Mitoloji, insanın yaşamı boyunca karşılaşacağı ve kendisinden çok önce veya çok sonrasında varlığını sürdürecek olan canlı veya cansız; kutsal veya lanetlenmiş bütün varlıkların, olayların, kurumların ilk hâllerini, başlangıçlarını ve kökenlerini açıklar. Bu cümleyi evirip çevirerek, genişletip kısaltarak, bazen de biraz süsleyerek Geekyapar semalarında herhalde beş bin kere falan kurmuşumdur. Hatta hemen arkasına da genelde, “Önce söz vardı, söz de mitti ehehe” diyerek; bana artık tekrarlamaktan gına geldiği için dünyanın en banal cümlesi gibi gelen bu ifadeyi eklemişimdir. İyi diyoruz, hoş diyoruz da işte, laf ile peynir gemisinin yürüdüğü tarihte görülmemiştir. Hâl böyle olunca bu söylediklerimizi kanıtlama işi, bu sefer benim başıma düştü diyerek yeni dosya konumuzun başına oturmuş bulunuyorum.
Bu ayki dosya konumuzun teması spor. Spor deyince siz geeklerin aklında ilk olarak ne canlanıyor, bilemiyorum. Konusu açıldığında benim aklımda canlanan şey, Her Gece’deki Mirkelam oluyor. Öte yandan, sokaktaki büyük bir çoğunluğun aklında ilk anda canlanan özel bir spor dalının da var olduğunu biliyorum: Futbol. Takımlar, taraftarlar, stadyumlar, delice harcanan paralar, ünlü futbolcular, derbilerin hengâmesi, medyaya yansıyan şiddet görüntüleri, gündemi işgal eden maçlar… Hepsinin toplamıyla çok geniş, neredeyse ucu bucağı olmayan bir spor olan futbol. Dosya konumuzun ilk yazısı bu sebeple, asla sadece kendisi olamayan futbol üzerine şekilleniyor.
Yazıya geçmeden önce, belki de son cümlelere koyduğum için ciddiye alınmadığım bir ricamı, bu sefer başa çekmeye karar verdim. Dosya yazılarını yazarken ben çok eğleniyorum ama maksat araştırmak ve sunmak olduğu için, üzerime üzerime okumak istediğiniz konuları fırlatın istiyorum. Bu ayki temamız spor, bu tema altında değinmemi istediğiniz bir şey olursa, nereden ulaşacağınızı biliyorsunuz. Evet, konumuza dönelim.
Madem futboldan bahsedeceksin, niye her şeyin başı sözdü, mitoloji harika bir şeydi falan diye girdin yazıya derseniz, cevabımı da hazırladım: Mitoloji o kadar harika bir şeyse, bir zahmet futbolu da açıklasın değil mi?
Sporun Mitolojisi Olur Mu?
Sporun sosyolojisi de, psikolojisi de, felsefesi de, edebiyatı da; haklarındaki süregelen pek çok tartışmayla birlikte mevcuttur. Biz, tamamıyla sporu değil, bir spor dalı olan futbolu konuşacağımız için bu tartışmalara pek girmeyelim derim. Ancak şunu söylemek lazım, bu tartışmalar çoğunlukla sorunu tespit etme ve isimlendirme probleminden, yani genel bir ifadeyle terminolojiden kaynaklanıyor. O yüzden biz de kendimizce yeni bir sorunlu ifade kullanmayalım, futbolun mitolojisi falan demeyelim; onun yerine mitolojiye dönüp futbolu orada arayalım diyorum. Zaten yazının girişinde de vaat ettiğimiz biraz buydu: Olayların, olguların, kurumların kökenlerini açıklamak.
Hazır yeri gelmişken bir noktayı daha netleştirelim, yazıda mitolojik düşünceyi esas aldığımız için, söylediklerimiz de bugün oynanmakta olan, modern anlamda İngilizlerin (veya daha az sayıdaki bazı başka kaynaklara göre Fransızların) bir kez daha icat ettiği futbolu kapsamamaktadır.
Top, Yuvarlaktır
Alman futbolcu ve antrenör Sepp Herberger, futbolla ilgili bu yorumu yaptığında, kendisinden yaklaşık kırk yıl sonra bu cümlenin bu kadar kör göze parmak algılanacağı hiç aklına gelmiş miydi bilmiyorum. Bildiğim şey, cümlenin görünüşteki malumun ilamı banalliğinin aksine, aşırı derecede haklı olduğu. Futbol topu yuvarlaktır ve onun bu şekilsel özelliği, mitolojiyle olan kaçınılmaz bağını oluşturmaktadır.
