Geçtiğimiz yıl Disney, tamı tamına dört Marvel dizisiyle buluşturdu bizi ve bu dizilerin hemen hemen hepsinden oldukça memnun kaldık. WandaVision, The Falcon and the Winter Soldier, What IF ve Loki dizileri sayesinde hem sevdiğimiz eski kahramanların hayatına daha yakından bakma fırsatı bulduk hem de birçok yeni karakterle tanıştık. Tıpkı geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da Disney Plus, dört adet Marvel içeriği sunacak bize. Bu içeriklerden ilki olan Moon Knight’ın ilk iki bölümü çıktı ve geç de olsa artık bizim de bu bölümler hakkında birkaç kelam etmemizin zamanı geldi. O halde buyurun, Moon Knight birinci ve ikinci bölüm spoilerlı incelemesine!
Moon Knight dizisinden gelen her fragman benim inanılmaz ilgimi çekmişti. Karakterin çoklu kişilik bozukluğuna sahip olması, Oscar Isaac’in oyunculuk potansiyeli, Moon Knight’ın bir süper kahramandan çok bir Anti-Hero olması; bana şimdiye kadar izlediğimiz en güzel Disney Plus dizilerinden birini izleyeceğimizi düşündürtmüştü. Hatta ne yalan söyleyeyim, biraz da Daredevil’a rakip olur sanmıştım. İlk bölümünü fazlasıyla beğendiğim Moon Knight’ın, ikinci bölümü de kötü değildi. Fakat işte bir miktar beklentilerimi düşürmeme sebep oldu.
Bir dakika, burası Amerika değil?
Süper kahraman yapımların en büyük klişelerinden biridir; herhangi bir uzaylı istilası, Dünya’yı ele geçirmek isteyen bir kötü adam ya da tüm evreni tehdit eden bir büyük tehlike her zaman ama her zaman Amerika’da vuku bulur. Sağ olsun hâlihazırda bu ülkede ikamet eden süper kahramanlarımız da ayaklarına kadar gelen bu tehdidi önleyerek tüm Dünya’yı kurtarırlar. Nitekim şimdilerde büyük bir başarıya ulaşan Marvel Cinematic Universe de bu zinciri kıramadı ve her birbirinden tehlikeli sorunları tüm evrene yaysa da bu olayların merkez noktası her zaman Amerika oldu. Fakat Moon Knight dizisi, bizi Amerika’dan uzağa götürüyor ve İngiltere sokaklarında gezinen Steven Grant’in yaşamını izleme fırsatı veriyor.
Marvel’ın, sinematik evreni Amerika’dan alarak biraz daha Dünya’ya yayma fikrini çok olumlu buldum ben. Umut ediyorum bu kararı devam ettirirler de Amerika’da her sokağa bir kahraman düşmesindense dünyanın her yerine yayılmış bir süper kahraman ağı izleriz. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim, daha ikinci bölümden Mısır’a gitmemizi de oldukça cesur bir hamle olarak buldum. Ben biraz daha ilerleyen bölümlerde ulaşacağımızı düşünüyordum.
Tek bedende nasıl yaşar iki insan?
Moon Knight’ın alametifarikalarından bir tanesi kesinlikle çoklu kişilik bozukluğundan mustarip olması. Başlangıçta Steven Grant isimli basit bir müze çalışanının hikâyesini dinlediğimiz Moon Knight dizisi daha sonra bize Marc Spector isimli ikinci kişiliğini tanıtıyor. Oldukça güzel bir aksiyon sahnesiyle birlikte bu iki karakterden Steven’ın kendi hâlinde sıradan bir insan olduğunu anlıyor fakat diğer kişiliği olan Marc Spector’un, iş bitirici bir kişiliğe sahip olduğunu fark ediyoruz. Bu iki kişiliğin, sahip oldukları tek vücut uğruna yaptıkları mücadele de gözümüze çarpıyor.
Burada biraz çizgi romanlardan, karakterin orijinine dair birkaç spoiler vereceğim. Okumak istemiyorsanız bir paragraf atlamak isteyebilirsiniz. Ayrıca eğer Moon Knight karakterinin orijinini merak ediyorsanız, şu yazımızı da okuyabilirsiniz.
Her ne kadar biz başlangıçta Steven’ı gördüğümüz için, Marc Spector’un ikincil kişilik olduğunu düşünsek de aslında bu bedenin gerçek sahibi Marc’ın ta kendisi. Çizgi romanlarda Marc Spector’un, zengin bir iş adamı olarak karşımıza çıkan Steven Grant dizide ise sıradan bir insan gibi yaşıyor. Marc Spector’un; neden bedenini en başında Steven’a terk ettiğini, kendisini ne gibi bir belaya soktuğunu ve Amerika’dan İngiltere’ye gelerek neden bir müzede işe başladığını henüz bilmiyoruz. Fakat bunların hepsini öğreneceğimizi umut ediyorum.
