Merhaba sevgili geekler. Mahallemizin sempatik Şeytan’ı Lucifer’dan bahsetmeyeli epey oldu, ne dersiniz? Dizi epey badireler atlattı; Fox tarafından üç sezon sonunda iptal edildi, derken Netflix tarafından kurtarıldı. Geçen ayın başında dördüncü sezonuyla geri döndü. Hem de ne dönüş! Lucifer ekranlara öyle bir döndü ki diziyi başından beri severek takip eden biri olarak neye uğradığımı şaşırdım. Sezonu yeni bitirmemin ve beşinci sezonun duyurulması şerefine oturdum bilgisayarımın başına. Gelin beraber inceleyelim, bu sezon neler atlatmışız.
Spoiler Olmadan
Spoilersız kısmı çabucak geçmek isterim, zira sezonda olan biten her şeyden konuşmak istiyorum.
Bir kere kabul etmek gerek; Lucifer hiçbir zaman kendini ciddiye alan bir dizi olmadı. Polisiye dizilerinin en yaygın formüllerinden olan “yakışıklı serseri adam ve kuralcı kadın” formülünün üstüne iki melek muhabbeti, iki dini gönderme derken yaklaşık üç sezon komple bu şekil gitti.
Yanlış anlamayın, bunu kötüleyici bir eleştiri değil; aksine, diziyi tam da bu nedenle seviyordum. Kendini ciddiye alan dizilerin altın çağındayız ve bu biraz yorucu olabiliyor. Etraf Game of Thrones, The Handmaid’s Tale ve Mindhunters gibi başyapıt seviyesinde dizilerle doluyken Şeytan’ın Los Angeles’ta dedektiflerle takılması bir nevi mola tadında. İster yemek yerken, ister bir grup arkadaşla tartışarak, isterseniz de tüm dikkatinizi vererek izleyin; her şekle uygun çerezlik dizi. Muazzam.
Bu sezon ise epey farklı. Moladan çıkıp sağ şeritten sola geçmiş, hatta otobanda 200’le giden bir hava var. Ben bu etkiyi Netflix’e bağlıyorum, ki bundan birazdan bahsedeceğim. Ancak şunu söyleyebilirim ki eğer dizi Fox’ta devam etseydi bu noktada olmazdı, bundan eminim. Dizide hali hazırda var olan, ancak kendini ciddiye almadığı için kullanılmayan malzemelerin hepsi kullanılmış. Bu sayede de dizinin en iyi sezonu yaratılmış. Hem esprileri hem de karanlığı bol bir sezon ile Lucifer bir kademe yükselmiş diyebiliriz.
Yazının devamında tüm sezonlardan seçmece spoilerlar var. Eğer izlemediyseniz yazıyı burada bırakmanızı tavsiye ederim.
Spoiler Saça Saça
Bu sezon dizi polisiyeden ağırlığını çekmiş durumda. Cinayetler daha hızlı çözülüyor, böylece davayı takip etmek yerine dizi içindeki karakterleri ve onların sorunlarını daha derinlemesine tanıyoruz. Bu değişim herkesi tatmin eder mi bilemem. Zira yazımın başında bahsettiğim üzere Lucifer aslında biraz çerezlik bir dizi. Polisiye görmek isteyen için davaların çözülmesi, önceki sezonlara göre hafif kalıyor.
Üçüncü sezon çok kilit bir noktada bitmişti hatırlayacak olursanız: Chloe, Lucifer’ın Şeytan Yüzü’nü görmüştü. Dizi, dördüncü sezonunda bu noktadan çok güzel ilerlemiş, merkeze Chloe ve Lucifer’ın ilişkisinin koymuştu. Kıyaslamak için önceki sezonları hatırlayalım isterseniz. Daha önceki sezonların finalinde olan olayların bir sonraki sezon üzerinde etkisi çok azdı. Mesela birinci sezonun sonunda “Biri Cehennem’den kaçmış” dediklerinde meraktan çatlarken ikinci sezonda birkaç bölüm hariç bunun çok bir etkisini görmedik; normal bir polisiye izledik adeta. Bu sezonda ise Chloe’nin Lucifer’ın Şeytan halini görmesinin olabilecek etkileri tüm sezona yayılmıştı ve inanın bana bu tam da yerinde bir karar olmuş.
