Bu yazının mevzusu biraz eski bir hikaye, ama bizim için güncelliğini hala koruyor.
2013’ten itibaren Türkiye’de pek çok şey değişti. Ülkenin tarihinde gördüğü en büyük kitlesel hareketlerden birini tecrübe etmesinin ardından her şeyin aynı kalmasını beklemek, zaten naiflik olurdu. Somut değişimler süreç ister, o sebeple değerlendirmek zor; ancak kitlelerin algılarında ve dünyayı okuma biçimlerinde artık farklı bir döneme geçildiğini görmek mümkün. Bu değişim, parçası olduğumuz ama kontrolüne hakim olamadığımız bir tecrübe. Politik geçmişimiz ne olursa olsun, son bir senelik tecrübeler sonucu, gündelik hayatta bazı şeyler kulağımızda artık farklı tınlar oldu, daha da olacak. “Polis” dendiğinde ürperiyor, “biber” dendiğinde kalp ritminiz değişik atıyor, “tape” dendiğinde gülme-haykırma arası bir tepki veriyorsanız hiç endişe etmeyin. Yalnız değilsiniz.
Algılarımız ve tepkilerimiz değişim geçiriyor dedik ya, bu durum popüler kültürle de ilişkimizi etkiliyor. Eskiden çok gözümüze çarpmayan şeyleri bugün gözardı edemez olduk. Sokak çatışmalarını anlatan bir belgesele ilgi duymamız için artık bıyıklı ve her mevsim paltolu solcu abilerden olma zorunluluğumuz yok. Her şeye rağmen apolitik kalmak istesek gene çare yok; üçüncü sınıf bir aksiyon filminde polislerin gaz bombası atmaya başladığını gördük mü bir anda bambaşka bir sürece giriyoruz. Artık tüfeğin hangi açıyla tutulduğu, filmin kalanından daha net akıllara kazınmakta. Uzatmaya gerek yok, herkesin yaşamakta olduklarını yazıyorum, mesajı anladınız.
Bizim popüler kültürle ilişkimizin değişmesi, eskiden çok da önceliğimiz olmayan bazı eserlere yeniden dönüşü zorunlu kılıyor. Bu uzun girizgahın ardından bahsetmek istediğim Occupy Comics, işte bu zamanında kaçırdığımız ama bugün bambaşka bir algıyla tecrübe edeceğimiz eserlerden yalnızca biri.
2011’de ilk olarak Wall Street’te hayata merhaba diyen Occupy Hareketi’ni anlatan Occupy Comics, Kickstarter projesi olarak başlayıp 2011-2013 yılları arasında aralıklı olarak üç sayı çıkmayı başarmış bir antoloji. Her biri 48 sayfalık fasiküllerde hikayeler birkaç sayfa uzunluğunu geçmemekte. Occupy Comics’in hikayeleri, kurgu harikası eserler değiller, ancak dönemin politik atmosferini olabildiğince bilgilendirici bir şekilde yansıtmayı hedefleyen, bir anlamda tarihsel belge niteliğine sahip çalışmalarla karşı karşıyayız.
Peki çizgiroman okumadığı her saat tansiyonu düşen iflah olmaz okurlar Occupy Comics’te neler bulabilirler? Occupy Comics, işin ehli okurların iştahını kabartacak bir yazar-çizer kadrosu barındırıyor. Kapitalizm yok olana kadar şatosundan yıldırımlar fırlatmaya devam edecek olan Alan Moore’u kadroda görmek ilk mutluluğumuz. Moore’un ardından V for Vendetta’nın çizeri yüce insan David Lloyd’a denk geliyoruz. Pulitzer ödüllü Art Spiegelman da varlığını eksik etmiyor. Bu saydığım isimlerin herhangi birinin imzası bile Occupy Comics’in siyasi kimliğini oldukça saygın bir noktaya getirmeye yetecekken; üçünün bir arada oluşu, bu esere inancımı dünyanın yörüngesine duyduğum güvenden fazla bir hâle getiriyor.
Occupy Comics, bizi Amerikan politik çizgi romanının pek çok ağır topuyla yeniden buluşturuyor, ancak projenin asıl önemi, çizgi romanın tanrılarını bir araya getirmesinden ziyade, politik arenada çok da rast gelmediğimiz pek çok tanıdık genç yüzle bizi buluşturmasında saklı. Occupy Comics’in editör kadrosu Godkiller serisinin yaratıcısı Matt Pizzolo ve korku yazarı Steve Niles gibi isimlerden oluşurken, katkıda bulunanlara baktığımızda The Walking Dead’ten Charlie Adlard, The Boys’tan Darick Robertson ve 30 Days of Night’tan Ben Templesmith gibi isimlere rastlıyoruz. Eserlerinde yoğun politika yapmayan, ama politik bilinçlerini hep zekice hissettiren bu sanatçıların, güncel bir siyasi harekette sağlam bir duruş sergileme cesareti göstermeleri takdir edilesi.
Gezi Hareketi ile Occupy Wall Street arasındaki benzerliği dile getirmeye çok gerek yok. Özellikle direniş kültürü ve çoksesliliğe verilen değer, iki harekette de büyük benzerlik göstermekte. Buna rağmen Occupy Süreci, kendi meselesine (meselesinin doğası gereği) daha sınıfsal bir perspektifle yaklaşan bir hareket. Bu sınıfsallığın Gezi’de olmadığını söylemek tabii ki bir haksızlık olur; ancak şahsi fikrim, Occupy Hareketi’nden hala alabileceğimiz bazı tüyolar olduğu yönünde. Occupy Comics’in üç sayısı bende böyle bir izlenim yarattı. Antolojiyi okuyan herkesin ciddi kazanımlar elde edeceği kesin. Hiçbir şey için değilse bile Alan Moore’un sayfalar dolusu anlattığı politik çizgi roman tarihçeleri için Occupy Comics edinilmeyi hak ediyor.
Mühim not: 300 ve Sin City aşığı çizgiromansever arkadaşlar belki Frank Miller’ın projede yer alıp almadığını merak etmişlerdir. Merakınızı gidereyim: Sevgili Miller blogunda yayınladığı Occupy karşıtı yazılar yayınlamış, pek çok çizgiromansever Miller’a tepki olarak Occupy Comics projesinin daha da güçlenmesine uğraşmıştı. Siz siz olun, Frank Miller’ı sevin ama baş tacı etmeyin, ettiyseniz yol yakınken geri dönün. Tarih muhafazakar siyasetin tarihi değil artık. Dark Knight Returns’ün şahaneydi Frank, ama orada da hissettiriyordun, seninle çok yakın bir hukuk kurmak sağlıklı değil.
Mühim not 2: Occupy Comics ile beni ve pek çok çizgiromanseveri tanıştıran Can Yalçınkaya’ya sonsuz teşekkürler.
Mühim not 3: Occupy Comics’ten esinle yola çıkmış, yakın zamanda yayın fırsatı bulacak Gezi odaklı yeni bir proje için: Dirençizgiroman