun yolunu biraz da olsa yaptı sanırım. Yani o müdür portreleri aslında öylesine durmuyorlarmış, bir amaçları varmış. Buradan tutup da güzel bir açıklama gelse iyi olur, çünkü Dumbledore kendi müdürlük zamanında eski müdürlerin portreleriyle konuşurken -Müdür Phineas’ı hatırladınız mı?- o kadar da göze batan ya da en azından o karakterleri çok net bilmediğimizden bizi sıkan bir detay değildi bu. Ama koskoca Dumbledore’u öyle görmek, çaresizmiş gibi okumak, Harry’ye verecek çok da net cevaplarının olmaması… Karışık ama mantıklı bir açıklama verilirse giderilebilecek bir sorun gibi bu durum ya, hayırlısı.

HP_22-1

Hikayede moral bozan ve daha önceden aşina olduğumuz karakterleri iki ile sınırlayıp bu üzücü duruma biraz da yeni gelen karakterlerle devam etmek istiyorum: Albus Severus Potter. Şimdi sıkı durun, bu çocuk üzerinden inanılmaz nefret kusabilirim. Çok kısa ve net olarak söyleyebilirim ki Albus Severus kadar ne yaptığını bilmeyen ve her şeye atarlı giderli yaklaşan bir çocuk daha görmedim ben. Zamanında Harry de gençti, o da asiydi ve zaman zaman şapşal hatalar yapardı. Ama inanın tüm bunların nedeni, daha minicik bebekken ona kader diye dayatılan saçma sapan zorluklarla dolu yaşamıdır. Albus Severus ise tam anlamıyla şımarık bir çocuk edasıyla tüm kitap boyunca beni deli etmeyi çok rahat başardı açıkçası.

Sona doğru babasının değerini anlayıp toparlıyor gibi olduysa da, benim için başta yaptıklarıyla bayağı ön yargı oluşturmuştu kendisi, ne kadar doğru karar alırsa alsın bir süre sonra hep itici gelmeye falan başladı. Ağabeyi James bile tam anlamıyla burnu havada biri gibi dolaşsa da etrafta, Albus kadar göz önünde olmadığı ve sadece “kardeşiyle uğraşan abi modeli”ni yansıttığı için o kadar da batmadı bana. Ne bileyim, Albus Severus bence olmamış, yapamamışlar. Harry gibi bir babayı hak etmeyecek kadar lanet edilesi bir karakter çizmiş kendisi. Yani her şeyini geçiyorum, en yakın dostu Scorpius’un mantıklı açıklamalarını bile dinlemeyip garip garip işler çevirdi ya, ben daha ne diyeyim bu çocuğa…

Kitabı okuyunca detaylarda bile Harry’nin gerçekten çok yerinde bir baba olduğunu göreceksiniz, en azından eski arsız ve asi hallerinin yerini mantıklı bir baba modeline bırakıyor ve bu noktada kendisi gayet takdire şayan biri olarak karşımıza çıkıyor. Babasına bak oğlunu al diyemiyoruz bu noktada ne yazık ki. Hatta öyle ki Albus sadece bu saçma tavırlarını babasına değil Scorpius’a da zaman zaman gösterir oluyor. Hani çocuktur, gençtir, aklı ermez diyeceğim de, onun yaşında ne büyücüler cadılar gördük, neler atlattılar üstelik… Ne bileyim, bu çocuk olmamış, alın bunu buradan. Vallahi elim ayağım titriyor. Bakın, hala babasına saydırdıklarını hatırlayıp sinirleniyorum. Harry böyle bir çocuğu hak etmiyor ey geek alemi!

tumblr_o81p47qWrI1qhgerpo1_1280

Şimdi gelelim karakter özellikleri ve gelişimleri bakımından kitap boyunca en makul ve mantıklı ilerlemeyi gösterenlere: Ginny Weasley Potter. Ginny, bu güzel etki bırakan karakterlerden ilkidir benim için Cursed Child bünyesinde. Zira kitap ve film Ginny’si bile Harry Potter serisinde oldukça farklı yansıtılırken ve insanlar hangisini daha çok sevdiğine dair iddialara girerken -bu arada kitap Ginny’si her zaman en iyisidir-, bu hikayede yine bir nebze fazla sözü olup da ortalıkla saçma sapan hareketlerde bulunmayan yegane karakterlerden.

