The Witcher markası, ‘Kitabından oyun yapacağız‘ dendiğinde çok da ciddiye almayıp, sonrasında beklemediği bir bilinirlikle tanışan serinin yazarı Andrej Sapkowski’nin birebir kanıtı olduğu şekliyle bendini aşan bir marka. Kısa hikâyeler, romanlar, çizgi romanlar, yerel bir film, ardından birisi dünya çapında dillere pelesenk olacak seviyede övülen üç oyun; şimdi de Netflix bünyesindeki dizisi filan derken, bir süre daha önünü alacak gibi gözükmüyoruz. Neyse ki trene, bütün bunlar olmadan çok kısa bir süre önce atlamıştık da böylece, Aralık 2021’de çıkacak olan ikinci sezondan ve bir sonraki yıl izleyeceğimiz, ilk witcherın yaratılışını konu alan Blood Origin dizisinden önce, henüz taze yayınlanan The Witcher: Nightmare of the Wolf filmini, güncelden yakalayabiliyoruz.

Bu sayfalarda kaç tane witcher yazısı yazdım, inanın artık sayamıyorum ve tam da bu yüzden The Witcher: Nightmare of the Wolf ile ilgili fikirlerimi belirtmeden önce, seriyi ne kadar sevdiğimi ayrıca anlatmaya da takat bulamıyorum. Dileyeniniz varsa şuradan, The Witcher dizisi çıkmadan önce yazdığım hype trenlerine beklerim. Film, daha bir gün önce seyirciye sunulduğu için bu yazıda spoilerlı fikirlerimi kendime saklayacağım, rahat rahat okuyabilirsiniz.

En temel hâliyle söylemem gerekirse bence Netflix’in bu filmi, The Witcher birinci sezondan önce çekmesi gerekiyormuş. Zira The Witcher: Nightmare of the Wolf, yeni bir evreni ilk defa televizyon ekranlarında tanıtacak olan herhangi bir yapımdan beklediğimiz şekilde; bu evrenin nasıl bir yer olduğunu, hikâyesini izlediğimiz karakterlerin temelini nereden aldığını ve bu dünyanın, bizim ilerleyen zamanlarda göreceğimiz şekline nasıl geleceğini anlatmak konusunda, The Witcher dizisinden daha başarılı.

Nightmare of the Wolf’ta, daha önce birçok kez hem kitap serisinde hem de Witcher oyunlarında duyduğumuz ancak tam olarak açık edilmeyen, Witcher dönüşüm sürecinin bir parçası olan Ot Sınavı‘ndan tutun da hem kitaplarda hem de oyunlarda karşılaştığımız üzere, Witcher’ın üzerinde geçtiği dünya olan Kıta’da witcherlar ve canavarların neden eşzamanlı olarak neslinin tükendiğine; insanları yüzyıllar boyunca canavarlardan koruyan ve bizatihi bu amaçla yaratılan witcherlara neden bu denli kötü bakıldığından büyücülerle witcherların neden anlaşamadığına kadar, The Witcher ile yeni tanışıp da merak edeceğimiz çoğu sorunun cevabını alıyoruz.

Hikâye olarak The Nigthmare of the Wolf’un, özelini spoilerlı olarak başka bir yazıda söylemek üzere ayırdığım genelinde, bizlere vaat edeceği aşırı özgün bir yanı yok açıkçası. Zaten senaryosu da Geralt’tan önceki hayatına dair neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz Vesemir’in gençliğine odaklanıyor. Dolayısıyla kanona girebilecek kadar kuvvetli, yepyeni bir hikâye beklememeliydik. Ancak bana sorarsanız ellerindeki bu boş tuvali güzel değerlendirip, Kurt Okulu ve elbette Geralt’ın manevi babası Vesemir’i sevmemiz için sebepler vererek, onu bizim gözümüzde daha anlaşılır ve tanıdık kılmayı da başarmışlar. Vesemir’i, Witcher’ı daha çok oyunlardan bilenlerin kafasında canlanan Geralt’a daha yakın bir karakter yapmış ve böylelikle, eninde sonunda ‘canavar avcısı, müthiş savaşçı Geralt‘ın değil, Ciri’nin hikâyesinin anlatacak olan dizinin belki hitap etmeyeceği bir kitleyi de kazanmaya yönelik adımlar atmışlar.

The Witcher Nightmare of the Wolf’ta benim dikkatimi çeken eksiler kısmında, bunun bir animasyon değil “anime” olarak pazarlanmasının dayanağına dair eleştirilerim var. Bazı, özellikle de witcher işaretleri ve büyüyü içeren sahnelerde, fazlasıyla bu tarzda ve bilinçli bir tercih olmasına rağmen bana abartı gelen sahneler bulunuyor. Witcherlar büyü sevmez, beceremez ve kullanmazlar, kendilerine yardımcı olması için ürettikleri ve kullandıkları işaretler vardır ancak bunlar, herhangi bir büyücünün gözünde oldukça basit kalırlar. Fakat “anime“ye öykündüğümüz için, bunların bulunduğu sahneleri daha bir tantanalı görüyoruz. Aynı şey, daha çok kılıç dövüşleri için geçerli, filmin sonlarına doğru gerçekleşen bir birebir mücadele sahnesi haricinde witcharların dansı andıran, estetik ve reflekse önem veren kılıç hamlelerini değil; bol hızlı, bol kanlı, bol efektli dövüşler izliyoruz. Tabii bunun bir sonucu olarak da live-action bir uyarlamada asla yapılamayacak hamlelere, alet edevat kullanımlarına rastlıyoruz, orası ayrı. Bütün bunları, eğer bu tarzı seviyorsanız bir eksi olarak saymayabilirsiniz elbette.

