Müzikalleri sever misiniz? Bu soruya verilecek cevabın ekseriyetle “hayır” olduğunu biliyorum. Hatta kuvvetle muhtemel şöyle içten bir öfkeyle, “HÖAAT” benzeri bir nidayla verilecek bir cevap olacaktır bu. Yıllardır içimde büyüttüğüm müzikal sevgimi paylaşacak pek fazla kimse bulamıyorum. Genelde de eleştiriler benzer şeylerden ileri gelirler. “Abi insanlar durup dururken şarkıya girişiyor, bu ne?” der insanlar mesela. Ama inanıyorum ki, bir kere kırılınca; arkasından sular seller gibi akan bir müzikal sevgisi getirecek bir ön yargı bu. O ön yargıyı kırmak için de, şu aşağıdaki 15 filmden daha iyisini düşünemiyorum.
Bir ayrımı evveliyatla yapalım. Animasyon müzikal filmleri komple klasman dışı kabul edip giriştik listeye. Yani Disney’nin pek çok klasik müzikal animasyon filmi ile Nightmare Before Christmas gibi örnekleri başka bir listeye bıraktık. Aslında sadece uzun metraj yapacaktık, fakat sonra bir istisnaya karşı koyamadık, onu da listeye aldık. Aşağıda göreceksiniz. Buyurun!
15. Singin’ In The Rain
O eski kafa, fötr şapkalı müzikallerin en hası, en babası budur. Gene Kelly babanın yağmur altında ayaklarını vura vura söylediği meşhur şarkı zaten dillere pelesenk olmuş vaziyettedir o ayrı, ama filmin o şarkı dışında kalan kısımları da tadından yenmez. Neşe dolar insanın içi izlerken. Ne güzel bir histir o!
14. Evita
http://www.youtube.com/watch?v=4Spy3Nd2D6w
Çoğu müzikal film, Broadway ve West End gibi meşhur tiyatrolardan çıkıp sinema ekranlarına gelir. Çoğunluğu da bu geçiş sırasında özünden bir şeyler kaybeder. Evita da Allah için sorunsuz bir geçiş yaşamamıştı. Ama söylemek gerek, müzikalin sahip olamadığı da pek çok artısı vardı. Madonna’nın performansı şaşırtıcı derecede iyiydi mesela. Antonio Banderas’ınki de baya iyiydi, ama tabii ona pek şaşırmadık.
13. Hair
Efsanevi Çek yönetmen Milos Forman’ın 1979 tarihli müzikali Hair, aynı Singin’ In The Rain gibi efsanevi bir şarkıya sahiptir zaten. Meşhur “let the sunshine in” şarkısı yıllara meydan okuyabildi bilindiği gibi. Ama Forman’ın fimi yönetiş şekli, her şeyin de üstündeydi. Vietnam Savaşı’nın travmalarını inceleyen filmlerden, belki de en beklenmedik bir şekilde ilgi çekebilenidir Hair.
12. Satudray Night Fever
Saturday Night Fever 70’lerdir. 70’lerde Saturday Night Fever. Ayrışamaz! John Travolta’nın bir anda tüm genç kızların kalbine bir ateş gibi düşmesine sebep olan film, Bee Gees’in müzikleriyle var olur, ama her iyi müzikal gibi, dansları da muhteşemdir. Travolta’nın o efsane dansını kim, nasıl unutabilir arkadaş?
11. Jesus Christ Superstar
Önce albüm, sonra Broadway müzikali, sonra da film olan Jesus Christ Superstar apayrıdır. Sonraları 2000’de de bir defa daha sinemaya uyarlanmıştı, fakat Norman Jewison’ın 1973 uyarlaması, Broadway oyuncularını kullandığından daha otantik, daha orijinaldi. Carl Anderson’ın Judas performansı bile tek başına götürür zaten filmi; hele bir de hikayesine falan kaptırırsanız kendinizi…
10. Grease
Merhaba bay Travolta, tekrar buluştuk? Grease, Saturday Night Fever kadar döneminin aynası olmayabilir; ama şarkıları ve danslarıyla ondan daha uzun ömürlü olduğu kesindir. Buraya da koyduğumuz “You’re the one that I want”‘ın dans ettiremeyeceği bir insanın, tıbbi olarak dans etmesinin mümkün olmadığını iddia ediyorum. “Vu vu vuu” kısımlarına eşlik etmekle ilgili ise bir yorumum yok, o sadece bana özgü olabilir.
9. Les Miserables
Listemizdeki en yeni film. Tom Hooper’ın Les Miserables uyarlaması, birkaç ölümcül kusur dışında meşhur müzikalin yapılabilecek en iyi adaptasyonuydu. Oyuncuların şarkıları canlı söylemesine karar kılmak, Tom Hooper’a büyük bir avantaj sağladı. Fakat eğri oturup doğru konuşalım, tatlı Sacha Baron Cohen sürprizi dışında filmi neredeyse tamamen Hugh Jackman götürüyordu. Ne performanstı o be.
8. Chicago
http://www.youtube.com/watch?v=KA6R1DMb-Z8
Müzikal filmlerin azalarak bitme noktasına vardığı bir andı 2000’lerin başları. Kimse türü pek fazla önemsemiyor, açıkçası türde de önemsenmeye değecek hayat belirtileri gözükmüyordu. Sonra Rob Marshall, yıldızlarla bezeli Chicago uyarlamasıyla gidip Oscar aldı. Sonuna kadar da hakkıydı, zira Chicago büyüleyici, parlak, coşkulu bir müzikaldi. İnsanı başından sonuna kadar alıp götürür derler ya, hah, aynen öyle işte.