Geride bıraktığımız 2019 senesinin en çok övgüye mazhar olan işlerinden biri, Midsommar filmiydi. Gerek capcanlı, rengârenk, aydınlık çekimleriyle korku türü içerisinde ayrı bir yerde durması, buna rağmen gerilimin dozunu tüm film boyunca eksiltmemesi gerekse de içerisinde barındırdığı halk bilgisine yönelik güzel yerleştirilmiş pek çok unsur sebebiyle unutulmayacak filmlerden biri oldu. Film, çıkmasından bu yana bu kadar övülmüş, naçizane bizim Geekyapar ekibi olarak yaptığımız listeler dâhil olmak üzere pek çok listeye de ön sıralardan alınmışken, filmin temel aldığı festivali bir konuşalım dedim, ne dersiniz?
Aslında filmde üzerine saatlerce konuşulacak kadar fazla şey var, biliyorum ancak bunlardan birine odaklanmak daha iyi olacak diye düşündüğüm için, doğrudan filme ismini veren festivalin üzerinde durmak istedim. Midsummer ya da Midsummer Day, günümüzde, yoğunlukla Hristiyanların kutladığı St. John Day’in, Hristiyanlık öncesi köklerine dayanıyor. Yirmi birinci yüzyıla kadar devam ettirilen ve insanlığın büyük bir bölümünün katılmaktan mutluluk duyduğu bu festivali konuşmaya önce günümüze daha yakın bir tarihten başlayalım isterim. Bir bakıma olayları tersinden anlatacağız yani. Ancak bu bilinçli bir tercih çünkü böyle yaparak geriye doğru gittikçe, bizlerin günümüzdeki geleneklerinin veya benzer kutlama alışkanlıklarının nerelerden geçip bu hâllerine kavuştuklarını daha rahat görebileceğimizi umuyorum. Bu esnada da dinler arası geçişlerden bahsetme imkânı bulacağız.
Vaftizci Yahya
Vaftizci Yahya, Saint John the Baptist veya Jean-Baptist’in isimlendirmelerinden biri. İslâmi kaynaklara göre Yahya, Zekeriya peygamberin oğludur, Yahya’nın annesi ise Hz. Meryem’in teyzesidir. Bu bakımdan kendisi Hz. İsa’nın anne tarafından ikinci derece dayısı oluyor sanırım, bunun için başka net bir akrabalık ismi var mı bilemedim şimdi. Öte yandan dinlerin gerçekten, kelimenin tam manasıyla kardeş çocuğu olduğunu da böylece tekrar etmiş oluyoruz, kamusal mesaj olsun. Yahya’nın Hristiyan inancında bilinen Jean ismi ise İbranice “Yehova lütfetti” anlamına gelen Yohanan’dan geliyor. Yohanan, Grekçe’ye Ioannes; Latince’ye ise Joannes olarak geçiyor. Sonra da dil içerisinde kullanıla kullanıla, Jean hâlini alıyor.
Kur’anda geçtiği şekilde Yahya ismi, “hayat” kelimesinden türetilmiş. Bu isim Yahyâ’ya Allah tarafından, anne-babasının yaşları ve kısırlığına rağmen dünyaya gelmesi, daha sonrasında ise şehit düşmesi sebebiyle; şehitler ölmez düsturunun bir erken görünümü olarak “o yaşayacak” anlamında verilmiştir. Hakkındaki diğer bilgiler ise onun İsa’nın müjdecisi olarak bilindiğini, İsa’nın tanrısal niteliğini fark eden ilk kişilerden biri olduğunu söylemektedir. Hayatı ve öğretilerini içeren pek çok farklı bilgi bulunan Yahya hakkındaki en önemli inanış ise onun Hz. İsa’yı vaftiz eden kişi olması, yani bir anlamda yeniden doğuşu simgelemesidir. Vaftizci Yahya yahut Jean-Baptist de buradan geliyor.
