Birkaç ay önce yazdığım Atari yazısında eski oyunlara bol bol selam göndermiştim, hatırlarsınız. Yalnız ben o yazıyı yazdığımdan beri ara ara internetten açıp oynuyorum o oyunları, hâlâ atlatamadım. Verdiği o garip melankolik histen dolayı mı yoksa oyunlar gerçekten bağımlılık yapıcı diye mi bilinmez, bırakamıyorum işte! İyi geliyor bana.
Belki size de hem gerçek dünyanın hem de sanal dünyanın sorumluluklarından kaçıp şu eski basit oyunlara sığınmak iyi gelebilir diye düşündüm, özlediğimiz üç adet eski oyunun ilginç hikâyesini bir araya getirdim. Şimdilerde hepimizin bildiği oyunlar zamanında nasıl evrelerden geçmiş, bir görelim, böylece o oyunları da yâd etmiş olalım dedim. İyi mi demişim? O halde, değerli okurlar, gelin hep beraber nostalji trenine binelim!
Pacman
Hala severek oynadığımız Pacman oyununun çok ilginç bir hikâyesi olduğunu biliyor muydunuz? Oyunun yaratılış evresinden piyasaya sürülüşüne kadar olan süreçte birçok değişiklik, birçok farklı fikir ortaya atılıyor ve ortaya gerçekten de ilgi çekici bir hikâye ortaya çıkıyor. Sizi bu hikâyeden mahrum bırakmak istemem, hemen anlatıyorum:
Atari için arcade oyunlar tasarlayan Toru Iwatani, çıkartılan bütün oyunların şiddet içerdiğini ve kadınlara hitap etmediğini düşündüğü için özellikle kadın oyuncuları göz önünde bulundurarak herkese hitap eden, daha yumuşak, daha neşeli bir oyun tasarlamak istiyor. Pacman oyununun asıl amacını, yani Pacman’in sahadaki bütün parlak yemleri yemeye çalışmasını, kadınların tatlı yemeyi sevmesinden ilham alarak oluşturuyor. Evet, bütün bunlar kulağa garip gelse de durum bu. Kenarda diğerlerinden daha parlak, yanıp sönen yemler var ya, onların fikirlerini de Temel Reis’ten elde ediyor. Temel Reis ıspanak yeyip güçleniyor ya, o hesap. Pacman’in şekline de önceleri bir pizza yerken pizzanın şeklinden dolayı karar verdiğini iddia etse de sonrasında bu hikâyenin tamamen doğru olmadığını itiraf ediyor, Japonya’da ağız sembolü olan “kuchi”nin daha da basitleştirilmiş versiyonu olduğunu söylüyor.
Pacman’i olabildiğince “family-friendly” yapmaya çalışıyor, bu yolda da oyuna hem hiç şiddet eklemiyor hem de oyunu pastel renklerle donatıyor. Aslında ilk fikir hayaletlerin hepsini kırmızı yapmak iken Iwatani, bunun kendi vizyonuna aykırı olduğunu düşündüğü için, şirkette bir anket yapmaya karar veriyor. Hayaletler, farklı farklı pastel renklerde mi olsun yoksa sadece kırmızı mı olsunlar diye de iki seçenek sunuyor. Sonuç olarak, şirketteki hiç kimse kırmızı olmasını istemiyor.
Her şey hazır olduğunda oyunu test sürüşüne tâbi tutuyorlar ve oyun elbette ki beğeniliyor. Böylece oyunu en başta “Puck-Man” ismiyle piyasaya sürmek istiyorlar. Fakat bir sorun var, ya kullanıcılar “P” harfini “F”ye çevirip oyunla alay ederlerse? Hayır, şaka yapmıyorum, gerçekten böyle düşünüyorlar ve oyunu Pacman ismiyle çıkartmayı daha uygun buluyorlar.
Street fighter
Eskilerin en popüler oyunlarından biri olan Street Fighter’ın yapılış sürecinin Pacman kadar uzun bir öyküsü yok fakat oyunun yapım ekibi ve süreci hakkında bazı ilginç gerçeklere rastladım ve onları sizinle paylaşmazsam çatlarım. Öncelikle, orijinal arcade oyununu yapan ekibin tam olarak kim olduğunu anlamak bugün bile bir hayli zor. Zira yapımcılar takma isim kullanmışlar ve oyunun “credits” kısmında dahi gerçek isimleri yerine seçtikleri bu takma isimleri geçiyor. Örneğin, oyunun yönetmeni Takashi Nishiyama “Piston” ismini, oyunun bir diğer tasarımcısı Hiroshi Matsumoto da “Finish” ismini kullanmış. Oyunu programlayan ekipten Hiroshi Koike “FZ 2151” ismiyle anılmayı seçmiş, anlayacağınız bütün ekip böyle aksiyonlara gitmeyi oyunun ruhuna daha uygun bulmuş.
