Aniden önünüzdeki boşluğa uzanıp bir çekmeceyi açtığınızı hayal edin, içinde bir sürü anı dosyası olan. Elinizi şöyle gerilere atığınızda parmaklarınız, çocukluğunuzdan itibaren dolup taşan anılarınızı kavrasın. Bir müddet hepsini üstünkörü inceledikten sonra, içlerinden birinde karar kılıp, çekip çıkartın yerinden. Şimdi avucunuzda duran anıyı, göz hizanızda tutup iyice özümseyerek o zamanki hislerinizle dolup taşın! Teknoloji böyle bir gerçekliği mümkün kılsa, süper olmaz mıydı? Fotoğraflarda kalan yaşamımıza bakarken, tam anlamıyla aynısını yeniden deneyimleme fırsatımız olsaydı kaçımız reddederdik? Ya da daha iyisi, o anın içine tıpkı bir koza gibi girebilme şansını teper miydik? Ne yazık ki hâlâ hayallerimiz, gerçeklerimizden daha yüksekte duruyor. Bu yüzden ara ara içimizde geçmişe dair bir özlem belirdiğinde, bu ihtiyacımızı karşılamak için birkaç bilindik yönteme başvuruyoruz. Kimi zaman arkadaşlarımızla eskileri çekiştirmek kimi zaman albüm yapraklarında kaybolmak kimi zamansa bize o zamanları yaşatacak dizi, film ve kitaplara sığınmak şeklinde gerçekleşebiliyor bunlar. Ya da illa yetişkinlikten geriye sefer düzenlemenin âlemi yok! Hâlihazırda tam o dönemin içindeysek de bizimle aynı şeyleri deneyimleyen karakterlerle özdeşleşip, benzer bir deneyimde zahmetsizce yol almak cazip gelebiliyor.

En çok talep edilen zaman dilimi ise tabii ki lise yılları. Şüphesiz içerisinde, çözülmesi Gordion düğümünden zor olan ergenlik saklı olduğundan, kısmen de henüz aileler ve arkadaşlarla dolu tanıdık bir limandan yol almadan öncesi olduğu için. Çocukluğun son durağı, ergenliğin öğle vakti, yetişkinliğin ise ilk adımları onda gizli. Bu sebeplerden canım sıkıldığında genellikle hafif ve eğlenceli olduğundan gençlik yapımlarına yöneliyorum. Never Have I Ever’ı böyle keşfettim.

Never Have I Ever, Netflix orijinal yapımlarından olan, henüz bir sezonluk bir dizi. On bölümde bittiği ve bölüm başına otuz dakika ayırdığı için de çerezlik tanımı için yaratılmış. İzle, eğlen, üzerinde fazla durmadan bir başkasına atla. Ama bence aceleyle arkada bırakmadan önce üzerine biraz daha söz söylenmesini hak eden bir yapım olmuş. Bunu sağlayan en önemli özelliği ise içindeki komedi dozu. Çoğu gençlik dizisinden farklı olarak, o dönemlerine bakıp kendiyle dalga geçmeye meyilli bir yetişkin tarafından yapıldığı belli. Hatta Lang Fisher ile birlikte yaratıcısı, The Office’ın de yazarlarından olan Mindy Kaling’ın hayatından izler taşıyormuş. Bunun en büyük göstergesi, başından sonuna dek gerçek bir tenisçi olan John McEnroe’nun anlatıcı rolünde, karakterimizin verdiği kararları yorumlayışı zaten.

Bakın, bu kararın ne kadar doğru olduğunu anlatamam. Gerçek bir sporcu, bir ergenin hareketlerini sizinle birlikte yorumluyor. Yani maç yorumu ciddiyetinin komikliği diye bir şey var, hepimiz bunda hemfikirizdir sanırım. Onu, ergenliğin volkanik patlamalarıyla birleştirin. Güvenin bana, bunu görmek isteyeceksiniz. Tam burada bir bölümü de Brooklyn Nine Nine’dan tanıyabileceğiniz Andy Samberg’ın seslendirdiği bilgisini kenara iliştireyim. Kaliteli isim kotasını yarıladık bile. Kendi küçük dünyasında arkasında sağlam bir ekip barındıran bir iş anlayacağınız.

