Anlatamadığınız, açıklamaya çalışırken kelimelerinizin katiyen yeterli gelemediği, sizi o heyecandan bu heyecana sürüklerken yaşattığı duyguları bir şekilde dillendiremediğiniz birçok harika şey var şu dünyada, değil mi? Bu dilerseniz bir kitap olur, dilerseniz bir film ya da dizi… İsterseniz son derece sanatsal bir tabloya ya da kanlı canlı bir varlığa karşı da bu açıklanamaz duyguları hissedebilirsiniz. Seçenekler sınırsız, gönlünüzce çoğaltmakta da serbestsiniz.
Ama o tasviri zor duygularınızın vuku bulmasına olanak sağlayan şeyi düşünmenizi ve birkaç saniyeliğine de olsa “açıklanamazlık” hissini tekrardan zihninizde canlandırmanızı istiyorum. Hı?
Tamam mısınız? Hisler bir coştu mu? Eğer öyleyse az önce karnınızda kelebekler uçuşmasına sebep olacak ve gerçek anlamda sizi kelimesiz bırakacak o şeyin yerine benim için The Handmaid’s Tale’i koymanızı isteyeceğim şimdi de. Neden mi? Empati uğruna, benim bu yazıyı yazarken ne dersem diyeyim hep bir şeyler eksik kalacakmış gibi hissetmeme sebep olan o garip hissiyat uğruna…
Nedeni şu: Şu ana kadar izlediğim yapımlar arasında belki de kaynak materyalinin (kitabının) dahi çok çok adım ötesinde işler başarabilmiş bir yapım The Handmaid’s Tale. Bunu diziyi değerlendirdiğim yazılarımda çok kez anlattım da üstelik. Sürekli de tekrarlayıp duruyorum; çünkü gerçekten açıklamalarımı yetersiz kılıyor. Vallahi mazur görün ama ben The Handmaid’s Tale’i daha çok öveceğim bu sayfalarda!
Tabii bu övmeler kuru kuru gitmesin; hazır ikinci sezon başlama tarihi de yaklaşırken taptaze yayınlanan şu fragmanı da aşağıya bırakalım. Tüyleriniz diken diken olsun, gaza gelin. “Yahu çok iyi!” haykırışlarınız daha sezon başlamadan başlasın mesela.
https://www.youtube.com/watch?v=dKoIPuifJvE
Hani dedim ya, bazı şeyleri anlatmak mümkün değildir; neden sevdiğinizi açıklamakta zorlanırsınız. .. The Handmaid’s Tale de benim için öyle. Sırf şu fragmana neden bu kadar coştuğumu binlerce kelime eşliğinde destanlar yazarak anlatmak istiyorum ama yapamıyorum resmen. Yetmiyor sanki söyleyeceklerim, az gelecek diye korkuyorum.
Ama korkmadığım ve emin olduğum bir şey var ki, o da ikinci sezonun da birinci sezon kadar iyi olacağı. Aha, kanıtı da bu fragman işte.
İlk sezon, kitabın tamamını işleyip bitirdiği için ikinci sezonda ne olacağı tamamen bir muamma ve bu durum da yeni bölümler için heyecandan duvar tokatlar pozisyona gelmeme neden oluyor. Belki de hayatımda ilk defa “ama kitabı daha iyiydi” diye hayıflanmayacağım tek dizi falan olabilir The Handmaid’s Tale. Bu sebepten dolayı da tamamen senaristlere teslim edilen kurgudan şu an hiçbir şüphe duymuyorum. Çünkü kendilerini kanıtladılar zamanında; üzerine ekleyerek ve çok daha sert, vurucu görselliklerle bu işi en hayalperest kitap okuyucusunun zihninde canlanandan bile daha iyi görselleştirdiklerini gördük.
Peki ikinci sezon için neden bu kadar heyecanlanmanız ya da hala başlamadıysanız derhal izlemeye başlamanız gerekiyor? Çünkü Gilead, gördüğümüzden çok daha karanlık ve korkuyu iliklerinize işleyecek bir atmosferi ile geri dönüyor olacak. Çünkü distopyanın gerçekten hakkını veren şeyler izleyeceksiniz. Çünkü ilk sezona oranla işler daha fazla sarpa saracak ve büyük twistler göreceğiz.
Çünkü The Handmaid’s Tale çok ama çok iyi arkadaşlar!
İnanılmaz irrite edici, rahatsızlık verici bir atmosferi olsa da o kadar iyi ki, bundan zevk alıyorum adeta. Tuhaf bir şey, açıklaması da zor bir bakıma. Sadece aynı şeyi hissederseniz demek istediğimi anlayabilirsiniz sanırım.
25 Nisan, çabuk gel; yetişmemiz gereken bir ayaklanma var!