Faux Play olarak geek dünyamızı ilgilendiren konuların duvarlarındaki fare deliklerine bakmayı görev biliyoruz. Bu seferki konumuz Thor: The Dark World’ün çıkışı şerefine “Oyunlarda Mitoloji”. Oyunların işledikleri “başka” mitolojilerden, mitolojide oynanan oyunlara ve mitolojik oyunlara dek inceliyoruz, tartışıyoruz, konuşuyoruz. Sohbete siz de katılın.
Titan Quest’in Cazibesi
Baştan kabul edelim, video oyun sektörü İlk Çağ konulu işlere giriştiğinde kafasında fantezi odaklı bir plan varsa sırtını ya Yunan / Roma mitolojisine, ya da içindeki barbar cazibesinden ötürü Kuzey Avrupa (Nordik) mitolojisine dayıyor. Bir miktar da atmosferik destek niteliğinde Mısır uygarlığına selam veriliyor tabii. İlk Çağ fantezisi dendiğinde sapılacak yollar bu kadar net. Bu kısıtlı mitolojik çeşitliliği çok da eleştirdiğimi düşünmeyin, bilakis tekrara meyilli hack’n slash gibi türlere tepkili olmama rağmen bana günlerce Titan Quest oynatan en önemli etmen çayırlarda savaştığım yüzlerce satir, dağlarda kestiğim heybetli siklopslardır. Gene de gözümüzden kaçmasın, çok üzerinde durulmasa da ilk çağı tanımlayan başka hikayeler de var…
Oyun dünyasında Tevrat ve İncil hikayelerine ya da Semavi dinlerin binlerce yıllık mitolojisine dayanarak yol alan -Hristiyan propaganda oyunlarını saymazsak- çok eser yok. Nedense bu mitoloji Olimpos’unkiler kadar çekici gelmiyor insana. John Milton’ın Paradise Lost’u sayesinde heyecanlı bir görüntü kazanan “melekler savaşı” bile popüler kültürde Zeus’la Titanların amansız savaşının yanında sönük kalmakta. Tamam, Darksiders serisi sayesinde biraz ortalık alevlendi, işin içine Dante’s Inferno gibi Hristiyan mitlerini konu alan oyunlar girdi ama ama benzer kaç eser sayabiliriz ki? Edebiyat, resim, heykel, tiyatro ve sinema dallarındaki verimliliğinin tam zıddı bir şekilde ahitlerdeki hikayeler ve onların beslediği folklor, oyun dünyası için hala bakir bir alan. Peki gene bu alanı kurcalayanlar yok mu? Tabii ki var.
Hristiyan Mitlerinden Bir Oyun
Tale of Tales Stüdyosu 2009 yılında alışık olunmayan bir işe girerek yeni oyunları için bu keşfedilmemiş topraklara odaklandılar ve ortaya Fatale: Exploring Salome çıktı. Fatale, İncil’de anlatılan Aziz John’un (Vaftizci Yahya, İslamiyet’teki adıyla Yahya Peygamber) ölüm hikayesini konu alıyor.Hikaye İncil kaynaklı da olsa, oyunun Aziz John’un ölümüne ilişkin temel ilham kaynağı Hristiyanların kutsal kitabı değil. Oyunun sırtını dayadığı asıl eser Oscar Wilde’ın 1891 tarihli trajedisi Salome.
Peki nedir bu hikaye? Tale of Tales’in Fatale’ı olayları açıklamak şöyle dursun, önceden bilmenizi açıkça gerektirdiğinden olayları kısaca anlatmakta fayda var. Antik Filistin’in Kralı Hirodes Antipa, kardeşinin karısı Herodias ile evlenmeye karar verir ve eski karısı Nabatea kralının kızından boşanır. Bu yeni evlilik Yahya tarafından onaylanmaz. Kral, bunun üzerine Yahya’yı zindana atar. Hikayenin ilginç kısmı Yahya zindanda başına gelecekleri beklerken gerçekleşir. Herodias’ın kızı (ve Hirodes’in üvey kızı) Salome, sarayda düzenlenen bir şenlik sırasında herkesi kendine hayran bırakacak bir dans gösterisi sunar. Hirodes üvey kızının dansından o kadar etkilenir ki Salome‘ye bir ödül vermeye karar verir. Ödülü Salome kendi seçecektir. Bunun üzerine genç kadın, annesinin isteği üzerine Yahya’nın kellesinin gümüş bir tepside kendisine sunulmasını ister. Kral önce şaşırır ancak sözünden dönmeyi kendine yediremez ve Salome’un isteği üzerine cellatlarına Yahya’yı öldürtür. Vaftizci Yahya’nın ölüm hikayesi İncil’e bu şekilde geçer, Salome’un kralı cezbeden dansı da ilerideki zamanlarda Yedi Peçe Dansı adını alacaktır. Orta Çağ’da pek çok sanat eserine esin olmuş bu hikaye, Oscar Wilde tarafından Salome özelinden karakterin femme fatale‘lığı üzerinden işlenir ve terimin bugünkü anlamının önemli kaynaklarından biri olur.
