Yaşayan organizmalar olmanın kanunu, şu tek cümlelik senaryoya sığıyor: Hepimiz doğduk ve hepimiz öleceğiz. Üstüne üstlük insan olmak öyle bir şey ki, biz farkında olmadan olmuş bitmiş bir deneyimle, olacağını öğrenerek büyüdüğümüz bir sona gidiyoruz. Peygamber değilseniz istisnası yok, hatır gönülün işlediği de görülmemiş bugüne kadar. Bu açıdan bakınca durumumuz biraz trajik. Büyük kalemlerde yapacağı mesleğe, oturacağı eve, ilişki istiyorsa yaşayacağı kişiye karar veren; küçük kalemlerde bindiği otobüsü, kıyafetinin rengini, sipariş edeceği içeceği seçmesi gereken varlıklar olarak ironik de. Ayaklı eylem planlarıyız resmen ve hayatımızın belkemiği olan iki seçenekte de fikrimize başvurulduğu yok.
Olsun, biz yine de bu haşin gerçekle başa çıkabiliriz. Gezegende başka hangi canlı kendi cenazesini hayal edip üzerine felsefe yapma gücüne sahip ki? Ya da kendini anlam arayışıyla teselli edecek kadar çözüm bulucu? Hiç ölümden sonrasıyla ilgili hayaller kurduğunu sezinlediniz mi bir kurbağanın? Gerçi hoş, vıraklamaları tercüme edinceye kadar asla tam olarak emin olamayız. O yüzden gözleri nedensizce dolan bir kurbağa görürsek bir yerlerde, yanına çöküp anlat derdini diyebiliriz: Senin de mi öleceğin aklına geldi?
Bir de bu yazıyla, altı maddede hangi ahiret yorumu gönlümüzün istediğini veriyor, bir bakabiliriz. Her evrende değişik kriterler, farklı algılayışlar, ölümün ne olduğuna ilişkin özgün yorumlar var. İncelemeye değerler diye düşünüyorum. Konunun öznesi olarak kutsal kitap karıştırmak haricinde, ahiret dedikodusu yapmak ve ölümden sonraki konaklama seçenekleri hakkında hayaller kurmak mübah olmalı, öyle değil mi ama?
Percy Jackson ve Olimposlular
![ölüm,](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-25.png)
Evet, o büyük son gözümüzde büyüdü de büyüdü. Hakkında türlü çeşit hikaye, teori, şarkı ve mizah ürettik. Hemen her üretim kanalında da son nefesi ciğerlerimizde dolandırdıktan sonrasına dair, bir tür yargılama olacağına kafamız yattı. Vicdanımızla güreşe tutuştuğumuz geceler, önemli anlarda iç sesimize attığımız çalımlar boşa mı gitsindi? Rick Riordan’ın çerçeveyi Yunan mitolojisinden aldığı ama detaylara kendi baharatını kattığı gençlik serisinde misal, böyle işliyor süreç.
Hades’in yeraltı mekanında, bizi Styx nehrinden geçiren Charon’un kayığından indiğimizde, ilk durağımız yargılama köşkü oluyor. Aralarında Minos, Rhadamanthus, William Shakespeare ve Thomas Jefferson gibi isimlerin bulunduğu bir yargıç kadrosuna karşı son savunmamıza hazırlanıyoruz. Vardiya usulü çalıştıkları için kime denk geldiğimiz tamamen kısmet işi. Şanslı bir ölüm günüyse Shakespeare’la şiir atışması yaparak sorgulanabiliriz, şanssız bir günse-ki öldüğümüzü düşünürsek bahisler buraya oynar– kral Minos’un komplolarına karşı uyanık olmamız gerekebilir!
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-37.png)
Jürinin yargılaması bittiğindeyse çıkan karara göre gidebileceğimiz dört yer var. İlki tarihi evleri, lüks caddeleri ve renkli çimenleriyle her ölümlünün zevkine uygun seçenekler barındıran Elysium. Dünya’nın kahrını çekip iyi insan olma madalyasını göğsüne takanlara ait, ortasında Kutsanmış Adalar’ın manzarasını barındıran cennet burası. Üstelik Riordan’a göre Elysium sakinlerinin ölümden geriye sefer düzenlemeleri de mümkün! Kutsanmış Adalar sırf bunun için var; cennetin bir adım yükseltilmiş versiyonu olan üç ada. Yalnızca üç kez doğup üçünde de Elysium’a girmeye hak kazananlar girebiliyor eşiğinden içeri. Sonsuza dek Bahama tatil köyü havasını yaşamak isteyen maceracı ruhlara, son bir vurgun fırsatı.
