Evveliyatla şu başlıktaki kareli parantez içerisinde duran ibareyi açalım: Şimdi izleyebileceğiniz filmler demek; DVD, Blu-Ray ve bilumum dijital araç ve gereç aracılığıyla ya da Digiturk, D-Smart, Tivibu gibi platformlar üzerinden izleyebileceğiniz, yeni çıkmış filmler demek. Yani bu akşam izlemek için yeni bir film arıyorsanız, size öneri olabilecek filmler. IMDB’nin “Watch Now” segmenti var ya, hah, işte oradaki filmlerin eleştirileri olarak düşünün bunları. İlk konu mankeni de Jack Ryan: Shadow Recruit.
Aslında oyuncuların aşina olacağı bir kaynaktan geliyor Jack Ryan. Kendisi Tom Clancy’nin Amerikanize ve Clancify edilmiş James Bond’u. Daha önce defalarca sinemaya da aktarıldı, üstelik kendisini üç farklı oyuncu oynamıştı bu dakikaya kadar. Sean Connery’nin yılmaz bir İskoç aksanıyla Rus Yüzbaşı Marko Ramus’u oynadığı 1990 tarihli The Hunt for Red October (Kızıl Ekim) filminde Ryan’ı Alec Baldwin canlandırmıştı. 1992’de Patriot Games (Tehlikeli Oyunlar) ve 1994’teki Clear and Present Danger (Açık Tehlike) filmlerinde ise bayrağı Harrison Ford devralmış, son olarak da 2002’deki The Sum of All Fears (En Büyük Korku) filminde ise Jack Ryan’ı Ben Affleck oynamıştı. Şimdi ise Star Trek’ten tanıdığımız Chris Pine var başrolde. Peki olmuş mu? Yani her şeyi geçtik, Chris Pine Jack Ryan rolüne oturmuş mu?
Buna karar vermeden önce, filmin en büyük derdinin altını çizmek gerekiyor. Jack Ryan, filme LSE’de İktisat okuyan bir genç olarak karşımıza çıkıyor, 11 Eylül saldırıları olduktan sonra da gidip savaşmak için Amerikan ordusuna başvuruyor. Savaşta yaralanan Ryan, zekası nedeniyle CIA tarafından ekonomik durumları gözetleyecek bir analist olarak işe alınıyor. 10 sene bu işi icra ettikten sonra da, kendisini Rus kaynaklı bir ekonomik / terörist saldırı yüzünden tekrar sahalarda buluyor.
Film, eski Jack Ryan filmlerinin aksine terörü birincil problem olarak çıkıp karşımıza çıkarmıyor. Daha ziyade, Rusya’nın Türkiye üzerinden geçecek doğalgaz hattına karşı yaptığı ekonomik bir saldırının altı çiziliyor. Evet, bu saldırı aynı zamanda Manhattan’da yüz binlerce kişinin canını alacak bir terörist saldırıyla da destekleniyor, fakat ana mevzu hep ekonomik düzlemde konuşlandığı için Chris Pine’ın Jack Ryan’ı James Bond / Jason Bourne veya Jack Bauer gibi aksiyonun direkt göbeğinde olmuyor. Daha ziyade parçaları birleştirme ve gözlem yeteneğiyle ön plana çıkıyor. Ya da en azından, film sizden buna inanmanızı istiyor.
Bu bağlamda Pine başarılı. Savaş yaralısı bir analistten, saha ajanına dönüşüşünü ufak mantık sarsılmalarıyla atlatıyorsanız, bunun sebebi çoğunlukla Pine. Wall Street’te teröristlere aktarılan paraları denetleyen bir adamdan, ilk saha dövüşünü yaşayan adam olma evresine güzel geçiyor Pine. Zaten etrafı da iyi oyunculuklarla süslü, hem Costner, hem Knightley, hem de Branagh Pine’a nokta atışlarla güzel destekler çıkıyorlar.
Bu bizi baştaki mefhuma götürüyor: Peki film olmuş mu? Bunu söylemek zor. Shadow Recruit’in şöyle ilginç bir günahı var. Eğer ajan filmlerini -benim gibi- çok seviyorsanız, filmin bazı eksiklikleri gözünüze çok batacak. Örneğin Ryan’ın parçaları birleştirdiği sahneler çoğunlukla izleyiciyi arkasında bırakıp ilerleyen türden anlar olarak çıkıyor karşımıza. Filmin berbat kurgusu sağ olsun, sahne geçişleri bizi filmin sürecinden çok kopartıyor. Her casus filmi bir noktada izleyiciden bir inanç sıçrayışı yapmasını ister, ama Shadow Recruit yer yer işin tezeğini çıkartıyor.
Öte yandan, ajan filmlerinin kalıplarına öylesine tutkulu bir bağla sadık kalıyor ki (şu yazıda bahsetmiştik bu klişelerden), bu tür filmleri sevmeyenlerin Shadow Recruit’te yeni bir şeyler bulmaları çok zor. Skyfall’ların, Bourne’ların olduğu yerde, Jack Ryan: Shadow Recruit masaya yeni bir şey koyamıyor; dolayısıyla türün dışında kalan izleyici kitlesinin olası bir devam filmine geri dönmesi için hiçbir sebep yok, hatta dürüst olmak gerekirse, bunu da izlemek için pek bir sebebe sahip oldukları düşünülemez.
Ama Shadow Recruit’in ilginç bir artı noktası da var: Film sürükleyiciliğini hiç elden bırakmıyor. Bazen konuyu anlatmakta güçlük çekiyor olabilir, bazen kurgusu sizi filmin dışına iteliyor da olabilir, ama genel itibariyle filmin başından girip sonundan çıkmakta zorlanmıyorsunuz. Bu yüzden film kendisine bambaşka bir kategori buluyor; ne ajan filmlerinin gediklileri, ne de türle alakası olmayanlar ayırt etmeden; herkesin baştan sona kadar sıkılmadan, ama bir yandan da çok aşırı bir seyirlik keyif de kazanmadan izleyebileceği bir film olarak konuşlanıyor.
Yani uzun lafın kısası, bu akşam izleyecek, çok da beyin hücresi yakmanıza sebep olmayacak bir film arıyorsanız, Jack Ryan: Shadow Recruit önerimizdir. Ama yok, ben ajan filmlerinin piriyim, artık gelemem ortalama filmlere; ya da ben ajan filmlerini çok sevmem, sadece en iyilerini izlerim diyenlerdenseniz, Skyfall’ı tekrar izlemekten başka çareniz olmayabilir.