Her şeyden önce o bir anne, bir eş; her şeyi ailesi için düşünüyor ve gerçek anlamda şefkatli biri. Gençliğinde esen gürleyen bir genç kızken şimdi gayet hanım hanımcık bir kadın oluvermiş ve durulmuş, sakinleşmiş. Tabii bu durulma yine anne olmasının getirdiği bir özellik, yoksa yine benliğinden ödün verecek kadar değişmemiş kendisi. Karakter gelişmesi açısından oldukça güzel bir detay, yaptığı hiçbir şey göze batmıyor ve her şeyi en makul karşılayan yine Ginny. Hatta öyle ki, Harry’nin bile karamsarlık dakikalarında düşüncelerine ışık tutan yine o oluyor.

Rowling’in, eski kadrodan kalma olan ve eline yüzüne bulaştırmadan geliştirdiği Ginny Weasley Potter’ı ben çok tuttum. Çok fazla etkin değil belki hikayede, bir Albus ya da Harry kadar göz önünde bulunmuyor ama arkadan sürekli olarak destek veren birinin varlığını çok güzel hissettiriyor bizlere. E tabii Harry ve Draco eski mutlu (!) günlerindeki gibi, Potter ailesinin mutfağında bir güzel savaşırken bile verdiği tepki yine Ginny tepkisi oluyor. Karakterin ne eksiği ne de fazlası var. Gayet güzeldi. Şahsen beni tatmin etti kendisi. Bilmem, kitabı okuyunca siz ne tepki verirsiniz bu konuda…

25.-Anthony-Boyle-Scorpius-Malfoy-and-Alex-Price-Draco-Malfoy-Harry-Potter-and-the-Cursed-Child-photo-credit-Manuel-HarlanHP

Gelelim çok subjektif bir düşünce olan Malfoylar övmeme… Çok açık ve net bir şekilde söyleyebilirim ki, tüm kitap boyunca takdir ettiğim ve beğendiğim karakterlerden oldular. Gerek Draco gerekse Scorpius, sergiledikleri davranışlar açısından hiç de “Ne kadar salak salak hareketler bunlar… Hayır yaşın kaç senin?” dedirtmedi. Scorpius, dostu Albus’un aksine makul davranan ve hareket eden bir çocuktu, ikilinin mantık kısmını karşılayan da oydu zaten. Kendisi tam bir şaşkın tabii, evhama kapılıp ne yaptığını şaşıran ve hatta Rose Granger-Weasley’e çıkma teklif edince heyecanını Albus’la paylaşmaktan pek bir mutlu olan birisi.

Yaşının gereğindeki ayarda davranıp ne alta ne de üste taşmayan bir sınırı vardı kendisinin. Yeni bir karakter olarak beğendiğim şimdilik o var yalnızca. En başta okurken bir Malfoy üyesinin böylesine canayakın ve aslında hiç de o kadar pislik bir insan olmayacağını Scorpius’u okudukça öğreniyoruz. Ki bence bu çok da güzel bir detay, her Slytherin’e giren ya da her ailesinin geçmişinde kötü izler taşıyan insanın illa da öyle kötü ve pislik bir karakterde olmasına gerek yok. Bu açıdan böylesine bir tabunun yıkılması hoş olmuş.

Bir Malfoy olarak Draco‘dan da söz etmek gerekir tabii… Draco buradaki karakterler arasında nötr yaklaştığım biri olarak kalacak sanırım benim için. Zira zaman zaman klasik Draco Malfoy gibi davranıp ortalıkta huzursuzluk çıkarsa da zaman zaman da yaptığı fevri hareketlerle, amacının sadece ailesini ve yegane oğlunu korumak olduğunu gözler önüne seriyor. Zaten oğlu Scorpius için çıkan “Voldemort’un çocuğu aslında o” dedikodularına göğüs germek zorunda olan Draco, bir de çok sevdiği eşi Astoria’yı da kaybedince, böyle hareketlerde bulunmasıyla çok da sinir etmiyor insanı.

Her ne kadar öğrencilik yıllarında Harry’ye çektirmiş de olsa, sonunda yine bir şekilde size kendini kabul ettiriyordu. Cursed Child’da da çok sever ya da nefret eder misiniz bilmem ama nötr olarak bakmanız en muhtemeli şu an sanırsam. Belki kafama takılan bir time-turner muhabbetinden dolayı “Ne saçma bir karar bu yahu.” gibisinden konuştursa da kendini, yine de yaptıklarının nedenine bakınca çok da makul bir şey olduğunu görmemek mümkün değil. Tabii oraya da hikayedeki boşluklar konusunda geleceğiz…

12-harry-potter-and-the-cursed-child-photo-credit-manuel-harlan

Karakterler için son olarak söylenebilecek kısa kısa detaylara gelirsek: Ron ve Rose Weasley karakterleri, kendilerinden beklenenin çok ötesine çıkmadılar zannımca. Ron, her zamanki Ron tavırlarıyla öne çıkıyordu, Rose Granger-Weasley ise genç Hermione olarak nitelendirilebilecek seviyede biriydi. Belki tek farkla, annesinden biraz daha gıcık davranıyor olabilir; tabii bu okuyana göre de değişir bence.