Deneysel Sanat ve Bağımsız Oyunların Birleştiği Yerde
Peki Salome ve Yahya‘nın hikayesi nasıl bir oyuna kapı açabilir? Tale of Tales’i bilenler karşımızdaki işin kesinlikle sıradan bir çalışma olmayacağını tahmin edeceklerdir. Fatale, şirketin önceki oyunları gibi tamamen deneysel bir sanat projesi. Oyunun en yakınsayabileceği tür çoğumuzun oynamadığı hidden object / gizli eşya bulmacaları, ki bu da çok büyük bir yakınsama değil. Oyun Yahya’nın ölümünden önce, Salome’un dansı sırasında başlayıp ertesi günün doğumunda bitiyor. Bu süre iki ana parçaya ayrılmış diyebiliriz. Oyunun ilk kısmında zindanda bekleyen Yahya’yı yönetmekteyiz. Etrafta Oscar Wilde’ın eserinden alıntı cümleler görüyoruz ve zindanın küçük mazgalından nadir anlarda da olsa Salome’un bizim için yapmakta olduğu ölüm dansını görebiliyoruz. Ardından kaçınılmaz son vuku buluyor ve biz ne olduğunu anlamadan credits yazısı çıkıyor. Afallamamız geçtiğinde ise oyunun ikinci yarısı başlıyor. Burada İncil’deki hikayenin bittiği ve herkesin evine çekildiği olayların akşamındayız. Kralın sarayının avlusunda dolaşan bir varlığın rolünü üstleniyoruz. Amacımız gün doğana kadar etrafı incelemek ve çevredeki kandilleri yakmak. Bu sırada yaptığımız şeylerden ana akım oyunlardaki “görev” terimiyle tanımlanabilecek tek şey çevredeki objelere göz gezdirip kendi çıkarımlarımızı yapmak.
Tale of Tales’dan Bölüm Sonu Canavarı Beklemeyin
Tale of Tales’in The Path’ini oynadıysanız şirketin hikaye anlatımı konusunda kafa karıştırıcı olmayı nasıl amaç bellediğini biliyor olmalısınız. Nasıl ki The Path’te oyunun bir hikaye anlatma derdi yoksa ve kendi hikayemizi tamamen kendi deneyimlerimize bağlı olarak biz yazıyorsak, Fatale’de de benzer bir üslup var. Etrafı gezinmek, ışıkları yakmak, detaylara takılmak ve gün doğumunu beklemek tüm olayımız.
Kulağa sıkıcı geliyor olabilir ancak Fatale imkan tanındığında oyuncuya çok ilginç bir deneyim yaşatabiliyor. Hele ki kralın sarayındaki objelerin gittikçe modernleşmesi (gitar, iPod gibi eşyalara rast gelmemiz) ve günışığında kulağımıza çalan korna sesleri insanda ister istemez sorular yaratıyor. Kişisel deneyimim beni Fatale’in bu ilginç ayrıntıları “hikayeyi antik sanıyorsunuz ama aslında her zamanın hikayesi bu, dünün de bugünün de…” demek için kullandığı sonucuna götürdü. Ben bu çözümlemeyi yaptığımda açıkçası oyun boyunda geçirdiğim tüm kafa karışıklığı tamamen çözülmese de bir şeyler keşfetmiş olduğumu ve bu keşfin bana tatmin verdiğini hissettim. Oyunun ilk yarısındaki Yahya rolü de cellada karşı acizliğimi vurgulamasıyla sıyrılıyordu alışık olduğumuz deneyimlerden. Tabii 2009 yılından bahsediyoruz. O tarihten beri oyuncunun oyun içindeki hakimiyetini sorgulayan yığınla iş karşımıza çıktı, hiç biri değilse bile bir The Stanley Parable ile aklımız yerinden oynadı. Ancak yine de Fatale’in yaşattığı bu deneyim çoğu oyuncu için güncelliğini koruyacaktır.
Fatale kesinlikle beklenti karşılamayı hedefleyen bir eser değil. Yapmak istediği bazı şeyler var ve onu yapıyor, sizin beğeninizi kazanma derdi yok. Bu sebeple pek çok oyuncunun Fatale’den nefret etmesi anlaşılır. Kendi kişisel keşfimi bana yaşatmasaydı ben de Fatale’i sevmeyebilirdim. Fatale oyun oynamaktan birincil beklentisi eğlenmek olanları tatmin edecek bir yapıya sahip değil, onun derdi daha çok evrenin mesajlarla dolu olduğunu düşünen, bilinmezlikte kaybolmaktan mistik bir zevk alan kişiliklerle. Sanat ve tarih destekli, taş çatlasa yarım saat süren bir macera Fatale. Ama bu haliyle de aykırı bir macera olduğu kesin.
Mühim not: Oyunu bitirince yeniden baştan başlamayı ihmal etmeyin. Kim bilir, Yahya’nın göremediği meşhur dansı belki sizin seyretme fırsatınız olur.
2 Comments
Pingback: Oyunlarda Mitoloji - Tanrılar da Oyun Oynar | FauxPlayDosya | Geekyapar!
Pingback: Oyunlarda Mitoloji - Age of Mythology | FauxPlayDosya | Geekyapar!