Kağıdın soluk teninde yükselen biçimli kara kütleleridir kelimeler. Çıkarız üzerlerine beyazlığın ortasında, tutunuruz, pusulamız olurlar. Çarpık çurpuk beyin fırtınalarını hizaya getirir, boşluğu lekelerler fikirlerle, nefes alma alanımız olurlar. Hangi savaşları ve çağları başlatıp hangi kıyametleri sona erdirdiğine inanamazsınız, birkaç satırlık cürümlerinin. Bütün bu gücüne rağmen, kelimeleri değersizleştirmeyi becerenler de çıkar. Ne iyiliğe ne kötülüğe yarar yaptıkları. Kağıda yansıttıkları tek şey heba edilen hayallerin isidir; baskı, para hırsı, aptal bir özgüven de dahilse denkleme, güzelce de usandırır kelimeler. Sevdiğin ve ait hissettiğin bir dünyadayken hem de.
The Rings of Power’ın senaryosu tamı tamına buydu. Tonla hayal kırıklığı, is, pas, isyan, gına. Hatta yedinci bölümden sonra, ölüler bataklığına dalmışız da kurtarmaya gelen Gollumumuz dahi yokmuşçasına bir bunalmışlık. Aranızda bölüm bölüm bezmeyen, makul kalabilen varsa anlatsın, sebeplerini dinlerim. Ancak üzgünüm katılamam, bendeki köprüler yandı. Meydana konan çap buysa, yüzsüzce de gülünerek çekiliyorsa hainlik payıma dramatik olmak düşer. John Rhys-Davies şu sözlerinde çok haklıymış! Tamam birinci sezondan idmanlıydık, yapımın kalitesi belliydi. Hatta gözlerimi kısıp Yüzüklerin Efendisi’nin uzaktan akrabası muamelesi yapmaya hazırdım sezona. Ama hakaretin yükselip bizi bu kadar büyük bir dalga altına atacağını da beklemiyordum ey a’lem-ül-geek.
Neyse, burası güvenli alan. Burada, baba ve oğul Tolkien’in mirasına yüz sürelim, tansiyonları kontrol altında tutalım. Minik isyanımın ardından, dosyanın son yazısında sizi kibrin merkezine götürmeye geldim. Madem yapılanlar yakışıksız, biz de ihanetin topraklarına gidelim bu kez. Númenor’a, bir kültürün doğduğu ve battığı o kıtaya.
Tabii ki on senelik dolu geek kütüphanesinde bir yazı var Númenor üzerine, Mahmutcan’ın kelimelerinden. Neymiş bu Númenor ve Akallabêth diyorsanız merakınızı oradan giderebilirsiniz. Bense biraz da medeniyeti var eden, kültürü inşa eden geleneklerdir, kutsallarımızdır, yadigârlardır diyerek dizinin anlatamadığı yerden dolgu malzemesi olalım istiyorum. Bu yazıda Dunedain’in gururlu halkının göçebe gemilerinde yanında götürebildiği hatıralarını, kültürel simgelerini konuşalım.
Dua Törenleri
Meneltarma zirvesinde Eru’ya açılan eller de koyabilirdim başlığı. Çünkü anlatacağım törenlerin özü de özeti de bu ama bizim işimiz detaylarla tabii. Númenor’un ortasındaki Meneltarma dağının geniş ve düz zirvesinde, üç özel zamanda üç özel tören düzenler Dunedain reisleri. Törenlerin taslağı genel planda aynı olsa da niyetlerde içerik farklılaşır.
Törenlerin birincisi Erukyermë‘yi , ilkbahar meyveleri için dua ederek ve sunular yaparak başlatır Númenorlular. Törenin adı olduğu gibi, Eru’ya duadır zaten. Erulaitalë ise yaz ortasında mideler dolu sırtlar sıcakken, Eru’ya övgü düzenleme seansıdır. Verdiği nimetler için teşekkürler edilir müzisyen tanrıya. Sonbahardaki kutlamaya ise Eruhantalë denir. Tedarikteki son şükranlar sunulur, hasat mevsiminin kepengi kapatılmadan evvel. Aslında hepsi de Valinor’daki büyük şölenlerin bir kopyası. Ama tanrıya yakınlık insan oğulları ve kızları için biraz daha ciddi bir hadisedir tabii.
