Zorunlu sosyal mesafenin kademeli olarak kaldırılmasıyla hemen hemen aynı zamanda, alışkanlıklar temalı dosya yazılarımızın da sonuna geldik. Bu temanın ilk yazısının girişinde, yani şu an okuduğunuz yazıdan iki yazı, takribi üç hafta önce, şu cümleleri kurmuştum: “Normal zamanın aksine evde vakit geçirmek zorunda olmanın, alışkanlıklarımız açısından iki büyük etkisi oluyor. Biri, uzun zamandır sahip olduğumuz alışkanlıklarımızdan vazgeçmek ve onlara harcadığımız eforu yönlendirecek yeni meşguliyetler edinmeye çalışmak; diğeri de bu süreçte edindiğimiz yeni meşguliyetleri, yeni alışkanlıklara dönüştürmek.”. Bu son yazıda ise bir daireyi tamamlıyor ve başladığım yere, bu cümlelere dönüyorum. Çünkü bu yazının konusu, alışkanlıklarımız üzerindeki hâkimiyetimizin bir süper güç olması.
Süper güç deyince aklınıza ne geliyor? Uçmak, nesneleri düşünerek hareket ettirmek, görünmez olmak, ses çıkartmadan konuşmak gibi beceriler, pek tabii süper güç dendiğinde aklımıza gelen ilk şeyler olabilir. Fakat ben süper gücü şöyle algılıyor ve bütün süper güçlerin temelinde de bunun yattığını düşünüyorum: Yapılamaz olanı yapabilmek. Genel bir itibarla bütün insanlar görebilir ama duvarların arkasını çıplak gözle görmek, bir süper güçtür. Pek çok insan, doğru bir eğitimle düşünme biçimlerini anlayıp azami düzeyde empati kurabilir ama ayrıca bir vasıta olmadan zihin okumak, bir süper güçtür. Milyar sayıda kişi toplanıp karar versek, hepimiz siyah kuşak karateci olabiliriz ama doğuştan Cüneyt Arkın misali 40 yiğide kafa tutmak, bir süper güçtür. Peki, biraz birbirimize kıyas etmeyi bırakıp, alışkanlıklarını seçebilen ve bunları değiştirebilen tek canlı olmak desem? Nitelik, nicelik ve derece bakımından üstün olanı kastederek, süper kısmı burası.
Diğer kısım içinse önce iki konuyu netleştirelim. Birincisi, alışkanlık ile bağımlılık farklı şeylerdir ve hem kimyasal hem de fiziksel olarak farklı kademelerde gerçekleşirler. Alışkanlıklar bağımlılıklara dönüşebilir veya bazı alışkanlıklar, bağımlılıklar kadar zarar verici olabilir fakat bu farklı bir mevzu. İkincisi, bir şeyi düzenli gerçekleştirmek eşit değildir alışkanlık, bu şeyin öğrenilmesi gerekir. Nereden mi vardık bu sonuca? Biraz sözlük karıştırdık.
Alışkanlık, düzenli ve sürekli olarak kendini gösteren, öğrenilerek edinilmiş yalın davranışlar anlamına geliyor. Buradan iki şeyi öğreniyoruz, birincisi alışkanlıklar “öğreniliyorlar” yani doğuştan getirdiğimiz reflekslerden kaynaklanmıyorlar ve hayvanlarda gördüğümüz gibi bir içgüdü değiller. Yani horozun her sabah güneş doğarken ötmesi, düzenli olarak yaptığı bir şey olsa da bir alışkanlık değil. İkincisi ise bunların “yalın” davranışlar olması yani yapıları karmaşık değil, bu da beynimizin kimyasını yahut vücudumuzdaki bir hormonun salgılanmasını etkileyen bağımlılıklardan çok daha farklı olduklarının altını çiziyor.
