Çoğumuz sinemayı hayatımızın bir parçası haline getirmeye çalışıyoruz. Perdeye yansıyan ya da ekranda oynayan filmleri biliyor, anlıyor, konuşuyor olmak hoşumuza gidiyor. İzledikçe seviyor sevdikçe daha fazlasını merak ediyoruz. Önce filmleri sonra oyuncuları ve yönetmenleri kültür dağarcığımıza ekliyoruz. Bu yazının ve devamında yazmayı umduğum yazı serisinin amacı diğer 6 sanat dalını içinde barındırabilen yedinci sanat olarak onurlandırılan sinemaya duyulan merakı dindirmeye ve geliştirilen kültüre katkı sağlamaya yönelik.
Sinemanın kendine has bazı gelenekleri vardır. Bunlardan en zevklilerinden biri cameo sahneleri olsa gerek. Cameo’yu geek dünyası az çok tanır. Geek gündeminin gözde filmlerinden sık sık karşılaştığımız karşılaşmayınca panik olduğumuz bir sinema oyunudur çünkü cameolar. Gelin şimdi cameonun ne olduğunu, nasıl olup da sinemanın vazgeçilmez zevklerinden biri oldu onu inceleyelim.
Başarılı bir iş yapıp ses getirdikten sonra kamera önünden kaçınmak bir yönetmen için zor bir tutumdur. Özellikle internetin yaygınlığı öncesi dönemde yönetmenlerin sinema sever gözünde isimden başka şekilde canlanamaması sanatçı egosuna sahip bir insana rahatsızlık verebilecek bir durumdu. Bu veya başka nedenlerle bazı yönetmenler filmlerinin bazı sahnelerinde kendilerine yer veriyordu. İşte bu eyleme cameo ismi veriliyor. Cameo yöntemini ayrıca yüzyıllardan beri resim ve kitaplarda kullanılan kendini katma tekniğinin sinema karşılığı olarak tanımlayabiliriz.
Sinema tarihinin en ikonik yönetmenlerinden Alfred Hitchcock sinemaya gerilim türünden fazlasını kattı. Bunlardan biri cameo tekniğiydi. İngiliz yönetmen üçüncü uzun metrajlı filmi The Lodger: A Story of the London Fog’un (1927) 5. dakikasında sırtı kameraya dönük şekilde bir ofis çalışanı olarak filmde kendine yer vererek sinema tarihinin ilk kasıtlı cameo sahnesini çekmiş oluyor. Yönetmenin repliğinin olmamasının yanı sıra kameraya da sırtının dönük olması bize cameoyu ilk kullanış amacının tanınma tutkusundan ziyade filmlerine duyduğu tutku olduğunu düşündürüyor. Bu sahne Hitchcock’un tek cameosu değildi elbette. İlerleyen yıllarda çektiği filmlerde bir kısmı daha uzun ekran süresine sahip cameolar çekiyor ve oynuyor. Yönetmenin imza attığı Psycho‘dan Birds‘e 57 filmden 40’ında cameo oynadığı biliniyor. Diğer 17 filmde cameo kullanmaması, o filmleri damgalayacak kadar benimsememiş olması ihtimaline ortam bırakıyor.
Alfred Hitchcock’un bu buluşu seyirciler için kısa zamanda bir oyun haline geliyor ve cameo kullanımı aranan ve sevilen bir teknik olarak sinema kültürüne işleniyor. Hal böyle olunca cameonun kullanımının diğer yönetmenler arasında yayılması da gecikmiyor; Martin Scorsese, Steve Martin, Roman Polanski, Peter Jackson gibi başarılı yönetmenler kendilerine cameo sahneler yazıyolar. Ama herhalde bu tekniği en benimseyen yönetmen Quentin Tarantino oluyor.
Quentin Tarantino ilk filmi Reservoir Dogs‘un düşük bütçesine katkıda bulunmak için yardımcı rollerden birini kendi üstleniyor. Kendi filminde yer almak Tarantino için zevkli bir durum olmuş olacak ki Reservoir Dogs filmindeki rolü olan Mr. Brown’un sahneleri kendi filmlerinde göründüğü tek sahneler olarak kalmıyor. Kısa süre içinde sinema dünyasında üne kavuşan yönetmenin mali durumu düzeldikten sonra da Tennessee’li asi yönetmen, çekmiş olduğu 10 filmde de kendine küçük çaplı roller yazıyor. Tarantino’nun tekniği böylesine benimsemesi cameonun 90’lar sonrası sinemaya da taşınmasına yardımcı oluyor. Tabii mevzu bahis Tarantino olunca cameoları da ilginç bir özelliğe sahip oluyor: Tarantino’nun oynadığı cameo rollerin hemen hemen hepsi yer aldıkları o kısacık sahnelerde haşat edilip öbür dünyayı boyluyorlar.
Sinema sektöründe ya da sinemanın dokunduğu diğer sektörlerde onca değerli kişi varken cameonun çerçevesi yönetmenlerden kayda değer herhangi bir kimseye kadar genişliyor. Ayrıca cameo kullanımı sinemadan televizyonlara, video oyunlara sıçrıyor. Birçok yönetmen, yazar, benzer rolü daha önce üstlenmiş oyuncu, yapımcı ve hatta bunların akrabaları bazı yapımlarda cameolarda yer alıyorlar. Tony Stark’ın modern haline esin kaynağı olan Elon Musk‘ın Iron Man 2‘deki cameosu veya Domino Harvey‘nin kendi hayatından esinlenilen Domino filmindeki cameosu güzel birer örnek. Ancak bu durumun en büyük örneğini tahmin edeceksinizdir. Erken sinemada cameonun ününü Alfred Hitchcock sağlarken modern sinemada Quentin Tarantino bu ünü taşıyor ve günümüzde ise elbette Marvel’ın babası kabul edilen, birçok karakterin yaratıcısı olan Stan Lee cameoların bilinen yüzü oluyor. Stan Lee örneği cameoların bir başka kullanılış sebebi olan hürmet göstermenin en güzel örneği de aynı zamanda.
Yalnız Stan Lee’yle beraber, cameonun günümüz sinemaseverleri ve geekleri arasında yayılırken ortaya bir anlam karmaşası çıktı. Cameo terimi, kurgu karakterlerin yapımlar içindeki imalarından ya da kısa görüntülerin bahsedilirken de kullanılıyor. Bu yanlış bir kullanım, bahsedilen durumların referans olarak adlandırılması gerekiyor.
Cameo hakkında kafa karıştıran durumlardan bir diğeri ise yönetmenlerin kendi filmlerinde bizzat ana veya yardımcı roller üstlenmesi. Örnek vermek gerekirse Woody Allen‘ın kendi filmlerinde sıklıkla başrol oynaması bir cameo değildir, Tarantino’nun Reservoir Dogs filmindeki sahneleri için bile -bir hayli az olsalar da- cameo tanımını kullanmak yanlış olur. Cameo başta yönetmenler olmak üzere yapımlarla uzaktan yakından ilgisi olan kayda değer insanların yapımın içinde şöyle bir kendini gösterip sahneyi terk etmesidir.
Cameo üzerine benim söylemek istediklerim bu kadar. Umarım bu dönem sık sık karşılaştığımız bu sinema oyunu hakkında sizlere yeterli bilgiyi sağlayabilmişimdir. Sorularınızı ve hoş muhabbetinizi yorumlarda bekliyor olacağım.