Heybetini gizli tut Oscar Isaac!
Son yıllarda Oscar Isaac, biz geeklerin kalbindeki tahta oturmak için elinden geleni yapıyor. Önce Star Wars, sonra Dune şimdi de bir Marvel yapımında yer alan ünlü oyuncu her geçen gün bizi etkilemeye devam ediyor. Daha önce Moon Knight dizisi için yaptığı antrenmanları paylaştığımız Oscar Isaac, şimdiye kadar dizide harika bir oyunculuk sergiliyor. Birbirinden farklı iki karakterin de hakkını veren ünlü oyuncu, ayrıca bu karakterlerin birbirleriyle olan mücadelelerini bize aktarmayı çok iyi bir şekilde başarıyor.
Khonshu’nun sesi olmuş mu?
Dizi hakkında, özellikle ilk bölüm için en büyük eleştirim bu oldu. Bir faniyi avatarı olarak seçerek ona türlü pis işlerini yaptıran, iyi ya da kötü insan olduklarına bakmadan intikam çağrılarına cevap veren bir Mısır tanrısının Steven Grant’e karşı bu derece absürt bir sesle konuşmasına bir türlü alışamadım. Hiç Mısır tanrısıyla konuşmadığım için gerçek sesinin ne olması gerektiği hakkında hiçbir fikrim yok fakat Khonshu’nu bu sesle konuşması benim kafamda oluşturduğum dizinin tonuna hiç uymuyor. Bu da bizi bir başka noktaya getiriyor.
Dizinin tonu gerçekten bu mu?
Daha önce de söylediğim gibi Moon Knight dizisi ilk çıktığında ben bu dizinin, şimdiye kadar izlediğimiz en karanlık Marvel işlerinden biri olacağını düşünüyordum. Hatta durumu biraz daha abartarak Moon Knight’ı, Daredevil ile karşılaştırma gafletinde bile bulundum. Ne yalan söyleyeyim sadece ilk bölüm için bile olsa bu tonu yakaladıklarını düşündüm. Fakat ne yazık ki bu hafta izlediğimiz ikinci bölümle birlikte hem ilk bölümün kurduğu bütün atmosfer bozuldu hem de dizinin tonunun asla istediğimiz karanlıkta olmayacağı anlaşıldı. Bu da beni bir miktar üzdü açıkçası.
Ah Disney ah Disney, kendine engel olamıyorsun değil mi?
Disney Plus’ın, Marvel dizilerinin en büyük günahını soracak olursanız tereddüt bile etmeden kötü adamlarını çok çabuk belli etmeleri derdim. Yani hiçbir şekilde bize motivasyonunu sorgulayacağımız, “Haklı mı acaba lan?” diye düşüneceğimiz bir kötü karakter vermiyorlar. Bunu daha önce The Falcon and the Winter Soldier dizisinde Flag Smasherlar ile yaptılar, şimdi de Ethan Hawke’ın oynadığı Arthur Harrow ile yapıyorlar.
İlk bölümde garip bir kültün lideri olarak görünen, ayakkabılarının içine cam kırıkları koyarak gezen, elindeki büyülü baston ve terazi dövmesiyle Ammit adına insanları yargılayan biri olarak karşımız çıkan Arthur Harrow, her ne kadar “Ermeni soykırımı” sözü yüzünden Türk izleyicisinin tüm empatisini kaybetse de zaten hâlihazırda kafası karışık olan Steven Grant’e yaptığı konuşmayla gri bir karakter portresi ortaya koymuştu. Ben yine tüm naifliğimle “Acaba Steven’ı, Khonshu’nun mu yoksa Ammit’in mi kötü bir tanrı olduğu konusunda kararsız bırakacaklar mı?” diye düşünürken daha ikinci bölümden Arthur Harrow’a “çocukları öldürmekte hiçbir sakınca görmüyorum” minvalinde cümleler kurdurarak yine dünyanın en empati kurulamaz insanına dönüştürdüler. Gerçekten tebrik ediyorum seni Disney… Ya bu adamın kötü olduğunu biliyoruz fakat ne olur hemen dünyadaki en kötü insan çıkmasa? Hem Steven Grant’e hem de izleyenlere biraz ahlaki motivasyonlarını sorgulatsa ne olur yani? Bu kadar siyah-beyaz olmak zorunda mısınız sevgili Disney? Dünyanızda griliğe hiç mi yer yok?