Başkarakterimiz Hint kökenli Amerikalı bir genç kız olan Devi Vishwakumar’ı, oldukça başarılı performansla Maitreyi Ramakrishnan canlandırıyor. Devi, babasını kaybettikten ve yaklaşık bir sene felç kaldıktan sonra, yeniden açılıp okulun popüler çocuğuyla seks yapmayı hedefliyor. Evet, nasıl durduğunun farkındayım. “Orijinallik nerede, travmatik bir ölüm ve seks imasıyla dolu binbir yeni nesil gençlik dramalarından ne farkı var?” diyebilirsiniz. Ama yukarıda saydığım isimleri hatırlayın ve şimdilik devam edin.

Bütün bunlara ek Devi, içerisinde yetiştiği kültüründen de kaynaklanan kuralcı bir anneyle yaşıyor. Annesi ne giydiğine, nereye gittiğine ve kimlerle görüştüğüne sürekli karıştığı gibi, kızını da sık sık eleştiriyor. Diziyi bizim hayatımıza yaklaştıran tam da bu kısımlar belki de, kendi ergenliğinizi görmemeniz imkansız! Öyle ki bazı yerlerinde içimdeki ergeni durduramadım ve ekrana doğru isyana kalkıştım. Poorna Jagannathan tarafından canlandırılan anne, öcüleştirilmeden, zorlu ama iyi rolünde ancak bu kadar hakkıyla verilebilirdi.

Bir yetişkinin kültürüne bağlılığı ve Devi’nin bir genç olarak talep ettiği özgürlük kavgası, bir tiktok videosu üzerinden nasıl anlatılabilir sizce? İzleyin, görün. Öte yandan Devi’ye eşlik eden ve kendi sorunlarında debelenen iki yakın arkadaşı, Lee Rodriguez’in oyunculuğuyla izlediğimiz Fabiola ile Ramona Young’ın hayat verdiği Elenaor’a; Devi’nin başarı sıralamasındaki rakibi Jaren Lewison tarafından canlandırılan Ben karakteri de eklenince eğlenceli ama gerçekçi bir okul hayatı çiziliyor. Tabii güzelliğini kıskandığı kuzeni Kamala, okuldaki duyarlılık klişesi olan öğretmen sahneleriyle komedinin daha nerelere gittiğini hiç söylemiyorum.

Dizinin sevdiğim bir diğer özelliği ise dramatik sahnelerin çoğunlukla klipleştirilmeden, yaşam içinde akıp gittiği hâliyle verilmesi oldu. Büyük itiraflar için dizinin sonunu beklemenize de gerek kalmıyor. İlk bölümlerinde komediye bulanan dizi, bölümler ilerledikçe gitgide ağırlaşıyor. Ama dramatik olmadan, yerinde ve zamanında bir çöküş bu. Yavaş yavaş travmatik bir konunun içinde ilerlediğimizi ve Devi’nin kafasından çıkmamız gerektiğini anladığımız noktaya geliyoruz. İşlenen acı o kadar temiz, benzeri pek çok yapımda olduğu gibi ajite edilmeden ele alınmış ki buradan da bir artı kazanıyor kesinlikle. Popüler çocuk ise biraz eleştiri hak etmiş, sadece popüler olmanın ötesinde duruyor ama klişe sınırlarının da çok dışına çıkmıyor.

Never Have I Ever ismi de konuya ve döneme çok uygun düşmüş. Her bölümde yaşanacakların dizi başlığının, “ben hiç yapmadım” kalıbıyla birlikte yazılması, diziye bir günlük havası da katmış. Bazen sahiden eski günlüklerinizi karıştırıyormuşsunuz gibi hissettiriyor. Sadece dizi sona bağlanmaya doğru, ikinci sezon belirsizliğinden olsa gerek, bir miktar dağılıyor. Neyse ki iyi oyunculuklar ve önceden verilen emek bu dağılışı affetmeyi ve ikinci sezon çıkışını beklemeyi kolaylaştırıyor. Çok fazla bir şey vadetmeyen ama yaptıklarını iyi kotaran bir yapım. Kısacası “Ben gençlik dizimde samimiyet ve komedi ararım”, diyorsanız tam da bakmanız gereken yapım budur. İkinci sezonu daha yoldayken bir binge-watch‘ta yetişirsiniz.

Yazar: Cansu Özbay

Author

Dünyanın en ihtiyacı olduğu anda ortaya çıkarak çeşitli konularda fikirlerini belirten yazarlar. Bir konuk yazar asla geç yazmaz, erken de yazmaz. Onlar, tam yazmaları gereken zamanda yazarlar.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.