Oscar’ın ardından bir “Steven Spielberg, Netflix’e karşı” tartışması başlamıştı, henüz olay çok yeni olduğu için hatırlayacaksınızdır. Netflix cephesinden, Twitter aracılığıyla Spielberg ve onun gibi düşünenlere bir cevabın gelmesi de gecikmedi tabii. Netflix Film hesabından verilen karşılığa geçmeden önce, bilmeyenleriniz için olayı biraz özetleyelim.
Steven Spielberg, üç dalda Oscar alan Roma’nın ardından, yapımcılığını yayıncı platformların üstlendiği filmlerin televizyona yönelik değerlendirilmesi gerektiği görüşünü birden çok kez dile getirmişti. Bu filmlerin, sinemadan çok televizyondan takip edildikleri ve kitlelerini de daha ziyade bu minvalde şekillendirdikleri için, Oscar değil Emmy Ödülleri’nde yarışmasının uygun olduğunu düşünüyordu.
Spielberg, dün, yani 4 Mart 2019’da Cinema Audio Society tarafından verilen ödülünü kabul ederken, aynı konulara tekrar değindi. Sinema ve televizyon kültürü üzerine yorumlar yapan Spielberg, film sektöründeki insanların, en büyük katkısının seyircilere gerçek bir sinema deneyimi yaşatmak olduğunu söyledi ve bu deneyimin devamı için sinema salonlarının sonsuza dek var olması gerektiğine inandığını belirtti. Bunun ardından ise sinema salonlarından ziyade, yayıncı kuruluşlarda gösterilen filmlerin Oscar adaylığının da farklı bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğini savundu. İşin Netflix ve benzeri kuruluşlarının canını en çok sıkacak yanı ise belki de şu açıklaması: “Sinemalarda göstermelik ödemelerle bir haftadan daha kısa süre gösterimde kalan filmlerin Akademi adaylığı alması gerektiğini düşünmüyorum.”
Spielberg’in sözlerinden sonra Netflix de attığı bir tweet ile kendisini savundu hâliyle:
We love cinema. Here are some things we also love:
-Access for people who can't always afford, or live in towns without, theaters
-Letting everyone, everywhere enjoy releases at the same time
-Giving filmmakers more ways to share artThese things are not mutually exclusive.
— Netflix Film @ Sundance (@NetflixFilm) March 4, 2019
Yani Netflix diyor ki; sinemayı biz de seviyoruz. Ama ayrıca her zaman parası yetmeyen veya yaşadığı yerde sinema bulunmadığı için filmleri izleyemeyen insanlara erişim sağlamayı da seviyoruz. Herkesin, her yerde ve diğer herkesle aynı zamanda filmlerin tadını çıkartmasını sağlamayı da seviyoruz. Sinemacılara sanatlarını paylaşabilmeleri için daha fazla imkân vermeyi de seviyoruz. Bunlar sinemayı sevmeye engel değil.
Şimdi, meselenin iki tarafı var. Bana kalırsa, sadece şuradaki açıklamalardan yola çıkarsak Spielberg de, Netflix de kendince haklı.
Spielberg’ün, filmlerin çıkartılıp izlendiği mecra ve medya ortamları değişik olduğu için, ödülün başlığı da değişmeli gibi bir çıkarımı var. Eğer bu çıkarımı, aynı imkânlara sahip olmayan ve aynı kültürü paylaşmayan iki ürünü, aynı şartlarla değerlendirmeyelim, haksızlık olur gibi bir yorumla okuyacaksak, ortada haklı bir çıkarım var. Ancak, hakkın teslim edileceği adres şu durumda üzgünüm ki sinema değil, Netflix ve benzeri yayıncı kuruluşlar oluyor.
Öte yandan Spielberg’ün eleştirisini, vakti zamanında Metallica’dan Lars Ulrich’in, müzik paylaşım platformlarından biri olan Napster’a açtığı dava gibi düşüneceksek, hakkı Spielberg’e teslim etmemiz gerekecek. Çünkü söz konusu davada mahkeme, Ulrich’i haklı bulmuştu. Meselenin bir de telif hakkı, bilinirlik, müzik paylaşım platformlarının sağladığı imkânlar sonucunda sanatçıların para kazanmasının zorlaşması gibi kısımları da var tabii.
Söz konusu tartışmaları değerlendirebilmek için, arada açıklamalarda söylenilen şeylerden daha fazlası olduğunu göz önünde bulundurmamız lazım. Elbette dünya değişiyor, insanların istekleri ve beklentileri de doğal olarak farklılaşıyor. Bu farklılaşma sırasında kaybolan değerler olabiliyor, yeni değerler eskilerinin yerini alabiliyor. Faydalar ve zararlar bazen istediğimiz doğrultuda olmayabiliyor da. Ama işler, öyle ya da böyle, yine paraya geliyor.
Spielberg diyor ki, göstermelik ücretlerle bir hafta sinema salonlarında gösterimi yapılan filmleri Akademi’ye aday göstermeyelim. Neredeyse filmin yapımı kadar, dağıtım ve gösterimi için de para veriyoruz, o zaman izleyen de kendi cebiyle orantılı olarak iyice bir meblağı ortaya döksün ki kazanalım. Buradan bakınca Netflix’in ‘parası olmayan veya daha az imkânı olan da film izlesin’ yaklaşımı daha sempatik gözüküyor. Ama bir de işin şu tarafı var; yapımcı, yayıncı, dağıtıcı sensin. Parayı da ücreti mukabilinde sen kazanıyorsun. Burada da olası bir adaletsizliğe meydan verilmez mi?
Bana kalırsa, işin buradan geriye kalan kısmındaki sinema kültürüydü, yeni izleme alışkanlıklarıydı, açık erişimiydi, herkesin iyiliğiydi, sanatıydı, heyecanıydı falan hepsi işin bahanesi. Belki gözden kaçırdığım yanları vardır olayın, belki ilerde farklı açıklamalar yapılır ve kanaatim değişir, bilmiyorum; ama şimdiye kadar olayları değerlendirdiğimde ulaştığım sonuç bu oldu. Çünkü ne öncesinde, ne de şimdi filmi yapanın, film gösterimden kalktıktan sonra ister geleneksel, ister modern yayıncı kuruluşlarda yayınlanmasına -karşılığı da ödendiği takdirde- itirazı yoktu. Film, bir kere sinemada yeterince izlenip hasılat yaptıysa, otuz beş bin defa daha insanların evlerinde cips-kola eşliğinde filmi seyretmesinden de kimse rahatsızlık duymuyor. Şu noktaya ulaşmış bir filmin izleyici kitlesinin sanattan anlayıp anlamadığı, filmin görselliğine gereken dikkati verip vermediği, diyalogları yeterince iyi takip edip etmediği veya hiç değilse anlayıp anlamadığını da kimse umursamıyor.
Olaylar nasıl gelişir buradan sonra, Spielberg ciddi ciddi bir Netflix karşıtı kampanyanın başını çeker mi; yoksa Scorsese Netflix’le The Irish Man için anlaşmıştı, bir süre sonra ortam yumuşayınca taraflar değişip Spielberg de benzer şekilde Netflix vb. platformlarda iş yapar mı? Sizler ne dersiniz, bu işin haklı haksız tarafı kimler veya cidden ortada bir haklı – haksız durumu var mı?