Yeraltının geri kalan kısmındaysa; uzaklara duyulan çığlıkların eksik olmadığı ve de Sisifos’un zirveye asla çıkartamadığı bir taşı yuvarlayıp durması gibi, yaratıcı işkence yöntemlerinin hüküm sürdüğü Ceza Tarlaları ile; siyah çimenleri, boş ve donuk ortamıyla sonsuza dek konser sırası bekleme hissini yaşatan Asphodel Çayırları var. Çayırlar ne iyi ne de kötü insanların gittiği yer olsa da, ikinci bir cehennem havası yaydığı yadsınamaz. Özellikle de Riordan’ın burayı, potansiyelini harcayan hayatlara adadığını bilirken…
İskandinav Mitolojisi
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-26.png)
Öte yandan büyük son, sözünü etmeye bile değmeyecek eften püften bir olay da olabilir. Gözümüzü kapattığımız anla açtığımız an arasında, e ne değişti ki şimdi diyebiliriz. Bu ihtimali barındıran İskandinav mitolojisi, adım başı sınav gerginliğinden bıkanlar için rahatlatıcı bir seçenek.
Ölüme kavuşan ruhlar, ödül ve ceza sisteminden muaf tutulurlar Vikinglerde. Onlarda ölüm, neredeyse yaşamın devamı olarak algılanır ve merhumlardan beklenen tek şey, tipik düzenlerini devam ettirmeleridir. Yalnızca işin içinde Odin varsa karmaşa bekleyebiliriz.
Çünkü Odin’in Valkyrieları tarafından güçlü bulunan savaşçılar, ölümün kollarına kurnaz planlarla ittirilip tez vakitte Valhalla’da ağırlanırlar. Valhalla; tek gözlü tanrının, kıyamet geldiğinde yanında savaşmaları için topladığı savaşçılar için inşa ettiği, kapısında kurdun tavanında kartalın salındığı salondur. Viking sözlüğünde savaşmaktan daha kutsal bir şey olmadığı için de en kalabalık yeridir İskandinav ahiretinin. Duvarlarında gün boyu kılıçların şakırtısı duyulur, mızraktan yapılma kirişleri sarsar savaş naraları. Gün sonuna ise bitmek bilmeyen etler ve içkilerle dolu ziyafet masaları kurulur. Valkyrielerin hizmet ettiği askerler, kıyamete böyle gün sayarlar Odin’in gözetiminde.
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-28.png)
Buna karşın ölür ölmez kılıçlarına tövbe eden savaşçılarsa, Freyja’nın sunduğu ebedi çayırları tercih ederler. Halkın alanı anlamına gelen Folkvangr’da, canları ne isterse yapmakta serbesttirler yorgun ruhlar. Hatta bir rivayete göre Viking mezarlarının bir kısmı gemi şeklinde yapıldığı için, boş tarlaya saplanan gemilerde konakladıklarına inanılır. Hakeza denizde ölenlerin, hakkında çok az bilginin bulunduğu, dev kadın Ran’ın su altındaki meskenine gittikleri de söylenir.
Geriye son mekan olarak diyarların en tuhafı Helheim kalır. Kuzeyde ve aşağıda tarif edildiği için biraz soğuktur. Belirgin farklılığı ise buraya gidenlerin savaşçı değil, genelde normal insanlardan oluşması. İsminin modern İngilizce’de çağrıştırdığı anlamdan uzakta, hem iyilere hem kötülere yönelik bir yerdir Helheim. Ölüler yaşarken yaptıkları gibi yer, içer ve bir Viking gibi kavgaya tutuşurlar burada.
Yöneticisi Hela, ortamı herkesin kişiliğine göre şekillendirebilir. Kimine karmaşık bir labirent kimine sıradan bir şehir gibi görünmesinin sebebi budur Helheim’in. Hela’nın toprakları Hristiyanlık sonrasındaki bazı yazarlar tarafından zalimlik ve çürümüşlükle anılsa da, antik kaynaklarda çoğunlukla rahat bir ölüm sonrası deneyimi vadeder. Ben bir gidip görmek isterdim şahsen!
