Kusursuz kahramanların çağı sona ereli bir hayli oldu. Karakterlerimizi hatalı ve öfkeli seviyoruz artık. Bir müddettir anti kahramanlar bile yetmiyor, içimizdeki gri tonları sahiplenen suçlulara dikili gözlerimiz. Joker’in son yazısını yazmaya otururken, şimdiye kadar hakkında edindiğim bilgilerle şu sorunun cevabını arıyorum ben de: Joker neden süper kötüler arasında aklımıza ilk sırada gelen suçlu? Ona takıntımızın temelindeki sebep ne ki yıllardır tekrar eden, tüketmekten bıkmadığımız bir adam karşımızdaki?
Bariz olan cevaplar var elbette, öncelikle pelerinli süvarimizin birincil kafa tutanı, yakalanacaklar listesindeki onur konuğu o. DC evreninin dedektifini neredeyse hazırlıksız bastıracak kadar zeki. Dahası palyaço modasını benimsemesi ve gülmek kadar beşikten mezara bir davranışı uğursuzluk alametine çevirmesi atlanamaz tabii. Batman’in siyah beyaz netliğine karşı onun renkli doğası biçilmiş kaftan.
Ancak buraya kadar saydıklarım yüzeydekiler, derinlerden başka sebepler de çıkar mutlaka. Mesela bir tanesini şöyle tanımlasam ne dersiniz? O, güvenli koşullar altında inceleyebildiğimiz bir uç nokta, içimizdeki aşırılığa ses veren delilik ve suç istemi. Aklımızın başımızdan gitmesinin kışkırtıcılığına veya kötü ikizimizin nasıl olacağına yönelik senaryolar oynatıyor kafamızda. Hangimiz imkan olduğunda kılık değiştirmenin, karakter ayakkabılarını ödünç alabilmenin fırsatını aramıyoruz ki?
Bir diğer sebep de bu meraktan kökleniyor aslında: Anarşi prensinin insani yönü. Ve kesinlikle farkındayım, Joker ve insaniliğin aynı cümlede geçişi fazla pembe gözlük hissiyatı veriyor. Dışarıdan bakıldığında eylemlerinin mantığıyla özdeşleşmek zor hatta umalım ki imkansız olsun. Yine de pek çok orijin versiyonu, onu sıradan bir adam olarak işliyor. İçindeki kötülüğü tetikleyen dış unsurların fazlasıyla mevcut olduğu su götürmüyor. Bu özdeşleşebileceğimiz bir şey işte, köprüleri yıkan darbeleri anlayabiliriz çünkü; sinir sistemimizdeki belirgin tahribatların varlığını.
Joker de Arthur Fleck ya da Jack Napier veyahut bambaşka bir ismin himayesi altındayken henüz, zalim talihin hışmına uğrayanlardandı. O tek kötü günle meşhur olsa da muhtemelen birden fazla kez, hayatının dönüm noktalarında trajedilere maruz kaldı Joker. Çakmağı çakan tek bir kötü günse, çocukken sevilmemesi, gençken anlaşılmaması, yetişkinken belli kesime açık fırsatların ondan esirgenmesi gibi basit gerçeklerle döşendi kibritleri.
Onun toplumun yüzüne attığı kahkahalar, genelde hicvin dikenli dilini insanların ikiyüzlülüğüne doğrultması iddianın sağlamasını yapmak için yeterli. Sürekli şehrin güvenli koşullarına saldırmak istiyor, mutlulukların altında sahtelikler olduğunu iddia ediyor. Kıskanıyor. Kendisinden esirgenenlerin hıncıyla öfkeyle baş ediyor. Ve bazen öyle isabetli konuşuyor ki sanki; bizdeki öfkeye de ayna tutuyor. Ne gelir elden, insan olmak empatik bir deneyim. Hatta Batman’in bile onu anlama yarışında geri kalmadığını düşünüyorum. Üçüncü sebep kesinlikle baş düşmanların arasındaki katmanlı ilişki.
