Ekim ayına girdiğimize göre Cadılar Bayramı’na da girdik sayabiliriz kendimizi, değil mi? Eh, madem öyle, Ekim ayı dendiğinde Cadılar Bayramı, Cadılar Bayramı dendiğinde de aklımıza kostümlerin ve balkabaklarının yanında bir de korku hikâyeleri geliyor diyebiliriz. Evinizin edebiyatçısı olarak ben de yeni dosya konumda size korku hikâyelerindeki bazı temalardan, daha da spesifik olmak gerekirse Cadılar Bayramı’nın edebiyattaki yansımalarından bahsetmeye geldim.
Bu yazımda ele alacağım ballad, Allison Gross, eski edebiyat içinde Cadılar Bayramı konseptini barındıran nadir hikâyelerden biri. Hem Cadılar Bayramı’nı barındırması hem de bir korku hikâyesi olması onu kendinin farkında kılıyor- böylece buna bir bakımdan “self-reflexive” ya da “özdüşünümsel, kendine göndermeli anlatım” diyebilmemizi mümkün kılıyor.
Bu hikâyede Allison Gross adındaki bir cadı başkarakterimiz, tüm cadılar gibi, bir adamı baştan çıkartmaya çalışıyor. Onu elde etmek için sevgi gösteriyor, saçlarını okşuyor, ona hediyeler vereceğini söylüyor. Adam onu reddedince de sinirleniyor, onu bir solucana çeviriyor (Sakın bir cadıyı reddetmeyin) ve bir ağacın altında bırakıp gidiyor. Cadılar Bayramı gecesinde Peri Kraliçesi bu adamı görüyor ve ona yardım etmek istiyor, böylece ona üç kere büyü yaparak onu eski insan hâline geri döndürüyor.
Bu balladı dinlemek isterseniz diye aşağıya Steeleye Span’in yorumunun linkini bırakıyorum. Farklı versiyonları da mevcut, örneğin daha “folk” versiyonunu görmek isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.
Bu arada bu ballad nereden çıktı, onun da küçük bir bilgisini vereyim: 1790-1794 civarında Mrs. Anna Brown tarafından sözlü kültürden yazıya geçirildiği biliniyor, öncesine veya öncesindeki versiyonlara dair herhangi bir bilgimiz yok. Yani 1790’lardan önce bu hikâye farklı mı anlatılıyordu ya da kaç yılından beri anlatılıyor bilmiyoruz, sözlü kültürün bir ürünü olduğu için bulanıklaşıyor. Tarihin böyle silinip gitmesi ne kadar üzücü ya. Bu yazımda ele alacağım ballad, Francis J. Child’ın 1882-1898 yılları arasında bir koleksiyon halinde yayınladığı The English and Scottish Popular Ballads’ta yer alan en ünlü balladlardan biri. Yazıya devam etmeden bunu da açıklayayım da aradan çıksın: Ballad; müzikleştirilmiş, müzik için uygun ölçü ve ritimle yazılmış şiirlere deniyor.
Böyle eski eserleri incelemek çok ilginç ve önemli zira bize eski zamanlar hakkında verdikleri ipuçlarını hala günümüz edebiyatında görebildiğimiz için bize tanıdık gelen şeylerden bahsettiklerini görüyoruz zaten, bunun farkındalığına ulaşmak çok değerli bir şey. Bakın, size verdiğim o küçücük özette bile bize tanıdık gelen birçok noktaya rastladık. Bunların hepsini açıklayacağım birazdan.
Eserin ilginç bir noktasından başlayalım. Ballad içinde geçen Peri Kraliçesi’ne dikkat edin. Periler eskiden şimdiki gibi küçük kanatlı minik insanlar olarak tasvir edilmiyorlardı, onlar korkunçtular. Şu yazıda anlattığım Samhain’den beri perilerden korkan, onlar evlerine girmesin diye kapılarının önüne korkunç süslemeler yapan insanlardan bahsediyoruz. Halk, normal zamanda perilerden korkmazdı elbette fakat Cadılar Bayramı gecesi, sadece iyi olanların değil kötülerin de insanlar dünyasına adım atıp içimizde gezinebildiği bir gece olarak kabul görmüştü. Üstüne üstlük halk, perilerin çok kolay sinirlendiğine veya üzüldüğüne inanırdı. Bir periyi kızdırırsanız size yağmur getirirdi, ekinlerinizi mahvederdi. Yani bir periyi üzerseniz o da sizi üzerdi.
Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda perilerin iyi insanlar gibi resmedilmesini garip karşılamamız çok doğal, 1800’lerden kalan bu ballad da o yüzden bizi şaşırtıyor. Peri Kraliçesi’nin bu davranışını şöyle açıklıyor bazıları: Cadı da bir insan. Diğer insanlara zarar veren insanlar perileri sinirlendiriyor, böylece Peri Kraliçesi’nin bu ballad içinde bir insana iyilik etmesi aslında öbür insana (Cadıya) uyuzluk yapmak istemesinden ileri geliyor. Bu da böyle bir açıklama.
Bütün bunların yanında kendi zamanında bile bu hikâyenin tamamında yer alan bir orijinallikten söz etmek pek de mümkün değil zira “sevdiğine zarar veren fantastik figür” klişesini farklı yerlerde de bol bol gördüğümüzü söyleyebiliriz. John Keats’in “La Belle Dame Sans Merci” şiiri bu konuda aklıma gelen en eski örneklerden, “Güzel ve Çirkin” hikâyesi de en yeni örneklerden. İşte, yakışıklı prens bir cadı tarafından bir canavara dönüştürülüyor ve gerçek aşkı hissedene değin bir canavar olarak kalıyor muhabbeti gibi.
Demem o ki, üç yüz yıl öncesinden bu zamana kadar uzanan Cadılar Bayramı klişelerini bu hikâye içinde görmek mümkün, böylesine eski bir edebi ürünü tahmin edeceğimizden daha iyi anlıyor olmamız da Allison Gross’u belki de daha etkileyici kılıyor. Üç yüz yıldan beri aynı klişeleri döndürüp dolaştırıyoruz, Cadılar Bayramı’nı da yine aynı şekilde tanımlıyoruz. Peri Kraliçesi, zavallı adamı kurtarmak için Cadılar Bayramı’nda geldi çünkü insanların dünyasıyla öbür varlıkların dünyası arasındaki perdenin en inceldiği gece Cadılar Bayramı gecesi. Bu inanış hala mevcut, yalan mı?
Benim Allison Gross üzerine söyleyeceklerim burada bitti, evinizin edebiyatçısı da böylece sizden ayrılıyor. Ne kadar verimli bir yazı oldu bu arada, değil mi? Şarkı önerisi verdim, edebiyat inekliği yaptım, temalardan ve klişelerden bahsettim, eski edebi eserlerden örnekler verdim. Mutlu oldum bugün. O halde artık size veda edeyim, gideyim ben. Görüşmek üzere arkadaşlar!
1 Comment
Evet güzel dersler çıkardım. Asla bir cadıyı reddetmicem ve asla bir periyi üzmicem. Bu arada güzel ballad 🙂