Şimdi siz tüm bu ükütücü korku oyunları için Amnesia’yı başlangıç alıyorsunuz ya… O iş öyle değil…
Asya korkutur, bu konuda kimsenin kuşkusu yok sanırım. Evine Silent Hill ya da ilk Resident Evil‘lardan biri girmiş ruhun gece huzurla uyuması mümkün değildir. Gene de bu huzursuz ruhlar da kabul edeceklerdir ki biz oyuncular karakterin silahtan destek bulmadığı, dehşet ve paranoya duygusunun baştan sona süregeldiği oyunlara çok geç denk geldik. Resident Evil pompalı tüfeği, Silent Hill tabancayı alana kadar sürdürdüğü dehşeti sonrasında taşımıyordu. Şahane oyunlardı ama onlar bile ister istemez aksiyonun cazibesine kapılıp gitmişlerdi. Korkmadık mı? Korktuk, ama daha fazla korkabileceğimize ihtimal vermiyorduk. Amnesia ile olaya yaklaşımımız değişene kadar…
Amnesia’nın uluslararası düzeyde getirdiği başarı onu 2000 sonlarından itibaren türün mihenk taşı yaptı, bunu söylemekte bir hata yok. Elde bir paslı levyenin bile bulunmadığı, sadece sönük bir gaz lambası, telefon ışığı ya da mumla mahzenlerde dolaştığımız sayısız oyuna sahibiz bugün, ben bu satırları yazarken kim bilir hangi yeni Amnesia-klonları tasarlanıyor. Artık yeni bir sayfa açıldığı aşikar. Ancak geçen günkü keşfim bana bu sayfanın aslında çok önceden açıldığını gösterdi… Hayır, Amnesia’nın öncülü sayılan Penumbra serisinden bahsetmiyorum. Rotamızı yeniden Asya’ya çevirmemiz gerekiyor.
White Day: A Labyrinth Named School bir Kore stüdyosu olan Sonnori’nin 2001 yılında yaptığı, resmi olarak hiç İngilizceye çevrilmemiş bir oyun (Şu an hayranları tarafından çevrilmiş versiyonlarını bulmak mümkün). Oyunumuz Asya ülkelerinde her yılın 14 Mart’ında kutlanan Beyaz Gün adlı özel bir tarihin arifesinde, bir lise binasında geçiyor. Beyaz Gün denilen olay aslında Doğu’ya özgü bir Sevgililer Günü ve biz de sınıftaki gizemli sessiz kıza abayı yakmış yeni bir öğrenciyiz. Ona sevgimizi göstermek içinbir gece önceden sırasına çikolata bırakmak gibi masum bir planımız var. Ancak biz okula girdikten kısa bir süre sonra kapılar otomatik olarak kilitleniyor ve biz de elde çikolata öylece kalıveriyoruz. Bu mesele İstanbul’da olsa çok sorun etmez, gece boyu şekilde laylaylom geçiririz vaktimizi ama unutmayın, şu an bir Kore okulundasınız ve herkesin bildiği üzere Asya’da okullar hep lanetlidir. Ya bir genç kendini ezik hissedip camdan atlamıştır ya bir başkası tuvalette asılı bulunmuştur. Asya’da okullar okul değil resmen Açlık Oyunları film setidir çünkü. Haliyle böyle okulun hayaleti, şeytanı da bol olur…
Benim olayı makaraya almamı çok önemsemeyin, aslında White Day’in daha ilk dakikalardan farkını gösteren nitelikli bir hikayesi var. Okulun içine başta anlamsızca yerleştirilmiş gibi gözüken karakterler zamanla işlev kazanıyor ve bulunan notlar ürkütücülüğü yerinde besliyor.
Peki oyunumuz nasıl Amnesia öncüsü? Öncelikle White Day bir FPS. Yani bizim aşık oğlanın gözünden olayları görüyor, maceraya böyle giriş yapıyoruz. Bir lise binasında olduğumuz için herhangi bir savunma silahımız yok. En fazla yolumuzu aydınlatmak için kibrit ya da el feneri kullanabiliyoruz o kadar. Ve yoğun adventure niteliğine rağmen oyunda kendimizi savunmamız gereken çok nokta var. Lise binamız huzursuz ruhlar ve psikopat iki adet hademeyle dolu çünkü. Hademelerin neden bizden nefret ettiğini hiç bilmiyoruz ama daha ilk bölümde başka bir öğrencinin bir hademe tarafından dövülerek öldürülüşünü görmek bize bu adamlardan uzak durmamız geretiği mesajını veriyor. Peki nasıl yapacağız bunu? Cevap basit: Kaçarak ve saklanarak. Hademeler bizi gördüklerinde ellerindeki feneri yüzümüze tutup bizi kovalamaya başlıyorlar ki adının hakkını veren labirent gibi okulumuzda bu arkadaşlardan kaçmak gerçekten gerilimi tepeye çıkarıyor.
Asya oyunlarında bile silahsız kalmak bir ilk değil tabii, 2001’den çok önce bu deneyimi Clock Tower serisi ile tecrübe etmiştik ancak White Day’deki model tamamen bugünün Amnesia’sı, Alien: Isolation’ı, Outlast’ında ne dönüyorsa aynısı. İşin içine bir de sinir bozucu ses efektleri girdiğinde oyun tadından yenmez bir hal alıyor.
İlgilenen oyunseverlere şunu belirtmeliyim, White Day zor bir oyun, asla da işleri kolaylaştırmayı hedeflememiş. Her köşeye dağılmış ve çok da göz önünde olmayan eşyaları toplamak, bunlarla bulmacalar çözmek oyunun rutini. Hele ki bu eşyaları başta bulamazsanız aynı koridorları tekrar tekrar gezmeniz ve hademe terörüyle defalarca yüzyüze gelmeniz de kaçınılmaz.
Oyunun yaptığımız seçimlere göre 8 farklı sonu olduğunu da söylemek gerek. Performansa dayalı bir oyun olmadığı için bu sonlar temel olarak bazı diyaloglarda yaptığımız seçimlere dayalı, o yüzden cutscene’leri dikkatlice seyretmeyi ihmal etmeyin (Eğer “gerçekçi” seviyede bitirmek isterseniz oyun sizden bunu iki saat içinde yapmanızı isteyecek ki ilk seferde başarmak neredeyse imkansız, ancak bunun ödülü de farklı bir sona ulaşmak oluyor).
Uzun lafın kısası, korku oyunlarını seviyorsanız White Day: A Labyrinth Named School dam sizin dişinize göre bir iş. Deneyin, pişman olmayacaksınız.