Street Fighter gibi bir oyunun neyden ilham aldığını anlamak zor olmasa gerek (Yani… Dövüşten falan?) fakat spesifik olarak Bruce Lee’nin oynadığı Enter The Dragon filminden etkilendiklerini de söylemek yanlış olmaz. Bunun yanında, oyunun içinde Karate Champ oyunundan da esintiler varmış.
Oyun piyasaya sürüldükten sonra da elbette efsanevi bir başarı elde ederek adını oyun tarihine altın harflerle yazdırıyor, biz de ilk oyundan otuz yıl sonra yani 2016 yılında çıkan Street Fighter V‘i bile severek oynuyoruz. Yalnız bu oyun aslında beşinci oyun değil zira Street Fighter serisi “bilmem-kaçıncı yıldönümü versiyonu” gibi değişik versiyonları da saymazsak asıl seride sekiz oyundan oluşuyor. Bunun yanında animasyon filmi, live-action filmi, mangası, çizgi romanları ve bir sürü de çakma oyunu var. Street Fighter gerçekten de bir efsane, sizce de öyle değil mi?
Pong
Elektronik tenis oyunundan ilham alınarak tasarlanan Pong’un hikâyesine Atari yazımda bir miktar değinmiştim ama sanırım artık bu hikâyeyi daha da açık seçik anlatmanın vakti geldi. Her şey, Atari’nin bir elektrik mühendisi olan Allan Alcorn’dan video oyunu yapmasını istemesiyle başlıyor. Yalnız bir problem var: Alcorn video oyunundan anlamıyor!
Atari’nin o dönemki başkanlarından biri olan Bushnell, Alcorn’un bu projeyi bir ısınma egzersizi olarak kullanabileceğini söylüyor. Alcorn’a bu kadar güvenmesinin nedeni de daha önceden onunla video oyunu olmayan projelerde çalışmış olması. Yani adamın vizyonunu biliyor. Neyse işte, Bushnell eskiden oynadığı elektronik tenis oyunu gibi bir oyun yapmasını istiyor Alcorn’dan, iki tane raket olsun diyor, bir top olsun, köşede de skor tutulsun. Böylece Alcorn başlıyor çalışmaya.
İlk iş olarak Computer Space’in programlamasına bir göz atıyor, sonra ondan hiçbir şey anlamayınca vazgeçip kendi bildiğini okumaya karar veriyor. Ortaya da tam istedikleri gibi bir oyun çıkıyor. İyi, güzel, proje sona erdi. Değil mi? Değil, yanlış! Oynadıktan sonra kendi tasarladığı oyunu aşırı sıkıcı buluyor, dolayısıyla oyunu zorlaştıracak birkaç detay serpiştirmeye karar veriyor: Oyun süresi ilerledikçe aradaki topun daha hızlı hareket etmesi gibi.
Bu noktada küçük bir problem çıkıyor: Devrelerden birinde oluşan küçük bir sorun nedeniyle raketler ekranın en üstüne çıkamıyor. Hatırlatırım, 1970 başlarından bahsediyoruz, bunlar yaşanabilen sorunlar. Fakat bu problem Alcorn’un hoşuna gidiyor. Oyunu daha da zorlaştırdığını, oyuna renk kattığını düşünüyor. Eğer o devrede küçük bir sorun çıkmış olmasa oyuncular sonsuza dek oynarlardı diye düşünüyor, hiç elleşmiyor.
Oyun da böylece piyasaya sürülüyor ve hızlıca başarılı oluyor. Başlangıçta minik bir ısınma egzersizi hedefiyle çıktıkları yolun sonuna geldiklerinde efsanevi bir oyun üretmiş oluyorlar. O günden bugüne de hala stres atmak, vakit geçirmek için oynayabiliyoruz: Zamansız bir proje cidden.
Böylece listenin sonuna geliyoruz, benim de anlatacaklarım burada bitiyor. Ben hâlâ açıp açıp oynayabilirim bu oyunları derken şaka yapmıyorum bu arada, yani sizce de Pacman gayet zamansız bir oyun değil mi? Her kesimden insanın, her daim zevk alabileceği türden mini oyunlar bunlar. Peki sizin çocukluk döneminizde büyük bir yer kaplamış, size huzur veren veya sinirden duvarları yumruklayarak oynadığınız bir oyun var mı?
1 Comment
“Did you know that the original name for Pac-Man was Puck-Man? You’d think it was because he looks like a hockey puck but it actually comes from the Japanese phrase ‘Paku-Paku,’ which means to flap one’s mouth open and closed. They changed it because they thought Puck-Man would be too easy to vandalize, you know, like people could just scratch off the P and turn it into an F or whatever.”