Partiye biraz geç kaldığımın farkındayım. Hunger Games: Mockingjay Part 1 (ki lütfen artık şu son kitapları iki filme böleceksek Part 1 ibaresinden kurtulalım, bunlara başka isimler bulalım bu nedir?) çıkalı birkaç ay oldu. Sinemada vizyona girdiği an yazabilirdim bu yazıyı. Ama o zaman izlemedim filmi. Uğruna günümü bölüp, popomu kaldırıp sinemaya gidilecek bir seri değildi Hunger Games, benim için hâlâ “çıksın evde izleriz” kıvamındaydı.
Çünkü çok kötü başladık Hunger Games’le münasebetimize. Birinci filmi ilk izlediğimde seyrettiğim şeyin tam bir rezalet olduğu kanaatindeydim. Ortada bir Açlık Oyunları vardı şüphesiz; ama bunun ne niye‘si, ne de nasıl‘ı çok anlatılmıyor; daha ziyade mesele aksiyon ve üzgün kaslı ile duygusal bodur arasında Katniss’in yaşadığı aşk buhranına odaklanıyordu. O zamanlar bu seriyi –kitapları da okumadığımdan– “Twilight olmak isteyenler” klasörüne kaydetmiş; en yakın trene atlayıp “Hunger Games’ten ümidi olanlar” diyarını hızla terk etmiştim.
Sonra ne hikmetse boş bir vaktimde Hunger Games: Catching Fire’ı izleme kararı aldım. Bilmiyorum, yine kitaplara hâkim olmadığımdan her şey bende ciddi bir yeniden yapım havası uyandırdı. Hani bir işi zamanının teknolojik ve sanatsal daraltmalarından ayırıp daha derin ve daha güzel bir şekilde tekrar yapmaya koyulursunuz ya? Sanki Catching Fire’da orijinal Hunger Games’e onu yapıyordu. Çünkü konu çok aynı gözükmüştü gözüme; tek farkı bu sefer ortada daha somut bir nasıl ve çok daha somut bir niye vardı.
Yine de Mockingjay Part 1’a şüpheyle yaklaştım. İlk filmin aksine, ikinci film gibi Francis Lawrence tarafından yönetilmesi bir artıydı; ama yine de Hunger Games serisi şaibeliydi gözüme. Dürüst olayım, bu şüphelerimi doğruladı film ilk on dakikası boyunca. Ama sonra, muhtemelen şu ana kadar yapılmış en sağlam Hunger Games filmini izlediğimi fark ettim. Zira bu sefer, şu dört kritik şeyi hiç şüpheye yer bırakmadan gerçekleştirebiliyordu film.
Dünyayı Gerçekten Tasvir Etmek
İlk öncelik vermemiz gerekeni ve belki de en önemlisi bu. Önceki iki Hunger Games filminde gördüğümüz eserin adındaki şeyden ibaretti: Açlık Oyunları. İkinci film bu konuda biraz daha kıpırdanmaya çalışmıştı; biraz Capitol vermeye, iki District göstermeye uğraşmıştı ama en nihayetinde izlediğimiz şey Capitol vatandaşlarının izlediği şeyden farklı değildi. Bizim gördüğümüz dünya Force Field’larla çevrili bir savaş alanıydı; fazlası değildi.
Bu konuda Hunger Games’i takiben çıkmış olmasına rağmen ondan daha başarılı olan filmler (örn: Divergent) çıkınca, türün ağa babasının world-building dediğimiz meziyeti çok sınıfta kalır hâle gelecekti eğer Mockingjay bunu başarmasaydı. Ama başardı işte. İlk defa filmlerde Capitol ve arenanın dışını cidden tanıma imkanı bulduk. Sadece District 13 üzerinden değil; aynı zamanda verilen mücadele üzerinden; araya atılan bilgiler üzerinden; serpiştirilen direniş sahneleri üzerinden. Karşımıza ilk defa ciddi bir Panem tasviri sunuldu ve biz ilk defa burasının insanların komik isimlere ve komik giysilere sahip olduğu bir alternatif gelecek değil; bir distopya olduğuna ikna olduk.