Genel olarak sezonu kaplayan hikaye örgüsünü ve hikayenin akış hızını beğendim. Chloe’nin Lucifer’a ihanet edişinin nedeni şaşırtıcı olsa da anlaşılabilir. Zira Şeytan’ın ta kendisini görsek biz nasıl bir tepki verirdik tahmin edemeyiz. Bununla birlikte beraber geçirdikleri zamanı düşününce eninde sonunda Chloe’nin Lucifer’ın iyiliğine inanmasını ve ihanetten vazgeçmesini bekliyorduk -ki çok geçmeden bu da oldu. Bu konuyu uzatmamış olmaları doğru olmuş şahsen, yoksa kabak tadı verebilirdi. Aynı şekilde Lucifer’ın Chloe’nin olası ihanetini öğrendikten sonra çökmesi ve güvenini kaybetmesi, ardından Eve ile olan ilişkisi de hikaye akışına uygun, işleniş hızı da gayet tadında.
Dizinin son iki bölümü sezon boyunca işlenen bütün düğümlerin çözüldüğü nokta. Eve ve Lucifer’ın ilişkisinden tutun, ilk bölümlerde karşımıza çıkan kehanet, bir yandan Maze’in yalnızlığı, diğer yandan da Linda ve Amanadiel’in yarı melek çocukları derken sezon boyunca işlenen her konu son iki bölümde bir yere bağlanıyor. En nihayetiyle Lucifer’ı tamamen Şeytan olmuş haliyle görüyoruz ve buradaki efektler de tam da beklentiyi karşılayacak cinsten, söylemiş olayım. Üç sezon boyunca Şeytan’ın korkutucu tarafını, sadece insanların verdiği tepkiyle görmüştük. Sezon finalinde ise Şeytan’ın tebaasına verdiği ayarla kendisinin gerçekten Cehennem’in tek hükümdarı olduğunu hatırladık. Baş rolünde Şeytan’ın olduğu bir dizide bir nebze olsa da şeytanlık görmeyelim mi?
Gelelim dizinin en yeni karakterine, Eve. Nokta atışı, tam olması gereken yerde bir anda Cennet’ten kopup gelen Eve, diziye renk katmış. Bir kere belki de Tom Ellis’ten sonra dizideki en doğru oyuncu seçimi, bir insana bir rol bu kadar mı yakışır?! Lucifer ve Eve, Şeytan ve ilk günahkar; hikaye zaten kendini yazıyor. Kendi benliklerini serbest bırakmaya ihtiyacı olan iki karakter bir araya gelince, bir de bu çift deyim yerindeyse tarihteki ilk günahkar çift olunca, zaten ipler kopmuş. Chloe’nin dizideki yerini sorgulatacak kadar da yakışıyorlar üstelik. Fakat her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, bu ilişki de bitiyor. Ayrılıkları sonucu Eve kısa süreliğine kötü adam koltuğuna otursa da oradan çabuk kalkıyor ve sezon finalinde kendini bulma yolculuğuna kendi başına devam etme kararı alıyor.
Kısacası sezonun temel örgüsünde nedenini sorguladığımız bir açık olmadığı gibi temposu da gayet yerinde, ki hiçbir sezonunda bu kadar geniş bir hikaye anlatmayan bir dizi için bu büyük bir başarı. Son iki bölümde de art arda darbeyi vuran dizi güzel ve merak uyandırıcı bir sonla sezona noktayı koymuş.
Netflix Etkisi
Dizinin bu seviyeye taşınmasında Netflix’in büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Öncelikle Netflix’in dizi yapımcılarına genel anlamda verdiği özgürlük hep konuşulan bir konu. Fox gibi bir televizyon kanalından Netflix’e geçen bir dizinin konuyu ele alışında farklılıklar görmek çok doğal. Netflix’in bu etkisini hem polisiye hikayelerde hem de karakterlerimizde görüyoruz. Fox’tayken cinayetler ya kişisel ya da en fazla uyuşturucu çeteleri hakkındayken bu sezon insan ticareti ve sistemsel bozukluklar hakkındaki içerikler dikkat çekiyor.
