Bilim kurgu çevreleri Selim Erdoğan adını daha önce yayınlanan İkibinseksendört, Trinidad’ın Dönüşü, Denizatı Vadisi ve Gofer Ağacı gibi kitaplardan biliyorlar. Bilimkurgu geniş bir alan. Erdoğan’ın eserleri belki bu türün sert bilim kurgu tarafına yakın sayılabilir. Araştırma tarafı güçlü eserler veren Erdoğan konularının özgün olmasına özen gösteren bir yazar olarak dikkat çekiyor.
Kurbağa Adası yazarın beşinci kitabı. Gelecekte geçen bir öykü olması kitaba bilim kurgusal tarafını veriyor. Ancak kitaba salt bilim kurgu demek haksızlık etmek olur. Öncelikle çok yakın bir gelecek söz konusu. Günümüzden belki kırk, belki elli yıl sonrasından bahsediyoruz. Küresel ısınmanın bugünden hissetmeye başladığımız etkileri artmış. Gıda krizi mutfakları yosun, böcek ya da sentetik gıdalara yöneltmiş. Dünya’da göçler hızlanmış ve Anadolu tarihte defalarda üstlendiği rolü gereği yine kıtalar arası geçit noktası. Göçmen akınları demografik yapıyı değiştirmiş. Öyle ki farklı göçmen grupları arasında zaman zaman çatışmalar yaşanıyor. İstanbul belki birkaç yüz kilometre uzunluğunda tozlu, sarımsı bir şehir artık. Bu uzun, bitimsiz yapı boğaz ve bugünlerde yeniden gündeme gelen kanalla iki kere kesiliyor. Avrupa yakası milyonlarca insanın yaşadığı bir ada. Küresel ısınmayla rüzgarlar şiddetli. Sık yaşanan seller şehrin altını oyuyor. Avrupa yakası John Carpenter’ın 1981 yapımı New York’tan Kaçış’ındaki hapishaneye dönüşmüş adeta. Manhattan’dan farkı İstanbul’un bir anlamda gönüllü hapishane olması. Deprem ve şiddetli rüzgarlar yeni hava alanını çöp dağları ve sokak yarışçılarının yararına sunmuş. Sadece üçüncü köprü ayakta kalmış. Marmaray tüneli bir sabotajla tahrip edilmiş. Su dolu karanlık tünel çete giriş sınavlarının mekanı olmuş.
Üç kişilik bir ailenin hayatını izliyoruz romanda. Ozan, Sibel ve yedi yaşındaki kızları Mina. Bir dördüncü karakter varlığını yavaş yavaş belli ediyor. Sağdan soldan dürtüklüyor aileyi. Bazen geçtiği yerleri eşyasıyla insanıyla denize sürükleyen sel kılığına giriyor, bazen saldırgan bir insan. Kum tanecikleriyle, orada burada çıkan yangınlarla, aniden çöküp üzerinde ne var ne yok yutan zeminle ben de buradayım, asıl kişi benim diyor adeta. Ozan onu görmezden geldikçe daha da öfkeleniyor, camları patlatan fırtınalara dönüşüyor. Sibel belki annelik iç güdüsüyle daha duyarlı. İkisi arasındaki farkın bir çatışmaya dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor.
Kitabın başında kaynayan kurbağa efsanesiyle ilgili bir paragraf var. Bu on dokuzuncu yüz yıl mitine göre içinde bulundukları su yavaş ısıtılan kurbağalar kaynayarak ölene kadar kaçma refleksi göstermiyorlar. Kitabın adı ve bu paragraf, kitap ilerledikçe kurbağanın insan metaforu olarak kullanıldığını ima ediyor. İnsanlar kurbağa mitindeki gibi yavaş yavaş her anlamda ısınan ortama alışıyorlar. Kaynama noktasına doğru metin hızlanıp tam bir gerilim romanına dönüşüyor. Merak ve gerilim son sayfaya kadar artarak devam ediyor.
Roman atmosferi en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Değişen besinler, taşıma sistemi, mimari ve şehir planlama dahil atmosfere dahil edilmiş. Bu da ortaya tutarlı ve etkileyici bir atmosfer çıkartmış. Değişen sosyolojinin değerler üzerindeki etkisi örneğin yüzde bir alkollü içeceklerin üzerindeki helal damgasıyla ortaya çıkabiliyor. Göçmenlerle ilgili tartışmalar, çözülmüş bir toplumda kaybolmuş bir devlet organizasyonunun yerini doldurmaya çalışan irili ufaklı çeşitli inançlardan beslenen tarikatlar günümüz gündemine göndermeler taşıyor.
Kitap asıl karakterlerin çevresinde akarken ara bölümlerle karşılaşıyoruz. Bu bölümlerde yazarın kamerası bir astım hastasının evine, bir çete üyesi adayının erkeklik sınavına, kurbağa avcısı göçmen çocukların bataklıktaki avlarına dönebiliyor. Bu küçük yan öyküler belki de asıl karakter olan felaketin boyutlarına ilişkin ipuçları verirken büyük karanlık tablo okurun zihninde giderek belirginleşiyor.
Kitapla ilgili bir başka ilginç nokta dipnotları. Yazar kurgunun parçası yeni kavramları metne yedirmek yerine dipnotlara koymayı tercih etmiş. Bu dipnotlar bazen yeni bir sözcükle, bazen bir yeni bir teknolojiyle veya kişiyle ilgili olabiliyor. Ancak o kadar gerçekçi kaleme alınmış ki insanın içinde acaba gerçek mi diye gugıllayası geliyor.
Günümüzü ilgilendiren bir başka ve önemli husus kanal. Kitap ilginç bir tesadüf sonucu kanal İstanbul’u yeniden tartışılmaya başladığı günlerde yayınlanmış. Kanal yaratılan atmosferin karanlığını koyultan bir unsur. Duvarda asılı silahın oyun sonunda mutlaka patlayacağı kuralı kitabı okurken kafanızın bir köşesinde sürekli ışıldıyor.
Kurbağa Adası, gerek dilinin sadeliği, gerek ayrıntılı, zengin tasarımı, gerek olay kurgusuyla insanı içine çeken, karanlık atmosferini iliklerinize kadar hissettiren, son derece başarılı ve o ölçüde korkutucu bir kitap. Bir başka açıdansa lifleri bugünden insanlar tarafından ilmek ilmek dokunmakta olan canavara karşı çok güçlü bir uyarı.