Selamlar sevgili geekler ve indie oyun severler! Bu yazıda sizlere çok güzel ve özel bir indie oyundan, Dead Cells’ten bahsedeceğim. Üzerinden her ne kadar bir buçuk yıldan fazla bir zaman geçmiş olsa da, Dead Cells indie oyunlar arasında parmakla gösterilen ve adeta bir mücevher gibi ışıl ışıl parlayan bir yapımdır. Indie oyun severlerin ağzını açık bırakmış ve kendine hayran etmiş olması bir yana, büyük kitlelere ulaşmayı başarmış ve geçtiğimiz Mart ayında iki milyon satış rakamını geçmiştir. Roguelike-metroidvania türünün en iyi örneklerinden biri olarak gösterilmiş ve özellikle sanat tasarımıyla bütün oyuncuları büyülemiştir.
Dead Cells, ilk olarak 2017 yılının Mayıs ayında oyuncuların karşısına erken erişim ile çıkmış ve uzun bir süre erken erişimde kalmıştır. Ancak erken erişimde olmasına rağmen büyük ilgi toplamış ve oyuncular tarafından oldukça olumlu eleştiriler almıştır. 2018 yılının Ağustos ayında da tüm platformlara tam sürüm olarak çıkışını gerçekleştirmiştir.
Dead Cells’i uzun bir süre oynamış ve oynamaktan da çok keyif almış bir oyuncu olarak, her yönüyle orijinal ve lezzetli bir yapım olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle sanat tasarımı, oynanışın rahatlığı ve her eserde özel olarak dikkat ettiğim soundtrack konusunda müthiş bir iş çıkardığını düşünüyorum. Zira oyun baştan sona tam bir şaheser. Bölüm tasarımlarından karakterlere, oynanışın akıcılığından renk paletine, tüm özellikleriyle nefis bir ziyafet niteliğinde. Ancak oyundan detaylı bir şekilde bahsetmeden önce geliştirici firma olan Motion Twin‘den biraz bahsetmek istiyorum çünkü kendileri oldukça ilginç bir oluşum.
Motion Twin toplamda sadece yedi ekip arkadaşından oluşan Fransa merkezli oldukça küçük bir oyun firması ve şimdiye kadar yaptıkları en büyük oyun Dead Cells. Dead Cells’e kadar genellikle browser ve mobil tabanlı oyunlar yapmışlar ve 2001 yılından beri oyun sektöründe faaliyet gösteriyorlar. Toplamda dört yazılım uzmanı, iki sanat yönetmeni ve bir iletişim uzmanından oluşan bu küçük ekibin bir patronu yok. Sitelerine girdiğinizde sizi ilk karşılayan şey bu mesaj oluyor hatta. Herkes aynı maaşı alıyor, herkes bu şirkette eşit oranda söz sahibi.
Ayrıca ‘Team’ sekmesine tıkladığınız zaman da karşınıza ekip üyeleri çıkıyor ve üstlerinde de “Motion Twin’deki herkes bu şirketin bir ortağı ve sahibidir.” gibi bir yazı mevcut. Yani görünen o ki, patron-çalışan ilişkisinden çok bir ekip ruhuyla projelerini ortaya çıkarmak için çabalıyorlar ve bu sayede de ortaya Dead Cells gibi bir eser çıkıyor.
Bu küçük güzide oyun firmamızdan bahsettiğimize göre şimdi gelelim oyunumuza. Dead Cells tür olarak roguelike-metroidvania olarak adlandırılan ve tekrar tekrar ölmeye dayalı iki boyutlu bir aksiyon-macera platform oyunu. Yüzü olmayan ve o evrene nasıl düştüğünden habersiz bir karakteri yönettiğimiz oyunda, öldüğünüz zaman bölümün başına döndüğünüz ve bir kez geçtiğiniz yerden bir daha geçmenizin gerekebileceği bir yapı mevcut. Ayrıca oyun dünyasında artık bir tür olmuş olan Soulslike tarzı zor dövüşleriyle oyuncuya zorlu dakikalar yaşatıyor. Ancak bu zorlu dakikalara rağmen oyun zevkini hiç mi hiç kaybettirmiyor. Bunun yanında oyunda zaman zaman karşınıza çıkan kapalı kapılar, etkileşime giremediğiniz ama mutlaka bir işe yaradığını düşündüğünüz bir takım nesneler ve geçitler gibi birçok keşif unsuru sizi yeniden oynamaya teşvik ediyor.
