Bu habere şöyle başlamak istiyorum: Düşünün ki sabah uyanıp bilgisayarı açtınız, yanınıza şöyle sıcacık çayınızı aldınız, günün dizi-film haberlerine bakıyorsunuz. Netflix’in, The Good Place başta olmak üzere sevdiğiniz pek çok yapımdan tanıdığınız Kristen Bell‘in başrolünde olduğu yeni dizisinden bir tanıtım filmi yayınlanmış, gözünüze çarpıyor. Biraz detaya iniyorsunuz ve otuz dakikalık sekiz bölümden oluşacak bu dizinin, Hitchock-vari bir kara komedi olacağını öğreniyorsunuz. Hoşunuza gidiyor. Haberle ilgili her şey sıradan bir şekilde ilerler ve sizler de bu sayfadan, şu anda okumakta olduğunuz bu yazıda, bütün haberi giriş paragrafında vermiş olduğumu düşünürken söz konusu dizinin adına da bakıyorsunuz: The Woman in the House Across the Street From the Girl in the Window.
Haydi, gelin ciddiyetinizi bozmadan yorum yapın.
Yapım yeri, yapımcısı ve dahi oyuncu kadrosu fark etmeksizin bazıları gerçekten çok iyi ama çoğunluğu da ortalama veya altında işlere imza attığını artık hepimiz kabul ettik. Çok iyilerini bayılarak izliyor, ortalamalarla günümüzü gün ediyor, gerisinden de uzak durmaya çalışıyoruz. Öte yandan bunların hiçbiri, Netflix’in çıkışını yapmasından itibaren izleme alışkanlıklarımızı etkilediği, hayatımıza yeni kavramlar kattığı ve yayıncı platformlar arasında en yaygını olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Daha geçtiğimiz hafta sekiz bölüm, ellerim kanayana dek The Witcher incelemesi yazmışken aksini söylersem çarpılırım. Dolayısıyla bir geek sitesinin yazarı olarak Netflix’e yeni bir iş geldiği zaman orayı takip etmek, çıkan içeriklerle ilgili fikir sahibi olmak ve asgari düzeyde de olsa tüm bu safhalara ciddiyetle yaklaşabilmek istiyorum.
Girişten buraya kadar olan kısımda sizi, The Woman in the House Across the Street From the Girl in the Window isimli diziye karşı herhangi bir olumsuz düşüncem olduğuna yönlendirdiysem kusura bakmayın. Aslında yapmak istediğim şey, tam tersiydi. Önümüze koyulan yapımları asgari düzeyde de olsa ciddiyetle değerlendirmek istiyoruz çünkü bize bunları gayet ciddi olarak sunuyorlar. Ve genelde bu durumun, bu yapımların komedi türünde olup olmamasıyla da alakası olmuyor; komediyse “çok komik bir komedi“, korku ise “çok korkunç bir korku“, aksiyonsa da “çok heyecanlı bir aksiyon” şeklinde lanse ediliyorlar ve işini pazarlayacaksan, olması gereken de bu belki. İzle-geç türünden değerlendirebileceğimiz tüm yapımlar bile olabilecek en şaşalı şekilde gündemi işgal ediyor ve bunun sonucunda da neredeyse altı ayda bir, yeni bir “Netflix’in En Yüksek Bütçeli İşi!” yahut “Netflix’in En Büyük Kadrolu Filmi!” haberi okuyoruz. Muhtemelen bu da sadece Netflix ile ilgili değil ama şu an konumuzun öznesi o. Sonra karşımıza çıkan şey ortalama bir yapım oluyor ve normal bir zamanda, güzel vakit geçirip hayatımıza devam edebilecekken durmadan olumsuz şeyler duyuyoruz. Temel problemi de bence bu yaratıyor.
Kristen Bell’in başrolünde olduğu bu dizi, isminin bir kısmıyla geçtiğimiz yıl yine Netflix bünyesinde yayınlanan The Woman in the Window‘u anımsatıyor. Penceredeki Kadın bence problemimi anlatmak için burada iyi bir örnek. The Woman in the Window; Amy Adams, Gary Oldman gibi isimleri kadrosunda barındırması, psikolojik-gerilim türünde olması ve bu türün kültlerine doğrudan ve sürekli göndermeler yapması, tanıtımlarındaki karanlık havası gibi çoğaltılabilecek birçok sebeple bir önceki paragrafta açıklamaya çalıştığım şekilde, asgari düzeyde ciddiye alarak başına oturduğumuz bir film olmuştu. Film ise şurada, inceleme videosunda da vurguladığımız şekliyle daha çok garip mekânlar ve tuhaf kadrajlarla çekilmiş, neredeyse tırnak içinde komik diyebileceğiniz bir yapımdı. Aksiyon sahneleriyle psikolojik-gerilimden çok Scary Movie‘ye benziyordu, şaşırtmıyordu, güldürmüyordu, ağlatmıyordu… Hatta bir noktada Rear Window ilhamına sahip olduğu için, biraz abartıyla “Pazarda satılan Hitchock” bile dedik.
Eh, doğrudan öyle olsaydı çok mu kötü olurdu? Bence hayır ve The Woman in the House Across the Street From the Girl in the Window da bunu kanıtlayacak diye düşünüyorum. Henüz isminden başlayarak zaten kendisini nasıl konumlandırdığını anlayabileceğimiz dizinin tanıtımı da az çok “Sonuna kadar kimin, neden, nasıl ve hangi cehennemde olduğunu tahmin etmeye çalışacağınız, kara komedi soslu şaraba batırılmış, istihzalı bir psikolojik gerilim” minvalinde. Sakin bir komedinin yanında Desperate Housewives benzeri bir tonu da barındıran bu tarz bir dizi için Kristen Bell harika bir seçim, Tom Riley‘i de görmekten eminim herkes memnun olacaktır. Geriye kalan tek soru, sizin bu türü sevip sevmediğiniz.
Korku klişelerini seven, Scary Movie veya Chucky serisini az-çok takip eden, akşam televizyonda The ‘Burbs’e rast gelip de izlemekten hoşlanan bir insansanız bence eğlenceli bir dizi izleyeceksiniz. Ne dersiniz?