Bu kadar etimoloji ve hayat hikâyesi neden verdiğimi soruyor ve muhtemelen de sıkılıyor olabilirsiniz. Ama Yahya’nın hayat ve yeniden doğuş kavramları ile bağlantısı, dört büyük dinden eskiye dayanan bir gelenek olan Midsummer ile eşleştirilmesi bakımından önemliydi.
Saint John’s Day
Aziz John Günü, Jean-Baptist’in hatırası üzerine bina edilen bir dini bayram günüdür. Birçok ülkede 24 Haziran’da Katolikler ve bazı Protestanlar tarafından kutlanmaktadır. Rasos yahut Dew Holiday gibi isimlerle de bilinen bu gün, yazın gelişi için yapılacak olan çeşitli kutlamaların başlangıcı kabul ediliyor.
Bu günde yapılanların arasında dans etmek, şarkı söylemek, ziyafet sofraları kurmak gibi alışıldık kutlamalar yer alıyor ancak onu diğerlerinden ayıracak gelenekler de mevcut tabii ki. 24 Haziran hem yılın en uzun günü olma unvanını taşıyor hem de yaz mevsiminin simgesi olarak gün ışığını, sıcak günleri, tarlaların çeşit çeşit meyve-sebzeyle doluşunu; bolluğu, bereketi ve toprak için ölümü anlatan kışın ardından gelen yeniden bir doğuşu -yani kısaca yaşamın kendisini- temsil ediyor. Bu bakımdan da toprak, yeşillik ve doğa ile oldukça ilişkili görülüyor.
Dolayısıyla Aziz John Günü geldiğinde insanlar gülüp eğlenmek, dans edip şarkı söylemek ve bolca güzel yemekler yemek dışında toprakla da etkileşime geçiyorlar. Bu etkileşimi hem gerçek anlamda toprağı işlemek hem de üzerimizdeki ‘ölü toprağını silkelemek’, temizlenmek olarak alabiliriz. Yani bu gün yapılması veya yapılmaması gereken şeyler, toprak, ekinler, berekete yol açacak çeşitli eylemler ve manevi arınma ile oldukça bağlantılı.
Neler var bunların arasında? Mesela bir kişi Aziz John gününde güneş battıktan sonra bir bitkiyi kopartırsa, yakın zamanda kansere yakalanacağı düşünülüyor. Böylece toprak ve doğayla iç içe olan böyle bir günde, onların bahşettiklerine zarar vermenin kötü şans getireceği söylenmiş oluyor. İyi yanından da bahsedelim, mesela Aziz John gününde asmalarınızı silkelerseniz, o asmaların üzümlerinden güzel ve hoş kokulu şaraplar elde ediyorsunuz.
Böyle günlerin ayrıca bizim belki ‘eşref saati’ne benzer şekilde tabir edebileceğimiz belirli bir enerjileri var. Bu günlerin içerisinde yapılan yahut yapılmayan şeyler aynı zamanda insanların hayatlarını, onlar farkında olmadan etkiliyor olabilirler. Çünkü dünya üzerinde özellikle bu zamanlarda yoğunlaşan bir enerji söz konusu ve bu enerjiyi oluşturan şeylerin arasında birtakım ilahi/doğaüstü kuvvetler de bulunuyor. Eğer bir insan etrafında olan biteni iyi gözleyebilirse geleceğe yönelik çıkarımlarda bulunabiliyor veya ‘eşref saati’ne denk getirip hayatındaki gizemleri açığa çıkartabiliyor. Bu kısmı da arınma sembolü olan ateş ile bağlantılı olarak hayata geçiriyorlar. Aziz John gününde yaktığınız bir kibrit çabucak sönerse bu, kötü şansın bir işareti olarak yorumlanıyor. Eğer kutlamalar sırasında yakılan ateşten bir parçayı evinize kadar söndürmeden götürebilirseniz, bu da iyi şansın bir işareti olarak görülüyor.
Meydanda yakılan büyük ateşlere vardıysak biraz daha gerilere gitme vaktimiz gelmiş demektir.