Alışkanlıkların öğrenilmesi ve karmaşık yapılarda olmaması, bunların bilinçaltına yerleştiğini gösteriyor. Bu da şu demek, onları “düşünmeden” gerçekleştiriyoruz. Bu da onları bisiklet sürmek gibi motor becerilerden ayırır çünkü fark etmesek bile motor beceriler, beynin farklı noktalarını birlikte uyarır. Öte yandan bilinçaltında olmaları bir anlama daha gelir ki bu da konumuzla çok bağlantılı, onları bırakmakta çok zorlanırız. Fakat dünyayı paylaştığımız diğer canlıların aksine –istisnası varsa da kaideyi bozmaz- biz, alışkanlıklarımızı mecburiyetlerden, dış etkilerden veya herhangi bir ihtiyacın tatmininden elde etmek zorunda değiliz. Bunları bırakmamız da yine mecburiyetten, dış müdahalelerden veya ihtiyaçlardan kaynaklanmak zorunda değil. Bu noktada mutlak ve yegâne karar merci biziz. Biziz derken, toplum bile demiyorum bakın, bir insan olarak, bir tek kendimiz.
Hep aynı kupadan su içme alışkanlığımızı, bir ihtiyaç olduğu için geliştirmiyoruz. Çünkü herhangi bir çukur kap veya bir akan musluk, bu ihtiyacı karşılardı. Kitaplarımızı birbirine benzeyen raflara yerleştirmek bir zorunluluk değil. Çünkü o zaman herhangi bir depolama sistemi yeterli olurdu. Bir insanın görüşlerini körü körüne benimsemek, hayat memat meselesi değildir. Diğerlerinin arasından onu biz seçiyoruz. Belirli bir renkte giyinmeyi, koşullandığımız için alışkanlık edinmiyoruz. Çünkü ekseriyetle hayatımızı devam ettirebilmek için buna ihtiyacımız olmadığı gibi, siyah giymediğimiz için ödüllendirilmiyor veya cezalandırılmıyoruz. Yalnız başımıza şarkı söylerken elimizi bir mikrofon gibi tutmak ya da her güne aynı şarkıyı dinleyerek başlamak da takdir edersiniz ki eğer bir toplama kampında değilseniz, dayatılan bir şey değil.
İnsanın seçim özgürlüğü büyük bir nimet, bunu kabul ediyorum. Fakat özgürlük olsun veya olmasın, farkında olmadığımız binlerce alışkanlığımız var. Bunları toplum sebebiyle, inanç sebebiyle, idealler sebebiyle veya sadece paşa gönlümüz sebebiyle ayarlayabiliyoruz, bu da kabul. Bu süreçte elbette kısıtlılıklar, imkânlar ve adaptasyon özelliği gibi pek çok diğer unsur da devreye giriyor. Fakat eninde sonunda vardığımız yerde, alışkanlık dediğimiz şey, bir şeyi daha iyi bir alternatif olmadığı için yapmayı ifade etmek zorunda değil. Bu yüzden alışkanlıklarımızı bırakabilmek, bir süper güçtür.
Yani, tamamen keyfiyetten yaptığınız ama yaptığınızın farkında bile olmadığınız bir şeyi yapmaktan, çetin bir mücadele içermesine ve çoğu durumda etkisiz olmasına rağmen mecbur bırakılmaksızın nasıl vazgeçebilirsiniz? Bu bağlamda, yegane amacını gerçekleştiren ve güçleriyle birlikte doğan süper kahramanlardan bile üste çıkarız bence. Bir anlamda kendi kendimize, çoğunlukla rastlantısal olarak koyduğumuz bir engeli, ihtiyacımız bile yokken, yine kendi kendimize ortadan kaldırmamız demek bu. Azami bir kavrayış, mutlak surette bir kendinin farkında olma, en alakasız anda bile tek bir harekete odaklanma dikkati, müthiş bir kararlılık, zorlu bir mücadele ve bolca da bir güç gerekiyor bunun için. Kendi kendimizle yoktan yere savaşmamız lazım. Adeta doğaüstü bir süreç! Hem de misal, saçınızı parmağınıza dolamak veya gözlüğünüzü düzeltmek gibi en basit şey için. Süper güç!