Yıllardır benim kafamda okunması gereken kitaplar diye bir kategori var. Bunlar yüksek sesle söylediğimde edebiyat bilgimde çok büyük boşluklar olduğuna delalet ediyorlar; bazıları unutulmaz Rus klasikleri (Savaş ve Barış’ı hâlâ okumadım mesela), bazıları modern başyapıtlar (bir Eco’ya dokunmuşluğum yoktur mesela), bazıları da bizim edebiyatımızdan çıkma işler. Ve bu işlerin arasında belki de en önemli yeri tek başına İhsan Oktay Anar tutuyor.
Dedim ya, fecaat bir boşluk bu. Yani ben kendimi karşıdan “hiç İhsan Oktay Anar okumadım” derken görsem ayıplarım; şu an karşınıza hangi cesaretle çıkıyorum onu da bilmiyorum. Ama ortada bir haber var ve bunun iletilmesi gerekiyor. Zira zaten bizim dünyalara çok yakın olan Anar, bizim dünyanın tam merkezinde oturan bir medyuma konuk oluyor bu sefer. Yazarın 1995 basımlı muazzam eseri Puslu Kıtalar Atlası çizgi roman oluyor.
Edebiyat eserlerinin çizgi romanlaştırılması yurt dışında çok sık gördüğümüz bir şey; özellikle NTV Yayınları’nın bu konudaki atılımları sağ olsun pek çoğunu da burada görebiliyoruz. Fakat benim hafızamda yer ettiği kadarıyla, Ömer Seyfettin ve Keloğlan başta olmak üzere birkaç istisna haricinde ilk defa bizim buralardan bir hikaye, bizim buralardan bir çizerin elinde çizgi roman hâline geliyor. Dürüst olayım, bu normalde umurumda olmazdı; ama Puslu Kıtalar Atlası bildiğim ve gördüğüm kadarıyla buram buram bizim buraların kokusuyla gelen bir eser. O yüzden anlayan birine denk gelmesi çok mühim, çok vahim.
13 Mart’ta İletişim Yayınevi damgasıyla raflardaki yerini alacak olan çizgi roman, mazisinde Gırgır, Fırt, Avni, Hıbır ve Joker dergileri bulunan İlban Ertem tarafından çiziliyor. Ertem, bu işe büyük bir tutku, büyük bir emek yatırmış. Yaklaşık dört senedir proje üzerinde çalışıyormuş Ertem ve bu -tam veriyi elde etmek mümkün değil ama- muhtemelen Türkiye’de bir çizgi roman üzerine yapılan en büyük zaman yatırımlarından biri. Eldeki materyal halihazırda bu kadar iyiyken, üzerine bir de böyle bir emek çıkınca, ister istemez merak doluyor insan. Bakalım. 13 Mart’ı takvime işaretledik; bekliyoruz! O dakikaya kadar biraz da olsun gazımızı almak için, İletişim’in hazırladığı teaser videoyu izleyelim mi? Buyurun!
3 Comments
sana düşen küfür yükünü azaltayım madem 🙂 ben okudum ama sevmedim. hem de öyle böyle değil hiç sevmedim. hikaye her ne kadar yerli bir sosa bulansa da klişe geldi, sonunu da ucuza kaçmak olarak algıladım. hele edebiyat yapıyorum ayağına 2 paragraf boyu peşpeşe sıralanmış eski kelimeleri okuyunca yazarın artistik triplere girdiğini düşündüm ve kaç kere bırakma noktasına geldim. kısacası anlatım dilini pek ağırbaşlı ve olgun bulamadım. ama yazar diğer kitaplarında bu huylarından vazgeçtiyse okumak isterim açıkçası. konsept olarak ilgi çekiciydi çünkü. diğer eserlerini okuyan ve beğenenlerden tavsiye alabilir miyim?
İhsan Oktay Anar okumamış bir adamın yazdığı siteyi okumam bir daha.
Mutlaka dizisi yada filmi yapılması gerektiğini düşündüğüm bir romandır. Osmanlı devletinde geçen kaç adet roman var ki bu romanı okumayı es geçtiniz ? Felsefeyle , fantastiğin harmanlandığı çok güzel bir macera kitabıdır. Alt tarafı 230 sayfa bir günde okunup biter. Keşke okuduktan sonra bu yazıyı yazsaydınız. Baştan savma bir yazı olmuş. Osmanlı döneminde halk neler yapıyor , günlük hayat nasıldı bu sorulara tarihçi gözüyle değinilerek bilgiler verdiği için İhsan Oktay Anar ‘a saygılarımı sunuyorum.