Pek çok toplumun mitolojik metinlerinde, küre, yani dairenin üç boyuta ulaştığı ve yüzeyindeki her noktanın merkeze eşit uzaklıkta olduğu bu mükemmel şekil, büyük bir yer kaplar. Simgesel açıdan küre, mitolojik düşünce için evreni simgeler. Çünkü alabildiğine geniş bir yerde, nereden bakarsanız bakın görebileceğiniz en haşmetli şeyler yuvarlak biçimlidir: Güneş ve Ay. Yetmiyor gibi bunların haşmetine de mecbursunuzdur, güneş olmazsa ekinler yetişmez, ısınamaz ve korunamazsınız. Ay için de benzer şeyleri söylemek mümkün, insanlığın nehir kenarlarında geliştiğini düşünürsek medcezirler ve bu doğa olayından kaynağını alan pek çok buluştan mahrum kalırdık. Küre ve evren arasındaki simgesel bağın, mitolojik çağlardan sonra da devam ettiğini görebiliriz, tabii bunda Dünya’nın yuvarlak biçimli olduğunun öğrenilmesinin etkisi de yadsınamayacaktır. Modern toplumlarda da aynı şekilde, bilimsel bilgi dışında da çoğu ezoterik öğretide küre biçimli evren algısı ve buna yönelik inanç, uygulamalar yaygın olarak sürdürülmektedir; insan doğar, büyür, olgunlaşır ve tam bir daireyi tamamlayarak geldiği yere geri döner.
Küre biçimli haşmetli şeyler etrafında, zamanla birtakım kültler ve inançlar da oluşur. Kültlerin oluşumunu merak edenleriniz varsa, şu yazımıza bakabilirler. Kültlerin oluşmasıyla birlikte, kurulan simgesel bağ somutlaşmış olur. Mitin söz olduğunu söylemiştik, bu durumda külte de sözün eyleme dökülmüş hâli diyebiliriz. Mit, küre ile evren arasında bir bağlantı kurar ve söz ile onu simgeleştirir; kült ise sözü alır, eyleme döker ve böylece somutlaştırır. Bu yüzden güneşe tapan pek çok toplumda top oynanmaktadır. Çoğu araştırmacının en eski oyun gereci olarak nitelediği top, kusursuz bir geometriye sahip olan kürenin, genellikle yuvarlak, bazen de oval olan bir taklididir. Tabii burada bir parantez açıp, her top oyununun da bir kültle alakalı olmadığını söyleyelim.
Kült kökenli olsun veya olmasın, bu en eski top oyunlarının hepsi bir mücadeleye dayanmaktadır. Tıpkı mitlerdeki iyiliğin ve kötülüğün mücadelesi gibi veya aydınlık ile karanlığın, gece ile gündüzün mücadelesi gibi. Dolayısıyla top oyunları sadece oyun olsun diye oynanan bağımsız etkinlikler değil; çoğunlukla dini bir işlevi de yerine getiren, inançla bağlantılı sporlar olmuştur.
Amerika’da Aztekler, top oyunları aracılığıyla güneşin, ay ve yıldızlar üzerindeki zaferini devam ettirmeye çalışıyorlarmış. Buna göre oyun sahası yeryüzünü, orta çizgi gece ile gündüzü, top, güneş yahut ayı, topun havada süzülüşü yıldızların gökyüzündeki hareketini, topun halkalar içinden geçmesi ise gecenin bitip gündüzün başlamasını simgeliyor.
