Yazan: İdil Topal
Merhaba Alem-i Geek’in güzel insanı, umarım iyisindir. Yazıya bu büyük puntolarla bir çatı dikmem ve bacasına iliştirdiğim ipucu görselden ötürü şimdiden birbirimizden uzaklaşmaya başlamışsak dahi iyisindir, umarım. Ve belki önceki cümlenin seni ikinci tekille yazıya buyur etmesine veyahut malum bir romana üstünkörü yapılmış bir göndermeye ayağın takılıp sendelediğinden ötürü şu an arkamdan gelip yetiştin bana. Güzel.
Etrafını bir müddet flulaştırmaya çalış: Devamlı yukarıdan kafasını sarkıtan bildirimlerini, gürültülü bir ortamın boğuculuğunu, yanında sürekli konuşan kişiyi/kişileri, yan odadan sana seslenen birilerini, göz ucuyla izlemeye devam ettiğin filmini vesaire. Çünkü esasen senin de konuşabilmeni diliyorum. Lakin şartlardan dolayı maalesef seni tahmin etme haddini göstererek senin adına birtakım reaksiyonlarda bulunmamdan rahatsızlık duymayacaksan çok memnun olurum. Ayrıca senden ricam; zihninin arka kablolarında durmaksızın metastaz yapan katran yoğunluğunda basit devre düşüncelerden; anlık sıkı düğümlerinle kurtulmaya çalış. Çok uzun sürmeyecek merak etme. Onlar ister istemez gevşeyecektir, gevşemeye de devam ediyor.
Dikey büyüyen b/eklentilerimizi düşünmeyi ve pek tabi bu düşünmeme eylemini düşünmeyi de bırakman tavsiyesinde bulunacağım. “Bırakmak, nasıl ki?” diye soracaksın bana. Haklısın. Benden bir tanım, bir reçete bekleyeceksin. Ben de soruyu geçiştirme acizliğimden ve bir girizgahta bulunma yükümlülüğümden dolayı “Kadın olmak, nasıl ki?” diye soracağım sana. Sen cevabındaki kelimeleri lineer anlama söküp çıkarıp koymaya başladığın an ben seni durduracağım nazikçe.
Çünkü diyeceğim; kimi hikaye anlatıcısı, kedinin ipli topun peşinden kovalaması gibi cevabı ister, tanımı ister, şeritler çekmek ister. Ve bu kimi hikaye anlatıcısı; bu birbirinin içine geçmiş, X’in tarif edilebilmesi için Y’nin de denklemde yerini alması ve Y’nin bulunabilmesi için X’in de düşünülmesi gereken aritmetiği dahası son tahlilde bu iki harfin, iki farklı harf olmasıyla beraber aynı problemin aynı demokratik pozisyonlarında oldukları hakikatine çoğu zaman teğet geçer veya belki hiç yaklaşamaz. Kadın olmayı bir “kimlik” haline getirmeye varacak kadar bir çukur kazmaya dönüşür bu olay.
Çıkan toprağın aslında açılmakta olan bu çukura tekrar dolmaya çalıştığını göremez. Kadın olma halini ve kadınlık gibi kavramları, bir başka suni kaba da “erkek” kimliğini koyarak miktarlarını mukayese edip genellemek ister. Sen de “E peki bu doğru mu, yanlış mı?”, ”Sağlıklı sonuçlar çıkar mı her daim?” diye dalgalanıp benden biraz daha uzaklaşmaya devam edeceksin. İki nota arası bir es vakti gelecek o sırada.
Kimi hikaye anlatıcısı da diyeceğim, eline ilk gelen ve üstünde “kadın” yazan yapboz parçasını alır; kenarlarını, köşelerini ve kıvrımlarını iyice yoklar, hissetmeye çalışır ardından gelecek diğer parçalarla ilişkisini yoklayabilmek için. Kişiye hem parça parça bakabilmesini hem de biraz kafasını kaldırıp bütünü görebilmesini sağlayacak bir ‘denkliktir’ arayışı. İnsanın ciğerlerinin kaburgasında bilendiği her anın bir varsayım üzerine devam edebiliyor olması gibi o da kadınlık durumunu öncül varsayım, parça olarak alır bu ve genleştirmeye devam eder yapbozunu.