Midsummer
Midsummer, yaz gündönümünü ifade eden ve genellikle Kuzey Avrupa coğrafyasında, tarihler kültüre göre farklılık gösterse de çoğunlukla 19 Haziran ile 25 Haziran arasındaki bir günde gerçekleştirilen kutlamaların ismi. Biz Midsommar filminden yola çıktığımız için Kuzey Avrupa’ya odaklandık ancak pek çok kültürde hemen aynı zamanlarda, hemen hemen de aynı biçimler ve amaçlarla kutlanan günler mevcut.
Odaklandığımız bölgedeki isimleri arasında İrlanda ve İskoçya’da kullanılan Beltane veya Beltein de yer alıyor. Bu iki isim de Hristiyanlık öncesi kutlamalara göndermede bulunan isimler ve bu kutlamaların arasında, bir benzerinin ‘Tanrıların Annesi’ Kibele için farklı coğrafyalarda yapıldığı gibi, toplu hâlde katılım sağlanan zevk verici törenler de yer alıyor. Sanırım filmde geçen folklorik unsurlardan birine de böylece varmış oluyoruz. Söz konusu törenlerde az önce bahsettiğimiz tarihler arasında geceleri ormanlık alanda büyük bir ateş yakılıyor, bu ateşin etrafında dans ediliyor, neticesinde de bereket ve yeniden doğumu onurlandırmak için, grup içinden seçilen kişiler ilişkiye giriyor. Avrupa folklorundan bolca esinlenen bir başka üretim olan Witcher serisinde de bu festival birebir, Belleteyn ismiyle yer alıyordu.
Tabii bu noktada söz konusu uygulamaların zamana ve toplumlara göre fazlaca çeşitlilik gösterebileceğini, söylenenlerin de bütün Midsummar uygulamaları için geçerli olmadığını belirtmem gerekir. Ancak tıpkı günümüzde olduğu gibi toplumun genelinde, özellikle de inanç tabiatınca yasaklanan davranışların, böyle belirli günlerde serbest bırakılması hadisesi de istisnai bir örnek değil. Belirli, özel zamanlarda serbest bırakılan davranışlar arasında şiddete başvurmak, hırsızlık yapmak veya açgözlü bir şekilde çok fazla yemek yemek bulunabildiği gibi, zina da yer alabiliyor. Bazen hepsi birlikte de serbest bırakılabiliyor hatta.
Midsommar özelinde ise cinsel serbestliğin ayrı bir vurgusu var çünkü bu festival temelinde -yazının başında sizi biraz sıkmayı göze alarak açıklamaya çalıştığım gibi- bolluk, bereket, toprağın ekilmesi ve doğum hadisesi ile olabilecek en yakın şekilde ilişkili. Cinsel birliktelik ve birlikteliğin sonucu olan döllenme, Freud, Jung, Frazer ve daha nice araştırmacının açıkladığı gibi bir noktada simgesel olarak toprağa tohumların saçılmasıyla eşdeğer. Bu araştırmacılardan bazıları bir adım daha öteye gidip bütün bu festivallerin cinsel açlığı gidermek ve başka türlü bir ‘ölü toprağı sulamak’ için yapıldığını iddia ediyor olabilirler, orasını onlara bırakıyorum.
Aşina olmayanlar için biraz garip gelmiş olabilir bu iddia ve serbestlikler ama şöyle bir zamanlar üstü açıklaması var bu durumun; bir şeyleri sürekli yasaklar ve asla nefes almasına izin vermezseniz, o şeyler daha çok ayyuka çıkarlar. Hâliyle toplumlar da kontrollü olarak insanlara yasakları çiğneyebilecekleri, nefes alabilecekleri birtakım boşluklar bırakıyorlar. Bu boşluklar da işte Midsummer gibi festivaller, bayramlar oluyor. Toplumda ortaya çıkan küçük çatışmalar, büyük çatışmaları önlerler. Bütün yıl yasaklarla burun buruna yaşayan ve temel içgüdülerine rağmen sosyal sözleşmeyi bozmamak için itaat eden insanlar, belirli günler ve haftalarda bastırdıklarını dışarıya vurabileceklerini bildikleri için, daha uyumlu oluyorlar.