Dördüncü sezonda artık üç sezondur tanıdığımız karakterlerle daha fazla vakit geçiriyoruz. Bu sezonda her karakter öyle ya da böyle bir gelişim sürecinden geçiyor. Geçen sezonlarda Lucifer hariç elle tutulur bir karakter değişimini sadece Maze için gördük misa. Charlotte Richards’ı da sayabiliriz ama o da zaten hakkı rahmetine kavuştu. Bakın ana karakterlerden olan Chloe bile üç sezon karakter gelişimi olarak kılını kıpırdatmadı. Bu sezon dizide adı geçen her karakterin yaşadığı bir değişim var maşallah. Ella’dan tutun Dan’e, Amanadiel ve Linda için bile ciddi bir hikaye arkı düşünülmüş. Bu da diziyi iyice zenginleştirmiş. Açıkçası artık Chloe’nin triplerinden sıkılmış seyirci için diğer karakterlere de artık daha fazla yer verilmesi, vahada bulunan bir içim su gibi.
Lucifer’ın karakter gelişimini ise ayrı bir beğendim, son üç sezondaki değişimin iki katı neredeyse. Mesela fark ettiniz mi, Lucifer bu sezon babasından neredeyse hiç bahsetmiyor. Normalde her konuyu babasına bağlayan Lucifer, bu sezonda kendi psikolojik problemlerini babasına yöneltmek yerine kendine yönelterek çözüyor. Her ne kadar bir anda depresyona girip yine bir anda çıktı gibi gözükse de aslında dizide Lucifer’ın bu ruh halinin etkilerini görüyorduk. Tek fark, bunun o kadar da net ve derinlemesine konuşulmamasıydı.
İlk kez Lucifer’ın kendini reddetmeyip kişisel gelişimi kabul edişini görüyoruz. Bu Netflix’ten kaynaklı da olabilir, zira bilirsiniz Netflix sever bu konuları. Kimden gelirse gelsin, on numara beş yıldız bir karar. Sonunda Lucifer’ın bir gidip bir gelen fiziksel değişimi babasından çıkıp kendi sorunlarına bağlanmış, böylece bizim aklımızdaki soru işaretleri de giderilmiş.
LGBTQ+ topluluğundan karakterlerinden tutun farklı ırklardan aktörlerle çalışması ve çoğu bölümde Bechdel Testi‘ni geçmesiyle Lucifer, zaten günümüzün standartlarına uygun bir yapıdaydı. Netflix’in en büyük etkisi de dizide var olan çeşitliliği öne çıkarmak olmuş. Örneğin; Lucifer ve Maze’in biseksüel olduklarını biliyorduk (panseksüel de olabilirler bu konuda eksiğim varsa affola). Fakat bu, hep bir espri konusu oluyordu. Bu kez Maze’in Eve’e karşı ciddi duygular beslemesiyle heteroseksüel olmayan ilk çiftimizi görüyoruz, daha doğru deyiş ile ilk çift adayımızı.
Amanadiel ise dünyada geçirdiği dört yılın ardından ilk kez ırkçılık ile karşılaşıyor. Bu durum biraz trajikomik, zira Amanadiel bunca yıl siyahi olmakla ilgili bir sorun yaşamamışken ne hikmetse dizi Netflix’e geçince ırkçılık suratına tokat gibi yapışıyor. Polis şiddeti, uyuşturucu çeteleri, siyahi gençlerin yaşadığı problemler derken Netflix kamu spotunu yerleştiriyor. Eğer konu sırf burada kalsa rahatsız edici ve gereksiz olabilirdi, fakat Amanadiel’in Caleb’ı kaybetmesi gözündeki pembe gözlükleri kaldırıp ona Dünya’nın aslında o kadar güzel bir yer olmadığını gösteriyor. Amanadiel’in karakter arkı için bu, önemli bir mihenk taşı; yani anlayacağınız Netflix’in kamu spotunu yerinde olmuş.
Özetlemek Gerekirse
Kısaca belirtmeliyim ki Lucifer’ın dördüncü sezonu, Netflix’in de katkılarıyla, dizi için çıtayı bir üst noktaya taşımış. Sezon finalinde Lucifer’ın Cehennem’e dönmesi ve beşinci sezonun da son sezon olmasıyla son sezonu iple çekiyorum. Netflix’e göre dizi hak ettiği son ile ekranlara veda edecek. Gerçi Netflix’in dizilere koyduğu nokta pek de iç açıcı olmayabiliyor her zaman; bu yüzden dizinin, o sonu hak edip etmediğini biz seyirciler karar veririz. Neyse ki apar topar bir son hazırlama gibi bir planları şimdilik yok; son sezonun beklenen yayın tarihi 2020 zira. O zaman Tom Ellis’in de son sözüyle konuyu kapatayım ve bekleme moduna gireyim şimdiden: “See you in hell!”