Roman Polanski’nin çocuklarla ilişkilerine dair sübliminal mesajlar içeren Rosemary’nin Bebeği (1968) izlemeye başladığım anda beni germişti. Mia Farrow’un saçları neden bu kadar kısaydı ve kulakları o kadar güzeldi ki? Ayrıca, benim de öyle komşularım vardı. Evde gitar çaldığım için polisi arayan, aidatı bir gün geciktirsem imza toplamakla tehdit eden ve Pazar sabahları matkap kullanan o sarışın kadını hiç unutamam. Neyse, taze bir habere göre Ira Levin’in 1967’de sular-seller olan romanından uyarlanan eser şimdi de NBC’de dört saatlik mini-seri olacak. Terleten sorunun yanıtı ise Zoe Saldana. James Cameron’un çocukken Şirinler izlemesine izin vermeyen annesine bir tribute olarak çektiğine inandığım ancak Gravity için gereken teknolojik altyapıyı sağladı diye yine de gülümseyerek hatırladığım Avatar filmindeki Neytiri’den bahsediyoruz.
Figür 1A Temsili “Hayranım ama ressam değilmişim.”
Öncelikle Jimmy Fallon’ın Rosemary olmadığına sevindim. Sonra, siyahi bir oyuncunun Rosemary olarak seçilmesinin sebebini düşünmeye başladım utana sıkıla. Halle Berry Oscar aldığında, Obama ABD başkanı olduğunda, Jay-Z milyarderler listesine girdiğinde ve Beyoncé bakire evlendiğini açıkladığında da hep utana sıkıla düşüncelere dalmıştım. Sonra yine Zoe’yi düşünmeye başladım. Zoe… Zoe… Zoiiiiy…
Figür 1B Temsili “Kombiyi az daha mı harlasak aşkım?”
Kadim hayali arkadaşım Woody Allen’ı kıskanma sebebim olan kırılgan ve isterik Mia Farrow’un ayakkabılarını şimdi Zoe mi giyecekti? Bu kadın ismini hatırlamadığım hayvanların üzerinde dağlardan tepelere atlayan kuyruklu bir seks sembolü değil miydi? Üstelik… Üstelik Mia Farrow beyazdı. Rosemary de beyazdı.
Figür 1C Beyazıt Öztürk ve Maske’nin köpeği
Kendime tokat attım. Family Guy’ın ex-rahmetlisi, hep gediklisi Brian’ın ne zaman bir siyahi görse havladığı bölümü hatırladım. Anılar gözümün önünde John Nash’e parlayan sayılar gibi parlıyorlardı. Ben bir ırkçıydım. Düpedüz faşistin biriydim ben. Allahsızdım. Zoe’nin hamile hamile Paris’e taşınıp korkunç komşularının iblis-severler olduğunu anlayıp “bebeme lucifer kaçtı” diye haykırdığını önizler gibi oldukça saçlarım elektrikleniyordu resmen. NBC, sen bana ne yaptın? Belki de haberin yalan olduğunu öğrenmek için biraz kaynak araştırması yapmaya karar verdim. Skip atamadığım reklamlar, izlemek istemediğim Judi Dench dolu tanıtım filmleri ve kötü arayüzlerden geçtim. Sonuç değişmemişti; ancak ben değişmek zorunda olduğumu anlamıştım.
İnsanları öncelikle nasıl göründükleri ile yargılamamayı hala öğrenemediğim için aynaya açılı tükürdüm. Tükmük sekti ve alnıma yapıştı. O anda Barış Manço’nun da dediği gibi “bir anda bütün dünyam karardı, o sesle sokaklar yankılandı.” İnsanları etnik kökenlerinden ötürü küçümsememeyi veyahut dışlamamayı beceremediğim için burnuma yumruk attım. Şah iken şahbazlığa geçişimi sol ayağımın serçosunu sehpanın köşesine vurarak kutladım. ABV diye haykırıyordum bütün bunlar olurken. ABV!
Kendimle Bengü’den hallice sürdürdüğüm bu dövüş, hayırlara vesile oldu. Ağzım burnum kan içinde “Taxi Driver” posterinin önüne yığıldığımda sayıkladığım tek bir şey vardı artık: “Rosemary’nin bebeği şeytan değil. İnsan, şeytan olamaz.”