Oyunun yapısından genel olarak bahsettikten sonra şimdi sıra oynanışında. Açıkçası Dead Cells, daha oynamaya başladığım ilk dakikalarda bana akıcı bir oynanış sunmuştu ve çok kısa bir süre içinde elimdeki gamepad ile resmen dans eder hâle gelmiştim. Tuş şeması ve oyunun akışı, animasyonların pürüzsüzlüğü ve sizin hareketlerinize verdiği tepki süreleri öylesine dengeli ki tüm oyun boyunca yağ gibi akan bir oynanış sunduğunu belirtmeliyim.
Tabii bu bir platform oyunu olduğu için oynanışın akıcılığı daha fazla önem arz ediyor. Çünkü platform içinde oraya buraya rahatça koşmak, bir yerlerden atlamak ve karşınıza çıkan düşmanlara karşı kolay manevra alabilmek, bir platform oyunu için en gerekli unsurlardır. Dead Cells’in ise bu konuda gayet başarılı olduğu ve oyuncuya platform içinde kolay hareket edebilme özgürlüğü verdiği ise su götürmez bir gerçek. Zira oyunda bir platformdan ötekine geçmek, gelen saldırıya karşı tepki vermek ve karakteri yönetmek keyif verici düzeyde rahat. Hatta bu oyun bence gamepad ile oyun oynamaya alışkın olmayanlar için biçilmiş kaftan. Çünkü ben de gamepad ile oyun oynamaya Dead Cells çıktığı zamanlar başlamıştım ve beni gamepad kullanmaya öylesine alıştırdı ki artık oynayabildiğim her oyunu gamepad ile oynuyorum diyebilirim.
Oynanışını da bir güzel övdüğümüze göre sıra, oyunun en güçlü olduğu unsurlardan bir diğerine geldi: Sanat tasarımı.
Güzel sanatlar fakültesi mezunu bir tasarımcı olarak sanata ve tasarıma özel ilgi duyuyor oluşumdan olsa gerek, Dead Cells benim için sanat tasarımı açısından inanılmaz bir haz sunuyor. Çünkü oyunda her element birbiriyle ve çevre tasarımı ile öylesine bir bütün oluşturuyor ki hayran kalmamak elde değil. Tarz olarak oldukça sevdiğim bir stil olan pixel art tasarımlar kullanan Dead Cells, sizi mistik bir evrenin içine bırakıyor ve size etrafınızdaki her şeye hayran kalmaktan başka bir çare bırakmıyor. Oyundaki karakter tasarımları, silah tasarımları ve genel atmosferi oluşturan çevre tasarımı resmen enfes bir ziyafet niteliğinde. Ne zaman haritada bir yerden bir yere gitseniz ya da bir düşmanla mücadele etseniz hem oyunun verdiği keyif hem de sanatsal açıdan sunduğu haz sizi doruk noktasına ulaştırıyor.
Tasarım dilinden konuşmak gerekirse oyunun genel sanat tasarımı daha çok gotik tarzda. Karşınıza çıkan platform ögelerinden tutun da içinde bulunduğunuz mimari yapılara kadar her şeyde bu dil kullanılmış ve oldukça yakışmış doğrusu. Gotik tarzı yansıtan sert ve dik tasarım çizgileri, çarpıcı renk paleti ve müziklerin genel tınısı sizi oldukça karanlık bir evrenin içine bırakıveriyor. Yani Dead Cells, sanat tasarımı yönüyle oyuncuya tam bir ziyafet sunuyor!