Sembolizmi Netleştirmek
Bu dakikaya kadar çok konuşuldu; çok edildi bu. Hunger Games’in sembolizmi üzerine çok kelam edildiğini gördüm sağda solda. Dürüst olayım, bunların hiçbiri benim için pek bir şey ifade etmedi. Özellikle de “mockingjay” kelimesi. Ortada kocaman kocaman adamlar kocaman kocaman kelimelerle reality TV diyorlardı, propaganda diyorlardı; ama ben dürüst olmak gerekirse bunu hiçbir zaman sembollerle bağdaştıramıyordum.
Mockingjay, ilk önce Suzanne Collins’e saygımı bir arttırdı. Zira bu romana verilebilecek belki de en doğru, en zekice isimdi bu. Denileni tekrar ederek geniş bir alana yayan kuş; tabii ki bu romanın adı olmalıydı. Daha önce hiç altı çizilmemişti bunun. Belki de daha da önemlisi; Hunger Games oyunları da böylelikle gerçekten manalı bir sembol anlatımına döndü Mockingjay Part 1’in başarısıyla. Aynı şekilde Peeta – Katniss ilişkisi de; Katniss – Gale ilişkisi de ve belki de en önemlisi; Coin – District 13 ilişkisini de…
6 Comments
-_-
pek izleyesim yoktu incelemeye güvenerek izleyelim bakalım
SPOILER
işin ilginç yanı şu ki diğer filmleri sevenler bunu pek sevmedi. kendi adıma ikinci filmi daha çok sevdiğimi itiraf etmem gerek (aksiyon olarak biraz geri kaldı sanki), ama şu da bir gerçek ki dünyayı gerçekten de resmî olarak tanıttılar. hatta, bu son filmi sevmememe yol açan şey aslında orada insanlar ölmüşken milletin Katniss’in ağzından laf almaya çalıştığı sahnelerin verdiği rahatsızlık olabilir, ve aslında rahatsız hissetmemiz gerektiğine göre evet, bu film başarılı.
Susanne ablanın kitaplarda yaptığı şeyi, filmler de yapıyor aslında. serinin ilk iki kitabını alın bir yere koyun, Mockingjay’i ayrı bir yere koyun. ilk iki kitap, Mockingjay’deki devrime insanları hazırlamaktan başka bir işe yaramıyor. tüm seriye hakim olan “devrim ateşi” konseptini ilk iki kitap kıvılcım çaka çaka yürütüyor ve seri birden bire alevleniyor son kitapta. hatta okurken “n’oluyo lan?!” olduğumu hatırlıyorum. filmler de aynı hesaptan ilerliyor aslında. bile isteye yapılan şeyler diye düşünüyorum. ilk filmler aşk meşk bilerek çoğaltılmış işler gibi geldi mesela bana. çok küçük kıvılcımlar vardı serinin sonuna hazırlık için. seriyi okumayıp, filmi izleyen tanıdıklarıma zorla filmi izletmiştim, “bakın o oyunlar öyle değil” diyerek. ki evet o işler öyle değildi gerçekten.
ayrıca son kitabın iki parçaya bölünmüş olması bu film için zarardan çok yarar sağladı diye düşünüyorum. çünkü ilk iki filmde işin devrime hazırlık kısmı bilerek ya da bilmeyerek atlanmıştı. bu fimi ikiye bölerek o atlanılan devrim kıvılcımları geniş geniş insanlara verilebilir. filmlerin seyircisi henüz bir devrime hazır değil çünkü.
yazıya katılıyorum gerçekten yararlı buldum
Pek çok okurun/hayranın yakalayamadığını düşündüğüm noktalara da değinilmiş
Sinema sitelerinde yerden yere vurmuşlardı bu filmi. O yüzden izlememiştim. Şimdi 2. bölümden önce bi göz atarım :d