Yaşamlarındaki anlam trajik olayların ertesinde feci şekilde kırılmaya uğrayan iki ruh onlar nihayetinde. İkisi de kişisel intikamlarının hırsıyla ayakta kalmışlar. Bu intikam Batman’i suçluların, Joker’i ise halkın başına musallat ediyor. Tabii ki Bruce karanlık sokaklarda ihtiyacımız olan kahramana evriliyor. Ve Joker’in adı tez vakitte affedilecek günahkarlar listesinde bulunmuyor. Ancak dikkat çekici kısım şu; onlar ilkelerine bağlılıklarıyla, belirledikleri amaca takıntılı oluşlarıyla, çok benzerler.
Kişisel azaplarının anahtarlarını ellerinde tutan yaralı, kostümlü adamlar onlar. İkisi de kapanacakları hapishane duvarlarını kendileri seçiyor. Joker’in alıntılamayı çok sevdiği William Ernest Henley’nin Invictus şiirindeki gibi:
‘Kaderimin efendisi benim:
Ruhumun dümeni benim ellerimde.’
Peki ama bu irade kuvveti, başına gelen o kötü güne karşı edilgenliğini de silmiyor mu Joker’in? Demek ki o, ancak istediği için kötü. Ya da kendini fena halde kandırıyor. Her şekilde keskin inadının takibi ilginç.
Bu benzerliğin yanında suçlu palyaçomuzu vazgeçilmez kılan unsurlardan bir diğeri de yine Batman’le dinamiğinde saklı: Onların çatışması iyi ve kötünün demirlediği düşüncelerin ötesine açılıyor. Salt fiziksel mücadelelerle değil, arka planda dünya görüşleriyle de çatışıyorlar. Batman adaletin ve düzenin savunucusu. O, değerlerine ters olduğu için fazlasıyla kolay olacağı halde, bazen yapmaması eleştirildiği halde suçluları öldürmüyor. Hayatın potansiyeline saygı duyuyor, özgür iradenin önünü açıyor. Belki Gotham için bir sembol yaratırken kısa vadede uğradığı zararı arttırıyor olsa da.
Joker ise kaosun yaşamın çekirdeği olduğuna, onu boğan erdem maskelerinden arındırmak gerektiğine inanıyor. Vahşiliğe hak veriyor, sıkıcı gördüğü her şeye küçümseyici kahkahalar atıyor. Nihilizminden kuvvetlenen anarşinin emrinde; önüne çıkan domino taşlarını devirmekten sakınmıyor. Dünyadaki kurallar anlamsız, her şey koca bir hiçlikten ibaretse ateşe benzinle yaklaşmaktan neden çekinsin?
Son bağımlılık sebebini de eylemlerine sürpriz faktörü kazandıran deliliği olarak görüyorum. Joker’in deliliği, çizgi roman koşullarına özel bir adaptasyon. Yakalandığında Arkham Asylum koğuşuna konulsa da net bir psikotik bozukluk tanımı koymak zor ona. Sanrıları, olay örgüsünün sınırlarına çekili elektrik hatlarına benziyor daha çok. Onu gözümüzde büyüten biraz da, yanlış bir adımla kimin akıma kapılıp gideceğinin tehlikesi.
Ekimde vizyona girecek olan Joker: Folie a Deux filminin adından belli olduğu gibi, Harley Quinn psikozlarına kapılan en yakın kişi. İkilinin Gotham’ı ne kadar raydan çıkaracağını izleyeceğiz büyük ihtimalle. Ve bu son cümleyle birlikte de benden yana tespitler bitti, tamamdır, kazalı belalı tuzaklara kapılmadan güvenli çıkışa ulaştık. Sıra sizde artık, yorumlara beklerim, kaos teorisini kişileştiren adamı siz neden vazgeçilmez buluyorsunuz?