Potter ailesinden James ve Lily çok fazla gözükmediği için, pek yorum yapamıyorum hakkında. Albus ve Scorpius, zamanın orasını burasını yamultup tüm ebeveynleri peşlerinden sürüklerken, James ve Lily sanki kaybolan kendi kardeşleri değilmiş gibi ortalıkla bir kere bile görünmüyorlar. Başlarda Hogwarts Ekspresi’ne gittikleri kısımda tam bir gıcık ağabey rolünü üstlenen James ve tatlı mı tatlı Ginny junior olan Lily, hikayenin devamında pek de karşılaştığımız karakterler olmuyor. Bunun, hikayenin bir eksisi olduğunu düşünüyorum, zira onlar hakkında da üç beş şey fazladan okumak isterdim.

Bu kadar karakterden bahsedip, Harry’yi sona bırakmamın bir nedeni vardı, umarım buraya kadar sabredip de şimdiki diyeceklerimi okuyabiliyorsunuzdur. Harry Potter serisinde ana karakter olduğu için artık düşüncelerine ve davranışlarına bir süre sonra fazlasıyla alıştığımız Harry, Cursed Child kapsamında en az Ginny kadar makul bir karakterdi. Baba olmanın verdiği ağır yükü benimsemiş ve çocuklarının sorunlarını yakından takip eden bir ebeveyn haline gelmiş kendisi. Problemli Albus’a özellikle daha fazla önem veren Harry, hikaye boyunca bir de yeniden yara izinin acıması gibi boşluksal meselelerle uğraşıp durdu.

Hikayenin sonunda yaşadıkları zaman kargaşasından ötürü anne ve babasının ölümüne birebir tanık olan Harry için ciddi anlamda göz yaşı döktüm diyebilirim. Bebekliğinden beri başına gelmeyen kalmadığı gibi, yıllar sonra bir daha Voldemort yüzünden akılsal açıdan zorluğa girdi. Gerçi şunu söylemek gerekir ki, kendisi kitapta yansıtılana göre çok iyi karşılıyor tüm bunları. Yani onun yerinde biz olsak, herhalde deli falan olurduk o sırada. Artık bünye alışmış tabii “Yok mu daha kötüsü, getirin abinize bir tık daha berbatını.” moduna girmiş herhalde, çok da yıkılmıyor bu kadar şey karşısında. Yaşadığı zorlukları ve aklındaki sıkıntıları anlamak ve görmek oldukça mümkün ama göğüs gerdiği tüm bu olaylar karşısında takdir edilesi bir duruşu vardı açıkçası.

HP_12

Bir de hazır Harry’den bahsetmişken ekleyeyim -bu düşüncemde yalnız olmadığımı ve çok sevdiğim bir arkadaşımın da aynı düşünceleri paylaştığını duyduğumda aşırı sevindiğimi belirtmek isterim-: Lanetli Çocuk olarak bahsedilen kişinin, resmi bir açıklama gelse de gelmese de ben Harry olduğuna inanıyorum. Ne Albus, ne Scorpius ne de bir başkası… Onca yıla rağmen hala bu “laneti” üzerinde taşıyan ve yine bir şeyler için savaş vermesi gereken tek karakterin bu konumda Harry olduğu su götürmez bir gerçek. Bu lanet her neyse üzerine bir yapışmış ki, kalkmak veya gitmek bilmiyor. Ana konu her ne kadar Albus ve Scorpius üzerinden yürüse de, Delphi denilen Voldemort ile Bellatrix’in kızının bile böyle bir konumda pek de bir şey ifade etmeyeceği gayet normalken, lanete sahip olan kişinin kesinlikle Harry olduğunu söyleyebilirim. Tabii bu konudaki görüşlerinizi, kitabı okuduğunuzda sizinle konuşmak isteriz. Herkesin kendince makul bir sebebi olabilir, mantıklı açıklamalarla tezinizi savunabilirsiniz. Kapımız bu konuda her zaman açıktır.

1 2 3
Author

Geveze, aşırı heyecanlı, domates surat. Ailenizin mülayim, cep tipi ponçiği. Profesyonel inek. Özel gücü ise role play yazmak. @poncikbruiser

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.