Şarkılar duyulmaz, sessizlik havaya yazılı eski bir kanundur Eru dağında. Biraz da sınıfsal işlerdir doğrusu. Yalnızca yönetici konuşur törende, hiyerarşi ya da kutsal Maiar ve elf kanı ona verir Eru’ya fısıldama yetkisini. Kral ve kraliçenin arkasında ışığı yansıtan beyaza bürünmüş bir kalabalık, sessizlik yemini eden keşişler gibi dikilirler. Bu sırada insanlara Manwë’nin şahitçiliğini yapan üç ulu kartal da salınır tepelerinde. Eru’ya kusur etmek gibi olmasın ama size de ortam biraz ürpertici gelmedi mi?
Kılıç gibi incelip tanrının kulaklarına yetişen tepesiyle cennet sütunudur Meneltarma. Dağın zirvesine spiral bir merdivenle çıkar adalılar. Zirvedeki çatısız tapınak, Eru’nun Kutsallığı, doğanın yalın gücünden döşer tuğlalarını. Ve ziyaretçiler şanslılarsa bulutsuz günlerde, Batı tarafındaki zarif beyazlığı yakalarlar göz ucuyla: Uzak ufkun sınır nöbetçisi, Tol Eressëa adasından Avallónë Kulesi’ni.
Gelenek yavaşça ihmal edilirken krallardan Ar-Gimilzor hiç çıkmaz olur zirveye. Onun başlattığı küskünlüğü Tar-Palantir durdurmaya çalışsa da son Númenor kralı Ar–Pharazôn tahta geçtiğinde, herkese yasaklar Meneltarma’ya çıkışı. Karşı gelmenin cezası ölümdür. Böylece de Eru’yu Númenor’dan kovduğunu sanır, asıl kendisini kovdurduğunun farkına bile varmadan.
Ak Ağaç Nimloth
Heybetli gemiler, heybetli krallar
Üç kere üçtü sayıları,
Ne getirdiler o batmış ülkeden
Aşarak akan suları?
Yedi yıldız getirdiler yedi de taş
Bir de ağaç, kar beyazı.
Kutsal bir törenle başladıysak kutsal bir ağaçla devam edelim. Neticede Armenolos’taki kral sarayının avlusuna ekilen Nimloth, Númenor’un şanlı günlerinin başlangıcının da bitişinin de ilk habercisidir. Burada bayıldığım bir zincir ve temsiliyet var. Valinor’da sansasyon yaratan ağaçlar ezberimizde; Telperion ve Laurelin. Gümüş çiyli ve ilk filizlenen ağaç elflerin favorisi tabii ki. Yavanna ışık vermeyen ama sima olarak onun benzeri Galathilion’u, bu yüzden hediye ediyor Tirion’daki elflere. Onlar da vakti gelince Tol Eressea’daki akrabalarına Celeborn’u ulaştırıyorlar. Nimloth işte elflerden insanlara geçen, bu inceliğin son ürünü. Batı’ya bağlılığı, insanların da kutsala aitliğini vurgulayan zincirin halkası. Geceleri açan beyaz çiçekleriyle de hoş kokulu.
Uzun süre saygıda kusur edilmese de Ar-Gimilzor zamanında bakımı ihmal edilmeye başlandığından, hastalanıyor Nimloth. Númenor’a yayılmaya başlayan kibirle insanların geleceği zehirli artık. Yalnız Tar-Palantir yeniden bakılmasını emrediyor ona, bir de kehanet bildiriyor: Nimloth kesilirse krallığın soyu da kesilecektir. Bu kehanet bir süre daha koruma kalkanı oluyor ak ağaca, ama yalnızca bir süre. İsildur’un cesaret gösterip meyvesini çalmasından bir gün sonra, Ar–Pharazôn baltayı batırmalarına izin veriyor ince boynuna. Ardından gelense daha da çirkin bir günah.
Nimloth’un kütükleri, Sauron’un teşvikiyle inşa edilen Melkor tapınağında yakılıyor.
Ve dumanı Númenor’un üzerinde günlerce geçmeyen bir kara buluta dönüşürken, insan kurbanlar atılıyor ateşine. Eru’ya sadıklardan çoğu. Saf olanın alet edildiği katliamın boyutu, tiksindirici. Zaten ağaçlara kıyan bir dinden nasıl ölümsüzlük umdun ki Ar–Pharazôn? Gerisi bildiğiniz gibi, Gondor’a dikilen ak ağaç ve ardından nesiller boyunca yeni bir fide arayışı. İnsanlığın yazgısından hiç eksilmeyen umudu bulma ve emekle büyütme çabası. Bütün bir seriye yayılan ağaç temasının dahiyane harikalığı.