Bu genleşmenin yapısı, bir çemberin üzerindeki her noktanın merkeze eşit uzaklıkta bulunması gibidir. O bahsettiğim merkez de insan olma halidir işte. İnsanlık. Ve kimlikleri ve tasnifleri ve mukayeseleri ve mütekabiliyet şartlanmalarını kendine doğuştan bir koltuk değneği görüp doğrulmaya, ayağa kalkmaya çalıştığın bir vaziyet-i haldir bu. O yüzden sana söylediğim “kadın olma hali”noktasıyla yaratılmaya başlanan bu çember; sayısız ve esasen oluşumuyla uzamsız, boyutsuz noktalardan oluşur.
İnsanın karanlığından, aydınlığından, yalnızlığından, tutkularından, zaaflarından, yanılmışlıklarından, körü körüne inanmışlıklarından, toplumundan, coğrafyasından, zamanından, aidiyetlerinden, alışmış olduklarından, güçsüzlüklerinden, dayatılmışlıklarından, yolculuklarından, vedalarından, pes etmelerinden, pişman olduklarından cesaretsizliklerinden, dostlarından, komşularından, korkusundan, hayaletlerinden, ilham aldıklarından, kahramanlarından, umutlarından ve isimlerinden ve aşklarından ve sevgisinden oluşan bir çember. Bu çember öyle ki kendi labirentine inerken tamamlayabilirsin onu. Ve asla, tek başına değil.
Yani diyorum ki, bize durumu anlatırlar o hikaye anlatıcıları. Ne yargılarlar ne de yüceltirler. Bir yerlerde saklı metaforik bir ana fikir kaygısı elbette olabilir lakin amaçları seni katılaşmış, soğumuş çeperlerin içine hapsetmek değildir. Soluyan,yaşayan bir evrende gezdirirler seni. Kurgusal ışınları hayal gücünün prizmasında kırılıp sayısız yöne dağılacak ve senin şu an içinde bulunduğun “gerçek” evreni kuşatabilme kanaatinde bir evren.
Ve bütün bunları konuşurken bir kütüphanede dolaşıyor olacağız belki seninle. Halihazırda okuduğun, alıp da hala okumadığın, yarım bırakıp da bir kenara attığın, ilerde okumayı düşündüğün kitaplar özel olarak dikkatini çekecek. Sonra ortalıkta bir köşeye kurulup da çoktan henüz seçtiği kitabın epey bir sayfasını devirmiş olanların ve bakmış olduğu kitapların kapak tasarımlarını, puntolarının büyüklüğünü, arkasında yazanları ilgi çekici bulmadığından tozlu rafları karıştırmaya devam edenlerin ve daha kısık sesle konuşmamızı tembihleyen bakışlar atanların yanından yavaşça geçeceğiz.
Devamında göz hizana denk gelmesini şanslı sayacak bir rafın yanında ayakların duraksayacak. Aynı doğrultuda kitapları inceleyen biri biraz kenara kayıp senin de rahatça yakından bakmana alan tanıyacak o sırada.Sonra acele edercesine raftan çekip çıkardığın kitabı bana göstererek bu kitap mı diyeceksin, bütün bu konuşmamızın başlangıcı, o evrenlerden bir tanesi. Evet diyerek gülümseyeceğim. Bu evrende bir yer var, içinde bir mezarlık. Sana yeniden doğmanı salık veren bir mezarlık.
Orası, Atuan.
Şimdi seni rahat bırakayım diyeceğim kütüphaneden çıkarken. Çünkü aradan zaman geçse dahi belki kaçıncıya dolaşmak isteyeceksin o evrende yahut benim sana halihazırda vermiş olduğum seyahatnameye rağmen orayı kendin keşfe çıkma heyecanına kapılacaksın. Ya da üçüncü bir seçenek kutusu açacaksın, kim bilir. Bu yüzden seninle bir veda sarılmasında bulunarak görüşmek üzere diyorum sana Alem-i Geek’in güzel insanı. Son olarak, şunu durmaksızın
birbiriyle çarpışan ve kendinde büyük kara delikler açan her bir atomuna inandırmayı unutma:
Labirentlerine kim olarak girdiğin büyük ölçüde sana tanınmış bir hak değil, biliyorum. Ama kıyam et kıyametinden. Arkanda bıraktığın isimlerinle yık labirentlerinin duvarlarını. Sen ve kendin ancak o zaman birleşecek, biliyorsun.
___________
DEV YAZI ÇAĞRISI 30 Ağustos’a kadar yazılarınızı kabul edecek. Detaylar burada.