The Good Place
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-29.png)
Belki de en kaygılı beklentilerimiz gerçektir ve The Good Place dizisinde olduğu gibi dar bir puanlama çetelesine sıkışmış halde buluruz kendimizi. Eylemlerimize verilen puanlar cennet vizesini alıp alamayacağımızla ilgili ter akıtan sahnelere sebebiyet verebilir. Ki tanıdık gelecektir; amel defterinden söz ettiğinizi duyar gibiyim. Ama emin olun, Eleanor’un dünyasındaki iblislerin acımasızlığı kıyas kabul etmez!
Onlara göre ağız şapırdatarak yemek yemek ve horlamak sizi kızgın ayılarla dev alev makinelerinin beklediği Kötü Yer’e düşürmeye yeter de artar bile. İnsan nezaketine artı on bin, kötülüğüne ise eksi bir milyon puan verecek kadar ayıp ederler mesela. Socrates, Florance Nightingale, Rosa Parks bile olsanız standartlarını tutturamazsınız!
Yalnız bizi ters köşeye yatıran, tüm bu yüksek kriterlere rağmen, İyi Yer’e alınanların da mutlu olmamasıdır! Her ayrıntının düşünüldüğü bir mahallede yaşasalar, emirlerine amade ponçik yapay zeka Janetleri olsa bile keyif alamazlar ahiretlerinden. Dertleri yaşamlarının sınırsızlığı yüzünden cennette can sıkıntısı çekmektir! İlk bakışta neredeyse küstahça geliyor, biliyorum. Ama ayakkabıları –ya da tabutları– takas edip tekrar düşünün. Her şeyin bir yerde son bulacağını bilmek; başı sonu belli bir rutinde sonsuza dek hapsolmaktan daha iyi olamaz mı sahiden?
Coco
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-32.png)
Animasyonların siyah tonlu konuları bile omuzlayıp hafif renklerle taşıdığını gösteren harika bir örnek Coco. 2017 yılı yapımı film, Meksika kültürünün kucağından sahiplendiği ahireti; parlak renkli, ışıklı ve evlerin üst üste dizildiği metropolle buluşturmasıyla benzersiz bir parmak izine sahip. Ama onu listeye almanın sebebi bunlar değil. Listeye girmesinin sebebi, ölüm kavramımın tamamen aile, yas ve unutulma kaygısıyla anlatılması. Hafızalardan silinmek ölmeye eş değer Coco’da.
Buna göre üç tür ölüm düzeyi belirlemişler ve ilk ikisi çarçabuk olup bitiyor zaten: Son nefesimizi vermemiz ve kendi cenaze törenimize katılmamız. İnsanın bedeninin, envai çeşit seremoniyle ortadan kaldırıldığını görmesi, yaşamaya dair pek açık kapı bırakmıyor olsa gerek. Ama bu iki aşamadan sonra, tabiri caizse bu sefer ölüler diyarında yeni bir yaşam fırsatı bizleri bekliyor.
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-33.png)
Fotoğrafımızı aile sunağında sergileyenler; yaptıklarımızı şarkılarla, anılarla hatırlayanlar olduğu sürece yok olmaktan korkmamıza gerek yok. Hatta öteki alemde kimliğimizi unutmadığımız gibi mesleğimize de kaldığımız yerden devam edebiliyoruz. Ölüler gününde sevdiklerimizi ziyarete dünyaya gitmek ya da birtakım festivallere katılmak gibi aktiviteler de bol. Konforlu bir ahiret için bunlar güzel şeyler. Bir de ünlüyseniz değmeyin keyfinize tabii. Sürekli yeni katılanlar olacağı için hayran kitleniz sınırsızca büyüyecektir.
Ama er ya da geç, filmin koptuğu bir an da gelir. Sizi hatırlayan son aile üyesi de öte diyara göç ettiğinde, arkadaş sohbetlerinde komik anılar tükendiğinde, fotoğraf albümleriniz boş kaldığında kaderiniz toza ve ışığa karışmanız için sizi bekler. Ki monotonluktan depresyona girmek ya da feci işkencelerde hapsolmayı içeren alternatiflerin yanında çok da kötü bir son değil sanki.