Asya’da Japonlar, 7. yüzyıla tarihlenen kemari isimli oyunlarında, bereket mitleriyle güneş kültünü birleştiriyorlar. Belki de tarihin en huzurlu top oyunu olan kemaride amaç, dört ile sekiz arasındaki oyuncuların, başka bir oyuncuya temas etmeden topu ayaklarıyla olabildiğince uzun süre havada tutması. Oyunun sahası dikdörtgen biçiminde ve kutsal sayılan dört ağacı (karaçam, kiraz, söğüt, akçaağaç) temsil eden dört bambu direkten oluşuyor. Oyunun başında, top, bir akçaağaç dalına asılıyor ve o yılki hasadın bereketli olması için dua ediliyor, böylelikle top saydırılarak yere düşmemesi yani topun temsil ettiği güneşin yok olmaması sağlanmaya çalışılıyor. Japon İmparatorluğu’nun köklerinin doğrudan doğruya güneş tanrıçasına dayanması ve hatta Japon bayrağının da yoğun bir kırmızı ile parlayan güneşi temsil etmesiyle birlikte düşünürsek futbolun bu en eski görünümlerinin mitoloji ile ayrılmaz bağları olduğunu görmüş oluruz.
Avrupa’da ise futbol ve mitolojinin bağlantısına Yunanistan’dan örnek verebiliriz. Burada da benzer şekilde kürenin güneşi temsil etmesi ve topun hareketleriyle güneşin yükselişinin taklit edilmesi söz konusudur. Ayrıca Yunanistan’da top oyunları, bereket ritüelleri arasındadır. Genç kızlar kısmetleri için birbirlerine gelin topu atmakta, kadınlar da doğurganlık için top oyunlarına katılmaktalarmış.
Futbolun Sırrı, Topun Kendisidir
Bu başlıkla birlikte futbol ile mitin diğer yüzünün – yani mitin ayrılmaz bir parçası olan ritüellerin- bağlantısına giriş yapalım diyorum. Mit ve ritüeller arasındaki ilişkiyi açıklamak için futboldan çok sapmamız gerekir, bu yüzden de okumak isteyenlerinizi şu yazımıza yönlendirerek devam etmek istiyorum. Mitler, kültler ve genel anlamda dini inançlarla bağlantılı olan ritüellerin arasında; sırlı, esrarlı işlerin alameti büyü de oldukça büyük bir yer kaplıyor. Futbolun sırrı, Alman futbolcu Uwe Seeler’in dediği gibi topun kendisinde ise, futbolun da büyüyle bir noktada teması olmuş olmalıdır değil mi?
Büyü, temel olarak doğaüstü güçlerle ilişki kurma yoluyla, doğanın ve doğaüstü varlıkların etki altına alınabileceği inancından kaynaklanan bir uygulamadır. Büyüsel uygulamalar, temelde iki ilke üzerine kurulurlar, bunlardan biri “Parça, bütüne aittir” cümlesiyle özetlenebilir. Bir zaman, bir şekilde birbiriyle bağlı olan iki nesne veya varlığın arasındaki fiziksel bağ kopsa bile, bağlantıları devam eder. Bu düşünceyle, eğer parçayı ele geçirebilirsek, bütünü de etkileyebiliriz. Bu türden büyülere de Temas Büyüsü deniyor. Bu kısmın da daha detayını merak eden varsa şuraya yönlendireceğim, elimde değil. Biz, tekrar futbola dönelim ve temas büyüsünün; top aracılığıyla nasıl yapıldığını konuşalım.
Azteklerin başkenti olan ve günümüzde Mexico City’e denk gelen Tenochtitlan’da, top oyununa başlanmadan önce güneş ve gök tanrısına dört adet insan kurban edildiği ve oyun sahasının onların kanıyla sulandığı, konunun araştırmacılarınca ortaya konulmuş. Buradan itibaren gerek Azteklerin, gerekse de Mayalar ve diğer Orta Amerika kavimlerinin, modern futbolla çok az ortaklıklar taşıyan bu eski top oyunlarını dini ritüellerle bağdaştırdıklarını öğrenmiş oluyoruz. Ancak olay bununla sınırlı değil, iş, bazen –sizlerin de farklı coğrafyalardaki toplumlarla ilgili duymuş olabileceğiniz gibi– insan kelleleriyle futbol oynamaya kadar varabiliyor. Öyle ya, sadece Güneş ve Ay değil; insan kafası da yuvarlak biçimli. Şimdi bu düşünceyi, temas büyüsü ile eşleştirdiğimizde; ölen düşmanların kafalarını kazıklara asmak yahut onlarla birtakım aktiviteler yapmak –mesela onları yerde yuvarlamak– aynı zamanda onların sahip oldukları güçlerden yararlanmak ve tekrar hayata gelmelerini engellemek gibi anlamlar taşıyabiliyor. Bu bahsi kapatırken, verilen bu örneğin gerçekte istisna derecesinde az görüldüğünü, bu konudaki çoğu bilginin efsanelerden ibaret olduğunu belirtelim.