Palantiri
Sıra Gandalf’ın tekerlemesindeki yedi taşta. Siyah ve pürüzsüz kristal küreler olan Palantir taşları kartalların havada yaptığı işi karada gerçekleştirirler: Orta Dünya’nın istihbarat akışını sağlarlar! Ve Númenor’daki sadıklara, kara günlerde yardımcıları olsun diye elfler tarafından verilmişlerdir. Fark ettiyseniz listedeki nesnelerin sponsoru onlar sağ olsunlar. Zekalarını hafife almamak gerek, özellikle de bir broşu vermek söz konusuysa…Neyse.
Bildiğimiz kadarıyla taşlar sekiz tane. İki taş arasında kurulan bağlantıyla, uzak diyarları seyretme imkanı da var, osanwe denilen telepati tekniğiyle konuşmak da, geçmişi albüm niyetine görebilme modları da. Her taşın kendine has ekstra özellikleri de bulunabilir. Bazısı iki kişinin kaldıramayacağı kadar büyükken bazısı portatiftir. Genelde konulduğu çukurda, kullanıcı görmek istediği yöne doğru döndürmelidir taşı ve de etkiyi arttırmak için elleriyle dokunmalıdır. İrade gücüne güvenenler dokunmadan bakabilirler elbette. Kullanım kılavuzunda yazanlar bunlar. Tehlikeli avantajlar sağlamasın diye gizli tutulur varlıkları. Yalnızca üst mevkidekilerin kullanımına açıklardır.
Sekiz taştan bahsettim ama sadıkların elindekiler yedi tane aslında. Dışarıda kalanı Avallónë Kulesi’nde duran palantirlerin en büyüğü usta taş. Sadıkların yanında Orta Dünya’ya gelenlerden, Elostirion ya da Elendil’in taşı, Batı’yı görmek için bu büyük taşa bağlı. Denizin içinde Númenor’un kutlu zirvesini göremediği için kalbi yaralanan Elendil’den geliyor ismi. Ayrıca elfler arasında hac yolculuğuna çıkıp Batı’yı seyretmeye, bu taşın konulduğu Emyn Beraid kulelerine gidenler de az değil, en azından dördüncü çağda beyaz gemiyle Valinor’a götürülene kadar.
Geri kalanlar Anduin nehrinde kaybolan Osgiliath taşı ile kuzeyin soğuk denizine gömülü Amon Sûl ve taşların en küçüğü Annúminas. Özellikle Osgiliath’ın kaybı, iç savaşın ödettiği bir aptallık diyeti. İthil de Sauron’un yıkımında telef oldu diye tahmin ediliyor. Bildiğimiz diğerleri Denethor’un yaşama sevincini tüketen ve ölüm şekliyle iradesi zayıf herkesin, onun yanan ellerini görmesine neden olan Arnor taşı ile Solucandil sayesinde Aragorn’un eline geçen Orthanc taşı.
Ah son bir şey daha, bu mucizevi aletin mucidinin Fëanor olduğunu biliyor muydunuz? Bu evrendeki her şey ya Fëanor yüzünden ya da Fëanor sayesinde gerçekleşiyor.
Barahir’in Yüzüğü
Aslında yüzük yerlisi değil adanın. Númenor’a epey dolambaçlı bir yoldan gelir ve Elendil’in gemileriyle de Orta Dünya’ya geri döner. Ama onu Númenor emaneti yapan şey, kralların ve Andunie lordlarının parmaklarında parlaması ve gelecek kral soyunu işaret etmesi. Adanın aksine tutulan sözlerin, verilen canların ve minnetin ifadesidir Barahir’le anılan elf yüzüğü.
Sayısız sahip ve sayısız kıta değiştirir başlangıçta Noldor elfi Finrod’a ait olan. Can borcuyla Barahir’e verildiği için onunla anılır. Torunu Elros’a geçtiğinde Númenor’un ilk kralı, aldığı yeni adıyla Tar- Minyatur’u onurlandırır. Sonra taht hakkı yasalardan dolayı gasp edilen Silmariën yoluyla Andunie lordlarına geçer. Orta Dünya’ya dönünce Arvedui kralından bir minnet ifadesi olarak Lossoth şeflerine bile verilir. Hikayenin bir vaktinde de Aragorn’un nişan sözü olarak Arwen’e. Onurlu kadın ve erkeklerin parmaklarını süsler gümüş yılanlar. Çamura düşmez, geride kalanların sözlerini ve yüceliklerini hatırlatır daima. Elessar’la kader ortaklığını görmeyen var mı?