Supernatural
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-34.png)
Bütün bu olasılıkları bir kenara koyalım şimdi; belki de sadece dindarlıktır bize gereken. İyi ya da kötü insan oluşumuzdan bağımsız, tanrının gözüne ne kadar girdiğimize bağlı olabilir ebedi yerleşim lokasyonumuz. Misal Supernatural’da cennet ve cehennem seçenekleri, tanrının iki dudağı arasında durur.
Cennet bizi gökyüzünün belirsiz katmanlarında bekleyan bir seraptır ve eğer ruhumuz oraya yükselecek kadar hafifse, mutlu anılarımızın içinde gezinirken buluruz kendimizi. Tek kişilik bir cep evren gibi, sonsuz zamanımızda hipnotik bir şekilde salınırız.
Ama olur da cehenneme düşersek, korkunç bir azap alemine hazırlanmamız gerekir. Çünkü değişken doğası ve seviyeleriyle Supernatural cehennemi, Arkham Asylum’dan beterdir. İblisler dahi kaçıp gitmek isterler oradan. Militan bir zorbalığa maruz kalan insanlarsa, yavaş yavaş yeni iblislere dönüşmeye başlarlar. İçinde kemik, kan ve korkudan başka bir şey barınmayan dünyanın en dip noktasıdır Lucifer’in zindanı. Tanrı yazdıysa bozsun!
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-35.png)
Giriş ise araftaki bir delikten gerçekleşir. Ancak yaygın kanının aksine, ortalama insanların gittiği bir yer de bekleme salonu da değildir buradaki araf. Tanrının yarattığı ilk canavarlar Leviathanlar’a özel bir hapishanedir. İçine ışığın sızamadığı donuk ve vahşi bir orman görünümünde, her an canavarların birbirini avlamasıyla gladyatör arenalarından farksızdır da. Öylesine bunaltıcı, delilikle dolu bir mekandır ki orayı görenler için tercih listelerinde, cehennemden sonra gelir adı.
Beetlejuice
![](https://geekyapar.com/wp-content/uploads/2024/12/image-36.png)
Bu sene içinde ikinci filmi de gelmişken hadi en korkunç kabusumuzla da yüzleşelim; ya tahtalı köyün tarifi Tim Burton’ın zihnine benziyorsa? Tanrının ya da kozmik güçlerin işi başından aşkın olduğu için bizden önceki ölülerin insafına kaldığımız, danışacak düzgün bir yetkili bulmakta zorlandığımız ve sonu görünmeyen bir bekleme sırasında harcandığımız bir ahiretle baş başa kalırsak? Baştan savma bürokrasi en korkutucu şey değil midir bütün alemlerde? Daha fenası da ya Beetlejuice’la karşılaşmamız gerekirse?
Ama işler ölüler diyarının bekleme salonunda düzgün ilerlemezse, her zaman çizdiğimiz tebeşir kapıdan geri dönüp evimizin hayaleti olmaya karar verebiliriz. Bu koşullar altında yaşayacağımız nihai zorluk, musallat olacak insanlar bulamazsak canımızın sıkılması olur. O durumda da belki penceremizden sokağı kesmek tatmin eder. Üstelik bu şekilde lavlara atılma tehlikesini de bertaraf etmiş oluruz. Yanma stresiyle uğraşmak istemeyenlere pratik çözümler bunlar.
Sadece bekleme süremiz arttıkça, nereden portal açacağı belli olmayan kum solucanının kursağında geçici bir süreliğine misafir olma tehlikesi büyüyecektir. Bu korku atmayan kalbinize ağır gelecekse üzgünüm, illa ki randevu sıranızı beklemeniz ve sonunun nereye çıktığını bilemediğimiz trene binmeniz lazım. Eh hemen her diyarda bir takım pürüzlerle uğraşmak gerekiyor anlaşılan, şimdiden kolay gelsin hepimize!
Peki ilginizi çeken maddeler neler oldu? Seçeneğiniz olsa hangi ahiretten yer ayırtmak isterdiniz veya var mı aklınızdan geçen başkaları? Yorumlara yazın bilelim!