Sanat tasarımından da uzunca bahsettikten sonra sıra geldi dövüş sistemine. Dead Cells’in dövüş sistemi genel oynanışın rahat olmasının da katkısıyla oldukça keyifli. Silahların çeşitliliği ve o silahların kullanımı, tuşlar arasında geçiş yapmanın kolaylığı ve vuruş hissinin tokluğu bir bütün oluşturuyor. Ayrıca karşınıza çıkan bir düşmana karşı istediğiniz taktikle ilerleyebilmek de oldukça keyifli. İster elinizdeki okla uzak mesafeden atışlar yapın ister yakın mesafe silahınızı kullanarak dehşet saçın. Dead Cells’in dövüş sisteminde toplamda dört farklı silah sınıfı mevcut. Bu sayı size az gibi gelebilir ama bu dört sınıf kendi içlerinde de çeşitlendikleri için oldukça yeterli düzeyde silah olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu dört sınıf sırasıyla; yakın mesafe silahları (kılıç, mızrak ve balta gibi), uzun mesafe silahları (ok, fırlatılabilir bıçak, kırbaç gibi), savunma silahları (kalkanlar), bombalar ve tuzaklar olarak örnek verebileceğimiz son bir sınıf. Son sınıf haricindeki bütün silahlar sizin elinizde süresiz olarak kalabiliyor ve bu silahlardan en fazla iki tanesini taşıyabiliyorsunuz. Son sınıf olarak bahsettiğim bombalar ve tuzaklar ise yine iki tane taşıyabildiğiniz ancak kullanımı diğer silahların aksine sınırlı olan, daha doğrusu kullandıktan sonra belli bir süre yenilenmesini beklediğiniz türden silahlar. Bu silahları hep birlikte kullanmak, aralarında kolaylıkla geçiş yapmak ve düşmana karşı istediğiniz strateji ile ilerlemek dövüş sistemini keyifli kılan yegane unsurlar. Tabii genel atmosferin güzelliği ve ses tasarımının enfes oluşu, dövüş sistemini daha da keyifli kılıyor.
Son olarak bahsetmek istediğim unsur ise benim her türlü eserde özel olarak incelediğim ses tasarımı ve soundtrack olacak. Dead Cells, oyun içi ses tasarımı konusunda her türden ögeyi bir arada toplama ve bütünleştirme özelliğiyle tarifsiz bir deneyim sunuyor. Kulağınızda duyduğunuz her türden ses efekti sizin için bulunduğunuz evrenin bir parçası hâline geliyor ve kısa zamanda bütün seslere aşina oluyorsunuz. Soundtrack yani oyun müzikleri konusunda ise bestecimiz Yoann Laulan‘ın inanılmaz bir iş ortaya çıkardığını belirtmek istiyorum. Zira oyunun müzikleri muhteşem. O karanlık ve gizemli evrene çok yakışan melodiler, her haritanın tasarımına ve ruhuna uygun tınılar hatta ana menüde beklerken duyduğunuz müzik dâhi leziz. Sözlü müzikten çok soundtrack dinleyen garip bir insan olarak -umarım yalnız değilimdir- Dead Cells’in sadece müziklerini bile dinlemekten ayrıca keyif alıyorum ve yoldayken mutlaka en az bir kez ana menü müziğini dinliyorum. Anlayacağınız o kadar çok seviyorum Dead Cells’in müziklerini.
Oh be, doya doya Dead Cells anlattım! Hatta açıkça övdüm sanırım ama Dead Cells bunu fazlasıyla hak ediyor dostlar. Türünün en güzel örneklerinden bir oyun olması ve yaptığı şeyleri iyi yapmasının dışında fazladan sanatsal bir haz da sunması, onu benim gözümde indie oyun dünyasının içinde ışıl ışıl parlayan mücevher değerinde bir oyun yapıyor. Benim Dead Cells ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar, eğer sizin de eklemek istedikleriniz ya da yazı hakkında bir yorumunuz varsa bekliyorum. Başka bir yazıda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın!