Ülkece en son ne zaman milli bir yarışmanın heyecanı ile coştum hatırlamıyorum desem inanır mısınız? Herhangi bir takım için duyduğumuz gururdan bahsetmiyorum, spor müsabakalarında yakın zamanda böyle bir başarımız veya heyecanımız oldu ve kaçırdıysam beni mazur görün. Arada sırada atletizm veya jimnastik gibi alanlarda üstün başarılar kazanıyoruz fakat seyircisinin az olması sebebiyle bir heyecana veya beklentiye kapılamıyoruz. Benim kast ettiğim 2002 Dünya Kupası’nda veya 2003 Eurovision’da hissettiğimiz o büyük heyecan. Herhalde en son 2010 yılı Dünya Basketbol Şampiyonası’nda veya 2012 Eurovision yarışmasında tek millet tek yürek bir yarışma için heyecanlanmıştık. 

Oysa ki her sene ailecek televizyonun başına oturup Eurovision yarışmasını takip eden bir millettik biz. Bu sene kim katılacak, şarkı İngilizce mi olmalı yoksa Türkçe mi, yarı finallere çıktık mı çıkmadık mı derken, en az birkaç ay boyunca ara ara tüm ülkenin gündemi Eurovision olurdu. Can Bonomo’nun Love Me Back şarkısıyla ülkemizi gururla temsil ettiği 2012 yılı, bu heyecanı yaşadığımız son yıl oldu. Ülkelerin siyasi amaçları göz önünde bulundurarak oy verdiği ve ayrıcalıklı ülkelerin direk finale geçmesininin haksızlık olduğunu gerekçe gösteren TRT, 2013 yılından itibaren yarışmaya katılmayacağımızı duyurdu. O gün bugündür de Eurovision her yıl heyecanla beklediğimiz bir yarışma olmak yerine nostalji olarak andığımız bir etkinlik olarak kaldı. 

Halbuki Eurovision’a katılmak bile bize çok güzel şarkılar kazandırmıştı. Özellikle 2003’te Sertap Erener’in Everyway That I Can şarkısıyla kazandığımız birinciliğinden sonra Athena’nın For Real’ı, Manga’nın We Could Be The Same’i, Kenan Doğulu’nun Shake It Up Şekerim gibi anadilimizde olmamasına rağmen kendimize uygun hale getirdiğimiz İngilizce şarkılarla ve Mor ve Ötesi’nin Türkçe olmasına rağmen yedincilik getirdiği Deli şarkısıyla güzel bir ivme kazanmıştık. Evet arada Rimi Limi Ley ve Süperstar fireleri vardı, Yüksek Sadakat’in şarkısı yarı finalden yükselemedi bile. Ama yine de performansımız azımsanacak seviyede değildi, Can Bonomo bize yedinciliği getirmişti. Zaten ne kadar Manga’nın birinci olmamasının haksızlık olduğunu düşünsem de Eurovision’ın amacı kazanmak değil farklı ülkelerin müzikle bir araya gelmesiydi. 

Tabii ki biz katılmayı bıraktık diye Eurovision durmadı,hala devam ediyor. Pandeminin etkisiyle canlı gerçekleştirilemese de 2020 yılında da devam etti, 2021 yılında da devam edecek. 

Biz de otuz küsür sene boyunca katılım gösterdiğimiz, hem kendi kültürümüzü duyurduğumuz hem de başka ülkelerden gelen sanatçıları tanıdığımız, bir nevi kocaman bir parti olan Eurovision’suz bir hayata alıştık. Eurovision’ın siyasi bir tarafı olduğu su götürmez bir gerçek, bunu inkar etmiyorum. Nitekim biz ortamı terk etsek de herkes aynı şekilde eğlenmeye devam ediyor. 

İşte Netflix’e 2020 yılında giren, benimse geçen hafta anca izleyebildiğim Eurovision Song Contest: The Story of Fire Saga filmini izlerken aklımdan tam olarak bu düşünceler geçti. Evet, filmden bahsetmeden uzun bir giriş yaptığımı kabul ediyorum ancak filmin uyandırdığı en önemli duyguyu anlatabilmek için bu girişi yapmam gerekiyordu; Eurovision denen bu kaosu çok ama çok özlemişim!

Hatta diyebilirim ki bu film bence Eurovision’a katılan ülkeler için ayrı, Amerika için ayrı, bizim içinse apayrı bir şey ifade ediyor. Eurovision’a katılmaya devam eden ülkelerdeki izleyenler bu sene yarışmanın ve sahne şovlarının eksikliğini biraz da olsa bu filmle giderebilmişlerdir diye umuyorum. Amerika’da Eurovision’ın ne olduğunu bilmeyenler de bu filmle öğrenmiş oldular. Bizse bir kez daha Avrupa’dan giderek uzaklaştığımızı ve bu eğlenceli partiyi aniden terk ettiğimizi hatırlamış olduk. 

Lafı biraz fazla uzattım, gelelim filmin kendisine.

İzlanda’nın küçük bir kasabasında tek hayali Eurovision’a katılmak olan Lars (Will Ferrell) ve Sigrit’in (Rachel McAdams) kurduğu Fire Saga adlı müzik grubunun şans eseri 2020 yılında İzlanda’yı temsilen yarışmaya katılmalarını anlatan Eurovision Song Contest, komedi ve Eurovision göndermelerininin birleştiği tatlı mı tatlı bir film olmuş. Rusya adına yarışmaya katılan Lemtov karakteriyle Dan Stevens, Lars’ın katı babası rolünde Pierce Brosnan ve gerçek Eurovision’da olduğu gibi İngiltere için sunuculuk görevini yapan Graham Norton da filmde yer alan tanıdık simalardan.

Filmi izlemesi bu kadar keyifli kılan şey ise tabi ki şarkılar ve sahne performanslarıyla Eurovision’un kaotik doğasına yapılan göndermelerdi. Fire Saga’nın tüm şarkılarının yanı sıra Rusya ve Yunanistan başta olmak üzere diğer ülkelerin de performansları gerçek Eurovision’ı aratmayan türdendi. Fire Saga’nın performansında çıkan hamster tekeri 2014 yılında Ukrayna’nın performansına, Yunanistan’ın astronot kıyafeti tahminimce 2013 yılında Montenegro’nun performansına, Finlandiya’nın metalik kostüm ve makyajı da tabi ki de 2006 yılının unutulmaz Hard Rock Hallelujah performansına yapılan göndermelerdi. Yarışmadaki şarkıların yanı sıra filmin ortasında yer alan şarkı sekansında 2014 yılının galibi Conchita Wurst, 2018 yılının galibi Netta, 2016 yılının galibi Jamala  ve 2012 yılının galibi Loreen gibi isimlerin yer alması da yarışmayı hala takip edenler için güzel bir sürpriz olmuştur. Özellikle 2009 yılının birincisi Alexander Rybak’ı yine keman çalarken görünce içimdeki liseli kız ufacık bir ciyaklamadı değil. 

Filmden komedi ve Eurovision göndermelerini çıkardığımızda elimizde kalan, büyük hayaller kurup beraber büyüyen iki insanın sıcacık hikayesi. İzlanda’nın Eurovision’da kazanma hırsını özlediğim zaten bu koskoca yazıdan belli oluyor.  Will Ferrell her ne kadar başrol olsa da filmin en sevmediğim kısmı olabilir, yani onu çıkarıp yerine başka bir aktör koyulsa daha da sevebilirdim, ki bu da filmle ilgili tek şikayetim. Rachel McAdams ise ara ara Björk’ü andıran neşesi ve çocuksuluğu ile bulunduğu her sahneyi çalıyor. Dan Stevens’ın canlandırdığı George Michael ve Tarkan’ın çocuğu olsa böyle olur dedirten Lemtov karakterini ise saatlerce izleyebilirim, bence filmin MVP’si kesinlikle o. Bununla birlikte kartpostal edasıyla İzlanda ve İskoçya manzaraları da filmde bize eşlik ediyor. 

Özetle Eurovision’ı siz de benim kadar özlediyseniz veya sadece iyi hissettirecek komedi tadında bir film arıyorsanız siz de Eurovision Song Contest: The Story of Fire Saga’yı izleyin derim. 

Author

Dizi bağımlısı bir beyaz yakalı. Kedisine çekmiş, en büyük zevki miskin miskin yatmak. Kendisi ve kedisini sosyal medyada bulabilirsiniz. @asliozkeles

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.