Değerli dostlarım, God of War serisinin bir kölesiyim ben. Kratos nasıl o şerefi şüpheli tanrıların kölesi olmuşsa, ben de aynı şekilde bu markanın bir kölesiyim. Hâlim böyle olunca tabii ki God of War Ragnarök da çıkışı için çok heyecanlandığım yapımlar arasındaydı. Savaş tanrılarının sekiz oyundur gideceği yolu büyük bir merak ile takip ediyor ve eski PlayStation cihazlarımın karşısında geçirdiğim anıları kafamda döndürüp döndürüp duruyordum. Yeterli zaman geçti, Ragnarök sonunda geldi ve God of War destanının sonraki parçasını da sonunda deneyimleyebildik. Eski öfkeli ve tavırlı hâllerinden yepyeni bir karizma düzeyine erişen Kratos Baba ile bir kez daha çeşitli tanrılarla kapışıp, gözlerimiz kıpkırmızı olana kadar ekranın başında kaldık.
Bir kısmımız oyunu oynama şansını bulabildi, bir kısmımız çeşitli platformlar üzerinden izledi, bir kısmımız da kendisine sorular sordu; hangi böbreğini daha çok sevdiği gibi. Ben şahsen Osman’ı daha çok sevdiğime karar verdim ve bu yönde bir eyleme giriştim. Bu cümleleri yazarken hâlâ oyunu bitiremediğimi veya bitirmemeyi seçip bu engin dünyada, orada burada öylece dolaştığımı söylemek isterim. Bu yazının sonunda size bu oyunu almanız veya almamanız gerektiğini söylemeyeceğim. Kendi deneyimlerimden yola çıkarak, oynadığım süre boyunca içimde biriktirdiğim duyguları ve düşünceleri sizlere anlatacak ve oyunu oynama fırsatı bulduğunuzda neler yaşayabileceğinizi ve neler yapabileceğinizi söyleyeceğim. Hangi tanrıları keseceğiniz ve hangi çömlekleri kıracağınız günün sonunda tabii ki size kalmış, ben biraz daha farklı seçeneklerden bahsediyor olacağım.
Önceki iki paragrafı yazdıktan sonra, biraz God of War heyecanını yakalamak için biraz da Ragnarök havasını içime çekmek için “Azıcık daha oynayayım“, diye düşünüp yeniden oyunun başına oturmuştum. Yaklaşık on saatin ardından evdeki başka insanların da o televizyona ihtiyaç duyabileceği hatırlatıldıktan sonra “Aa evet bir yazım vardı benim“, deyip baştan klavyenin başına döndüm. Birtakım kozmik varlıkların yaşam sürelerine son verdim mi? Tabii ki ama asıl konu bu değil. Asıl konu, yaptığım tüm diğer şeyler. Kader, tercih, seçim ile irade gibi kavramlar çevremde dönerken ve dokuz diyarın varoluşu benim çabalarıma bağlıyken ben ne mi yaptım?
Gezdim.
Göl sularında gezdim, çöl kumlarında gezdim, kara kışın karlarında gezdim. Çoğu zaman altımda bir kızak veya kayık vardı, bazen de öylece yürüdüm. Yeri geldi kuş avladım, yeri geldi hazine peşinde koştum, yeri geldi sadece ve sadece gezdim. Hiçbir amaç gütmeden, hiçbir hedefin peşinde koşmadan, sadece ekrandaki mekânların değişmesini izledim. O anda da fark ettim ki bir şeylerin peşinde takıntılı bir şekilde koşarken aslında etrafımdaki güzellikleri kaçırıyormuşum. Bu dersi God of War Ragnarök üzerinden öğrenmek ne kadar tuhaf veya normaldir bilmiyorum ama benim de böyle bir kaderim varmış demek ki. Tabii bu sayede gözlerimin hiç görmeyeceği, kulaklarımın hiç duymayacağı unsurları da fark ettim. Hayır gerçekten, pek dikkat edemeyen birisi olarak en baştan beri peşinde koştuğum kuşları, hazineleri ve kaynakları, öylece yaptığım gezilerde bulmak da çok hoş bir durumdu. Ara sıra oyunda böyle gezilere çıkmanızı tavsiye ederim, pek çok açıdan yararını görüyorsunuz.
Eğer oyunun daha mekanik, somut kısımlarını merak ediyorsanız, bu konuda bir iki şey söyleyebilirim. God of War tarzını değiştirmiş. İlk bakışta hemen anlaşılan veya göze batan bir durum değil bu ama oyunun içine girdikçe bu değişimleri daha iyi algılayabiliyorsunuz. 2018’de yeni bir kimlik edinen God of War daha sinematik, yalın ve oldukça dikkat edilmiş bir tarza sahipken God of War Ragnarök kendisini biraz daha salmış ve sunabileceği sinematik deneyimin yerini çok daha doğal bir yaklaşım almış. Tabii ki bu değişiklik oyunun niteliğini düşürmüyor, hatta bu cesurca karar sayesinde içinde vakit geçirdiğiniz dünya ve bu dünyada kullandığınız mekaniklerin kapsamı büyümüş, derinliği artmış. Oyun kendisinin bir oyun olduğunu hatırlatmamak için artık fazladan özen göstermiyor. Şahsen ben o eski sinematik deneyimi tercih ediyor olsam da bu yeni yaklaşımın içinde kendimi hemen kaybedebiliyor ve güneşin ne zaman doğduğunu ve ayrıca ne zaman battığını sorgulayabiliyorum.
Geçirdiği değişimlere rağmen God of War: Ragnarök, mirasını aldığı serinin hakkını fazlasıyla veriyor. ‘Yaşamımı mı sürdürsem yoksa Ragnarök mü oynasam?‘ diye kendime sorular sorup duruyorum. Duyduğumuz erteleme haberleri ve çıkışına kadar kafamda birikip filizlenen şüphe tohumlarından sonra oyunun bu doygun ve etkileyici hâlini görmek gerçekten müthiş bir şey. Oyunu bitirdikten sonra da benzer düşüncelere sahip olacak mıyım veya hâlâ insana benzeyecek miyim, bunları da zaman gösterecek. Ama tabii ki bundan önce başka bir önemli soruyu kendinize sormanız gerekiyor; hangi böbreğinizi daha çok seviyorsunuz?
1 Comment
Sonda bir soru bekliyordum ama “Hangi böbreğinizi daha çok seviyorsunuz değerli okurlarım?” gibi beklemiyordum. 😀