Oiolairë- Yeşil Dönüş Dalı
‘Ebedi yaz’. Gemi pruvalarında dalgaları karşılayan yeşil çelenk, iyi şansın dalı. Oiolairë. Bitmemiş Öyküler kitabında Númenor kısmında karşıma çıktığında, Númenorluların yüzlerini görmüş, ellerini sıkmışım gibi hissettiren bir gelenek.
Limanlardan kalkıp dalgalarda uçacak olan gemilere Ossë ve Uinen merhamet etsin diye Númenor’a özgü, hiç yaprak dökmeyen kokulu bir ağaçtan yeşilin dönüş dalı asılır. Asan da denizcilerin akrabalarından bir kadın olmalıdır. Tolkien, Oiolairë’yi kalplerin karşılıklı kırıldığı bir aşka bağlar mürekkep çabukluğuyla.
Altıncı Númenor kralı Tar-Aldarion henüz prensken aynı anda hem denize hem bir kadına, güzel Erendis’e sevdalanır. Kral Tar-Meneldur ise oğlunun denize sevgisini hiç onaylamaz. Hatta onun söz dinlemezliğinden öyle bıkar ki seferlerinden birine çıkmadan önce, Oiolairë dalını astırmaz eşine. Bunun üzerine Erendis devreye girer ve sonra çok pişman olacağı dalı uzatır Aldarion’a. Aldarion, Erendis ve denizin aşk üçgeni bu şekilde başlar. Zamanla hasret yüzünden denizden de nefret eder Erendis, Aldarion’dan da. Bu uzun hikayeyi okumanızı ve Tolkien’in iki paragrafta kalpleri yaralama hünerini yeniden görmenizi isterim. Sonucunda Erendis dahi vazgeçer çelenk bırakmaktan giden gemilere. Ve bir zaman sonra Cirdan’ın verdiği, uzaklara gidişin simgesi kartalı koyar pruvasına Aldarion da.
Buradaki hüzün havasını aldınız mı? Şansla git ve şansla gel, yollarını gözleyeceğim demek olan dönüş dalından, sevdiğinden vazgeçmek için bir kalp nasıl bir kış yaşamalıdır? Tüm inatçılığına rağmen Erendis’in yalnızlık ve hasretle su üzerinde hayatını kaybetmesi de her aşkın sonunun Beren ve Luthien şansına sahip olmadığını gösteriyor. Bunun için de bir tılsım olsaydı keşke. Ee buruldu mu içiniz, bir sızı gezindi mi derinlerde?
Büyük Ayı Dansı
Öyleyse sizi yalnızca Númenor’a özgü ama Orta Dünya ormanlarına da yer yer yansıyan Ruxötompalë festivaline çağırayım: Hüzün def eden festival her yıl sonbahar töreni Eruhantale’den sonra, adanın kuzey ucundaki kara orman kıyısında Tompollë bölgesinde gerçekleşirdi. Ama insanlar yalnızca konuktu, gösterinin asıl sahibi ayılar, özellikle de kara ayılardı. Ormanlarından çıkıp gelen kürklü koloni, özgür iradeleriyle toplaşıp son derece onurlu figürlerle dans eder ve seyircilerine unutulmaz anlar yaşatırlardı. Festivalin tek tehlikesi dansın insanların münasebetsiz kahkahalarıyla bölünmesiydi. Kahkahalar anlayamadıkları sesler olduğundan, ayı camiasında infiale yol açardı çünkü. Bu durumda ara bulmak için belki bir küp bal önerebilirdim size. Ancak içine içine gülerken çatlama tehlikesine dair yapılacakların kaydı yok.
Öyleyse ne diyorsunuz arkadaşlar? Hangi Númenor maddesi size hitap etti, yaralarınızı sardı? En çok hangisine katılmak, yaşatmak isterdiniz? En fenası da ayı festivalini görememenin kederiyle nasıl baş edebiliriz? Var mıdır çaresi?