Kuzeyden Antalya’ya inecek uçaklar şehri pas geçip bir süre Akdeniz’in üstünde süzülürler. Bunu temiz bir U dönüşüyle inebilmek için yaparlar elbette. Ama ben her seferinde, sanki pilot her şeyden sıkılmış ve kimseye hesap vermeden bizi hep gitmek istediği o Afrika ülkesine götürüyor hissine kapılırım. Hemen sonra uçak soluna döner ve ufukta zaten hiç görünmemiş Nijerya’nın, Etiyopya’nın, Madagaskar’ın yerini Antalya’nın uzun ince görüntüsü alır. Tam bu an, her şey planlandığı gibi gittiği için bir kırgınlık duyarım pilota ya da onu engellemiş olduğunu varsaydığım yardımcı pilota öfkelenirim.
İnsafa gelip pilotları affetmem uzun sürmez. Çünkü uçağı kullanan ben olsam durumun çok da değişmeyeceğini fark ederim. Yıllardır kullandığım ayaklarımı, kaç kez planlananın dışında bir yere götürdüğümün kısa hesabını yapar ve kırgınlığımı da öfkemi de doğru adrese, yani kendime yönlendiririm.
Rutin bir hayatım, kilometreler öteden belirlenmiş adımlarım yok. Hatta bazen beklenmedik yollara saptığım da oluyor. O zaman neye, niye bu kırgınlık ve öfke? Beklenmedik olan adımları dahi en güvenilir yüzeylere atmama belki de; veya küçük kaçamaklar yapıyor olsam da büyük resimde herkesin takip ettiği şablonları takip etmeme… Ya da daha süssüzü, sevdiğim bir müziği duyduğumda sokak ortasında kaygısızca dans edemememe olabilir bu kırgınlık ve öfke.
Öylesine kalıplaşmış olup insanın ileriyi ya da seçenekleri düşünme ihtiyacını ortadan kaldıran bir yaşam biçimi benimsediğimizi hissediyorum: Herkesin ters davrandığı işaretlenmiş, belli kimseler haricinde kimseyle terslik yaşamayan, bir yere geç kalmamışsa bir yere geç kalmak üzere olan kalabalığın adımlarıyla yürüyen, herkesin konuştuğunu konuşup kimsenin konuşmadığını bilmeyen bireyler olabilmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Yaşanan her şeyi aşağı yukarı neyin takip edeceği o kadar belli ki ve kendimizi sıradakinin kalıbından geçmek için öyle kolay yontuyoruz ki aşkı, seksi, hüznü, yası ve hatta korkuyu bile ezbere yaşıyoruz. Ezberimizi bozan her kişiyi veya durumu abartılı bir reaksiyonla karşılayıp bizi memnun ya da perişan etmiş olması fark etmeksizin, ezberimizin kafiyesine uyacak düzene sokmaya çalışıyoruz. Çünkü hep bir ağızdan aynı ezberi okumak o kadar kolay ki yeni sözcük ve de biçim arayışına girmek aklımıza dahi gelmiyor.
Bu sürü hareketine tamamıyla karşı olmadığımı belirtmek isterim. (Belirtmeyi beceremeyen yazarlar, belirtmek isterim, ile biten cümleler kurarlar) Hatta bir noktada faydalı bile buluyorum. Asırlardır okumakta olduğumuz ve git gide basitleştirdiğimiz bu ezber, ezberi bozmaya cesaret edenlere ne yapmamaları gerektiğine dair harika bir rehber oluyor. Fakat öyle kibirli öyle tahammülsüzüz ve hatta, daha acı olanı, öyle korkağız ki ezberlenenin dışına çıkanları toplumdan öteleme gayretine giriyoruz. Çünkü biliyoruz ki yanıbaşımızda bir başkası bambaşka şeyler okumaya, söylemeye, yapmaya başladığında ezberimizi şaşıracağız.
Sayfanın sonuna doğru tüm bunlara bir çözüm üretmemi bekliyorsanız bunun gerçekleşmeyeceğine dair sizi uyarayım. Ben sadece bir şeylere söylenmek üzere masa başına oturmuş bir kimseyim. Ve şimdi fark ediyorum ki kendime duyduğum kırgınlık ve öfke herkesin ezberine eşlik etmemden kaynaklanmıyor, bunu yapmıyorum bile. Bunun yerine ezber bozanların ortaya koyduklarını ezberleyecek kadar alçalıyorum. Sorunu görüyor, anlıyor, ona söyleniyor ama onu değiştirmek yerine, değiştiren diğerlerinden faydalanıyorum.
Kibrim, kendimi eleştirdiğim cümleleri silip yerine herkesi eleştirdiklerimi koymak üzere beni zorluyor. Bu yüzden biraz kaçar vaziyette bu sayfaya veda ediyorum.
Yazar, sebep ya da tanık olduğu her şeye söylenme hakkını saklı tutmaktadır.
Author
Ozan Cem Yılmaztürk
Lord olmak için yola çıkan gariban geek kendini bir anda yazar olarak buldu. Geek kültürüyle küçük şakalaşmalarını, sinemayla flörtlerini yazıya dökmek için burada. Muhitte Geek_Lord olarak bulabilirsiniz.