Artı kısmına da yine witcher işaretleriyle gireceğim, bu da böyle bir gariplik hâli. Büyü ve kılıç mücadelesinin dışında witcher işaretlerini, oyunlarda dahi göremeyeceğimiz bir şekilde akıllıca kullanmışlar diyebilirim. Ayrıca işaretlerin yanında iksirlere ve yağlara da yer vermişler bol bol, Witcher madalyonunun işlevini de çokça kullanmışlar. Bunlar bence witcherların mahiyetini anlatmak için güzel detaylar. Bununla birlikte bence filmin en büyük artısı, bu evrenin ve genel itibariyle bir edebiyat ürünü olan The Witcher serisinin anakronizmine yoğunlaşması oldu. The Witcher’ın fantastik yazın içerisinde ayrılan yeri de bence burası. Fantastik dünyalarda eskiye gideriz; büyü gelişir, teknoloji ve bilim yerine. Öbür türlü olursa da zaten bilim kurgu diyoruz. Witcher, bunun ortasında bir yerde duruyor, bizimkine benzeyen bir dünyanın on birinci yüzyılındayız, şimdiye göre tırnak içinde barbarca yaşıyoruz ve büyülerimiz, canavarlarımız var. Ama bunun yanında DNA’dan haberdarız; yetmiyor, genleri değiştirecek mutasyonlara sebep oluyoruz, bu yolla yeni türler yaratıyoruz. Nightmare of the Wolf, yine Netflix yapımı olan The Witcher dizisine göre bunları anlatmayı çok daha iyi başarmış.

Bir başka artıda ise bence olumlu anlamda farklı bir şey yaparak, beklenesi esas oğlan-esas kız anlatısından kopmalarını saymalıyız. Burayı spoiler olmasın diye açmıyorum ancak sadece fragmanlardan yola çıkarak Tetra ve Vesemir’den bahsettiğimi anlamışsınızdır; bu iki karakterden farklı bir hikâye çıkmasını bekliyoruz ama film çıkmadan önce tahminlerimi yazdığım şu yazıdaki gibi gerçekleşmiyor olaylar ve bu, biraz değişik bir yola girmek demek. Bu yola da sırf, bir gönül ilişkisini kendine has bir şekilde anlatacak şekilde değil, evrendeki bazı unsurların nasıl işlediğinin anlaşılmasına katkı sunacak şekilde girmişler diye düşünüyorum. Girdikleri bu yol sayesinde hem fragmanlarda bizleri tatlı bir şekilde farklı bir yere baktırmış ve böylelikle tüm olayı da açık etmemiş oldular hem de witcherların yaş almasıyla ilgili zaten bildiğimiz bir süreci, uygulamalı bir şekilde gösterdiler.

Yazıyı bitirmeden önce elbette animasyonun görselliğine ve müziklere de değinmek gerekiyor ki bence her ikisi de olabildiğince iyiydi. Özellikle yerinde ve sade müzik kullanımları hoşuma gitti, hikâyeyi destekliyor ve açıkçası, biraz da oyunları hatırlatıyorlardı bana.

The Witcher: Nightmare of the Wolf, henüz daha açılışından itibaren size nasıl bir film olacağını gösteren, sonrasında da bence bir saat yirmi dakikada boyunu çok fazla aşmadan, kendi içerisinde hikâyesini güzel bir şekilde anlatan bir film olmuş. Daha üzerine söylenebilecek fazlaca şey vardır elbette ama spoilersız konuşuyoruz. Onun yerine şöyle bir “Oynat” tuşuna basın, zaten ilginizi çekip çekmeyeceğini hemen anlayacaksınızdır. Kendi adıma -ki bunu genel itibariyle animasyonlara meyletmeyen biri olarak söylüyorum- “The Witcher serisini en baştan animasyon yapsalar daha iyiymiş“, diyerek kalktım filmin başından. Neticesinde emin olduğum iki şey var diyebilirim: İlki, burada bırakmayıp birkaç tane daha Witcher animasyonu yapacaklardır; ikincisi ise bu filmi, live-action diziden önce çekmeleri, hepimiz için daha iyi olurmuş.

Sizler ne dersiniz? The Witcher: Nightmare of the Wolf’u izlemeyi planlıyor musunuz? İzlediyseniz zaten yorumlara yazarsınız diye kurdum kafamda, bekliyorum.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.