Top ile büyüsel uygulamaların bağı, sadece insan kurbanlar ve kafatasını yuvarlamakla sınırlı değil. Türkler de dâhil olmak üzere pek çok toplum, topun yuvarlanışını, topun düşürülmeden saydırılmasını yahut iki hedef arasından geçip geçmeyişini, geleceğe yönelik bir tahmin aracı olarak kullanmış. Bir nevi futbol oynayarak fal bakmışlar yani. Bunun arkasındaki düşünce de oldukça açık, top, güneşi simgeliyor; güneş de aydınlığı, iyiliği, güzelliği ve başarıyı. Eğer topa istenilen şeyler yaptırılabilirse, söz gelimi top iki direğin arasından tek seferde geçirilebilirse, bu durum başarıya ulaşılacağına yönelik bir işaret olarak görülüyor.
Modern Futbol Nerede
Araştırmacılarca futbolun en eski hâli olduğu söylenen Çinlilerin Ts’u kü isimli oyunu, modern futbola çok fazla benzemektedir. Ts’u kü, “topu ayakla oynamak” anlamına geliyor. Çin kaynaklarında Ts’u kü’nün milattan önce 2697 yılı civarlarında, imparator Huang-ti zamanında oynanmaya başlandığının bilgisi veriliyor. Oyunda, yaklaşık on kişiden oluşan iki takım, dört köşesi olan bir oyun sahasında, içi tüy dolu bir topu, bambu direklerinden yapılmış ve fileyle örülmüş beş metre yükseklikteki direklerin arasına sokmaya çalışıyorlar. Hatta belirli başlı kuralları, takım kaptanları ve kalecilerin görevlerine ilişkin bilgiler de mevcut. Bu bakımdan Avrupa futboluna oldukça benziyor bu ilk örnek, ayrıldığı nokta ise Ts’u kü, kıran kırana bir mücadeleden çok, bir penaltı oyununa benziyormuş. Ancak bu oyun, benzerlikler ne kadar fazla olsa da yine mitolojik kökeni olan ve Ying-Yang felsefesiyle oldukça ilişkili olan bir oyun. Ts’u kü’de top, Ay’ı simgeler ve oyun yer ile gök arasındaki ilişkiyi temsil edecek şekilde kurulur.
Bugünkü anlamıyla modern futbol ise, Ortaçağ Avrupa’sında, Çinlilerin bu icatta bulunmalarından birkaç bin yıl sonra, yeniden icat edilmiştir. Bu noktanın ilerisinde futbol sporuna ve futbol topuna yüklenen bütün kutsallıkları sil baştan yok sayın. Futbolun Avrupa’daki serüveni ve modern anlamına kavuşması, bütün bu simgesellik ve mitolojik anlamlardan uzakta; vahşiliğe varan mücadelenin ön plana çıktığı bir yasaklar silsilesi içerisinde ilerlemiş. Yani önceden neredeyse kutsal sayılan ve teşvik edilen bu spor, modern anlamına kavuşmaya başladıkça lanetlenmeye de başlanmış diyebiliriz. Daha endüstriyel futbol demiyorum bile, düşünün.
Futbolun mitolojik serüveni, modern zamanlarda, bütün bunlara rağmen bitmiş midir? Bu sorunun cevabı, ‘mitolojik düşünce son bulmuş mudur?’ sorusunun cevabıyla aynı sanıyorum ki. Tıpkı diğer pek çok şey gibi futbol da, eski mit ve ritüellerle bağını kopartmış ama yerlerine de yenilerini getirmiştir. Takvimlerin derbi günlerine göre ayarlandığı, bireysel olarak neredeyse dini bayramlardan çok tutulan takımın şampiyonluğunun kutlandığı, futbolculara yüklenen anlamla “Formaları çıkartın, çıplak oynayın” diye seslenildiği, mezar taşlarına tutulan takımın armasının kazındığı bir devirde çok da yanılıyor sayılmam değil mi?
Kaynaklar
- Attila Erdemli, Temel Sorunlarıyla Spor Felsefesi, E Yayınları, İstanbul, 2002.
- Ayhan Dever, Spor Sosyolojisi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2015.
- Theo Stemmler, Futbolun Kısa Tarihi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000.