Dönüşüm
Midsummar’ın elbette ön planda olan daha farklı boyutları var. Midsummer yani yaz gündönümü, daha önce de bahsettiğim gibi yıllık döngünün özel bir anını simgeliyor. Mitolojik kaynaklar, insanların bu günde –yine daha önce eşref saatleri diyerek aşırı genel bir şekilde anlatmaya çalıştığım gibi- kötü ruhların Dünya’da özgürce dolaştığına inandıklarını, bu yüzden de kendilerini kötülüklerden korumak için büyük şenlik ateşleri yaktıklarını söylüyor. Ateş, daha birçok kültürün inanışında törenlerde kendisine yer bulan bir element çünkü koruyuculuğunun yanında, kötü ruhların sebep olduğu hastalıklar gibi pek çok olguya karşı arındırıcılığı, temizleyiciliği olduğuna inanılıyor. Açık yaralar iltihap kapmaması ve daha çabuk iyileşmesi için ateşle dağlanır, bu da çokça karşılaşılan ve ateşin temizleyiciliğine vurgu yapan başka bir kullanım alanı. Sembolik olarak bakacaksak da cehennem ateşi, bir nevi günahlardan arındırma işlevi görüyor ama bu bambaşka bir şeyin konusu, uzatmıyorum.
Hristiyanlık yayılmaya başladığında ise Midsummar ve benzeri pek çok ‘pagan’ geleneği, yeni Hristiyan bayramlarıyla birleşiyor. Bu birleşmeler bazen halkın eski inançlarını yeni bir forma sokarak devam ettirmeleriyle bazen de Noel’de olduğu gibi dini otoritelerin yeni uygulamaları kabul ettirebilmek için onları eskiden kalma inançlarla bezemeleriyle gerçekleşiyor. Böylece Midsummer, Vaftizci Yahya’nın doğuşunun kutlamasına dönüşüyor; eski inançlardan kalma tabuları çiğnemeye yönelten törenler gibi bazı unsurlarını kaybediyor, kiliseye gitme ve gün boyu dua etme gibi bazı yeni unsurlar kazanıyor ancak köklerinden kalan şenlik ateşi yakmak gibi birçok geleneği de olduğu hâliyle devam ettiriyor.
Günümüzde Midsummer ismiyle bu festival en çok, köklerinin dayandığı İsveç kültürü ile özdeşleşmiş durumda. Zaten Midsommer ismi seçilen filmde, olayların gerçekleştiği yer de burasıydı. Ancak Midsummer, İsveç’in yanında Danimarka, Norveç, Finlandiya, İtalya, Polonya ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’nin bazı bölgelerinde de coşkuyla kutlanıyor.
Aziz John’dan girdik, pagan inançlarından çıktık ama buna rağmen daha Midsommar filminin esinlendiği pek çok folklorik unsuru konuşamadık. Mesela kurban edilmek için seçilenler arasında gönüllü olarak yer alan ve intihar eden yaşlılar vardı; bu toplumun inançları gereği belirli bir yaşa ulaşan herkesin bu davranışı gerçekleştirmesi bekleniyor ve kabul görüyordu. Veya psilosibin isimli, Dani’ye verilen ve halisünasyonlarına sebep olan maddenin tören kapsamında kullanıldığını öğreniyorduk. May Queen, yaz kraliçesi, bakire kızların giydikleri kıyafetler ve başlarına ördükleri taçlar da vardı. Üstüne ritüeller, semboller… Bütün bunlar ve çok daha fazlaları da yine kökleri çok eskilere dayanan ve çoğu toplum için gerekçeleriyle birlikte konuşulabilecek mevzulardı. Ne yapalım, bu yazıyı Midsummar üzerine bina ettik, burada da son vermemiz gerekiyor.
Ancak bu vesileyle eksik kalmıyor ve eğer hâlâ izlemediyseniz Midsommar’ı izleyin, bu folklorik zenginliğe siz de bir an önce tanık olun diyorum. Sonra sizlerin yakaladıklarınız veya merak ettikleriniz, konuşmak istedikleriniz olursa yazarsınız, başka bir şekilde onlara da geliriz belki?